Tevazuya gerek yok. Yaşam, devrimci görüşlerin doğruluğunu, yani gazetemizin savunduğu görüş ve politikaları büyük bir hızla kanıtlıyor.

Bütün sosyal reformist parti ve örgütler son Yargıtay-AYM arasındaki kavgaya “darbe, kalkışma, Meclise karşı darbe” diye bağırıp çağırarak karşı çıkarlarken gazetemiz, bunun ne darbe, ne kalkışma ne de buna benzer herhangi bir şey olduğunu yazdı. Yazdığımız şuydu:

Ortada ne bir darbe, ne de bir darbe girişimi var. Olan biteni tek cümleyle özetlemek istersek şudur: Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, tüm yetkileri tek merkezde toplama sürecinde yeni ve daha ileri bir adım atıyor şimdi.”

Çok geçmeden başka çevrelerin de aynı tespitlerde bulunduğunu gördük. Üstelik bu çevreler burjuva dünyaya yakın oldukları için, oralarda neler olup bittiğini yakından görebilme olanağına sahiplerdi.

Örneğin, burjuva dünyaya yakın HalkTV'nin yazarlarından biri, devletin iki üst kurumu arasındaki dalaş soğumaya yüz tuttuğunda şöyle yazıyordu:

Gerçek şu; büyük bir operasyonun düğmesine basıldı. Yargı krizi gerekçe gösterilerek yargıyı tek otoriteye bağlama süreci başlatıldı.”

Görüldüğü gibi, ne Meclis'e darbe var ortalıkta, ne de buna benzer bir şey. Aksine, dinci faşist iktidar, -aslında tekelci sermaye sınıfı demek gerek- “yargıyı tek otoriteye bağlama”, yani yetkileri tek merkezde toplama işini, kendisine karşı darbe yapıldığı iddia edilen Meclis'in bizzat kendisine yaptırmanın hazırlığı içinde ve yaptıracaktır da.

Dinci faşist iktidar, bu işi, Meclis'e Anayasa'yı değiştirterek yaptıracak. Tekelci sermaye sınıfı açısından sorun şu ki, artık Evren Anayasası ya da 1982 Anayasası bile kendisine bol gelmektedir. Daraltılması gerekiyor; daraltılacak!

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Yargıtay-AYM meselesi arasındaki sorunun kaynağında Anayasa var diyerek bunun ilk işaretini verdi. Sorunun kaynağında Anayasa varsa, Anayasa'yı değiştirmek gerekir. İşin özü özeti budur.

Neden diye sorulabilir. Böyle bir sorunun yanıtı için, burjuva düzenin, burjuva sınıf egemenliğin nesnel koşullarını, yani devrimci durumu, bu devrimci durum temeli üzerinde yğkselen sınıf savaşını, birleşik devrimin gelişimini işaret etmek gerek. Sorununn temeli budur.

Kolay anlaşılması için şöyle de diyebiliriz: 12 Mart faşist generalleri, 12 Eylül faşist generalleri kendi dönemlerinde yürürlükte olan Anayasa'yı neden değiştirmek istediler ise, şimdinin dinci faşist iktidarı da aynı nedenle Anayasa'yı değiştirmek istiyor. Fakat bu, geçmişin tekrarı olarak anlaşılmamalı. Sınıf savaşı ne 12 Mart faşizmi sırasında olduğu gibi, ne de 12 Eylül sırasında olduğu gibi. Sınıf savaşı şimdi çok daha sert, birleşik devrim çok daha güçlü ve haliyle, tekelci sermaye sınıfının, onun politik güçlerinin korkuları çok daha büyük.

Korku ne kadar büyük ise tahammül güçleri de o kadar dar, o kadar zayıf. Bunu, başka şeylerin yanı sıra, faşist Bahçeli'nin her ağzını açtığında tehditler savurmasından anlayabiliyoruz. Bu faşist, lafı eveleyip gevelemeden, sorunun sınıf savaşıyla, Kürt halkının özgürlük savaşıyla, burjuva devletin “beka” sorunuyla doğrudan bağlantısını ortaya koyuyor. İşte bir örnek:

“Leyla Güven, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Figen Yüksekdağ, Can Dündar başta olmak üzere PKK’lı ve FETÖ’cülere hak ihlali kararıyla can simidi uzatan Anayasa Mahkemesi’dir”

Tahammül sınırları çok daralmış. Ara sıra “demokrat” görünmek için “hak ihlali” kararları veren Anayasa Mahkemesi, bu faşiste göre sorunların kaynağıdır. Oysa aynı Anayasa Mahkemesi, daha dün denilebilecek bir geçmişte dinci faşist iktidarın toplumu daha da sıkmak için ihtiyaç duyduğu sayısız yasaya onay vermişti. “Halkı yanıltıcı bilgileri yayma”, yani sansür yasası son bilinen örnektir.

Aslında böyle yapmakla, dinci faşist iktidarın bir devrimin mekanizmasını kurmakta olduğuna önceki makalemizde işaret etmiştik. Gerçekten de, tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar böyle yapmakla bir devrimin kaçınılmazlığını ve zorunluluğunu en sıradan insana bile kabul ettiriyor.

Sosyal reformist TKP'nin kimi yazarları bile, “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediğini, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediğini” yazmaya başlamışlarsa; yani adını vermeden devrimci bir durumun varlığını kabul etmeye başlamışlarsa; bu bile tek başına tekelci sermaye sınıfının başının nasıl dertte olduğunu anlatmaya yeter.

Dünyada ve bunun bir parçası olarak Türkiye ve Kürdistan'da devrim günceldir. Dünya burjuvazisiyle birlikte Türkiye burjuvazisi de bu durumun farkında, durumu çok iyi anlıyor ve ona uygun tedbirler geliştirmeye çalışıyor.

Tüm yetkilerin tek merkezde toplanması çabası devrim tehlikesine karşı almaya çalıştıkları bir önlemdir. Fakat korkunun kaçınılmaz sona faydası yok. Aldıkları önlemler devrimi geliştirmekten başka bir işe yaramayacak.