< “Grev Sayesinde İlk Defa Ailemizle Bayram Geçirdik”

İzmir Kemalpaşa’da bulunan Abalıoğlu-Lezita’da greve çıkan işçilerin mücadelesi 50’li günlerine ulaştı.

Patronun baskılarına, tehditlerine hatta jandarmanın darp ederek gözaltına almasına rağmen işçiler büyük bir kararlılıkla grevi sürdürüyor. Lezita işçileriyle çalışma şartları ve grev süreci üzerine konuştuk.

-Lezita işçilerinin sendikalaşma ve greve çıkma süreci nasıl gelişti?

Mehmet Emin Dikici: Üç yıl süren bir sendikalaşma sürecimiz var. İlk sendikalaşma sürecinde de gücümüzü göstermek açısından bazı eylemlerimiz oldu. İş yavaşlatma, içeri girmeme, alkışlı sloganlı protesto vb eylemler yaptık. Sendikalaşma sürecimiz hedefine ulaştı, çoğunluğu sağladık. Gerekli başvuruları yaptık ve hukuki süreç bizim lehimize tamamlandı ve yetkili sendika olduk. Ama patron TİS masasına gelmedi. Sanki hiç böyle bir süreç yokmuş gibi. Sendika taslağı sunuldu ama bu taslak üzerinden hiçbir görüşme olmadı. Bizim greve gitmek dışında başka seçeneğimiz yoktu. Çünkü 3-4 yıllık emeğimiz boşa gidecekti. Sendikanın yetkisi düşecekti. Grevden 2 ay öncesinde işçilere çok yoğun baskılar başladı. Fabrikada 2000’e yakın işçi üyeydi ama ikna, baskı, tehditle greve çıkmamaları için her yöntemi denediler. Bire bir görüşmeler yapıldı ikna etmek için para teklif edildi. E-devlete girip istifa etmeye zorlandı. Korkup greve çıkmayan çok insan oldu.

 -Geçtiğimiz hafta jandarma saldırısı ve gözaltılar oldu? Jandarma sürekli olarak baskı uyguluyor mu?

Grev günü olması gereken sabah servis geldiğinde jandarmanın bizim nezaretimizde aracı durdurup greve katılmak isteyenlerin inmesini sağlamaktı. Ama ne yazık ki, araçların durmasını engelledi. Ve insanlar fabrikada turnikeden geçirilip içeri alındı. “İçeri girin bir bakın, herkes çıkıyorsa siz de çıkarsınız, hele bir öğlen olsun duruma bakın olmazsa yine gelirsiniz” gibi bahanelerle insanlar fabrika içinde indirildi. Tabi, zaten jandarmanın alandaki konumlanışı tamamen özel güvenlik gibi. Şu an jandarmadan yana bir problem yok. O saldırıda da “karayolunu kapatıyorsunuz, kamuya açık alanı kapattınız” gibi anlamsız bir gerekçe ileri sürdüler. Alana ilişkin bir itiraz olup tartışma yaşanınca insanlar tabii ki yola doğru çıkmak zorunda da kaldılar. Burası fabrikanın önü biz fabrika önünde grev yapmayacaksak nerede yapacağız? Böyle bir süreç yaşadık ne yazık ki. Hala da alandayız biz kazanıncaya kadar da buradayız. Desteğe gelen, davet eden dostlarımız oluyor. Grevimiz kazanacağımıza olan inanımızla devam ediyor.

 

-Lezita işçisinin çalışma koşullarını da aktarır mısınız?

Gıda sektörü başka iş kollarına göre daha kolay bir sektör gibi görülüyor. Fakat gıda sektörünün de kendine özgü çalışma koşulları ve buna ilişkin zorlukları var. Burada sürekliliği olan bir üretim döngüsü var. Bunlarla birlikte bizim bir soğuk zincir sürecimiz var. Soğuk bir ortam gerekiyor. Ve içerisi soğuk, en fazla 7 derece olabiliyor. Biraz yükselmeye başladığında klimalar açılarak soğutuluyor. İşçiler bu soğuk ortamda çalışmak zorunda ürünlerin korunması açısından. Fakat bu soğuk ortama uygun giysi ve malzeme verilmiyor. Bizim kıyafetlerimiz ince kalıyor. Özellikle de bant sistemi olduğundan çok hızlı bir tempoyla çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu yoğun çalışmada terliyoruz ve bir an durduğumuzda o ter soğuyarak hastalanmamıza neden oluyor. Bir çok arkadaşımız bu nedenle sürekli soğuk algınlığına bağlı hastalıklara yakalanıyor. Hastalanınca rapor almak zorunda kalıyorlar ve rapor aldıklarında da patron bir noktadan sonra bu raporları “haklı sebeple iş aktinin feshi” şeklinde kullanıyor ve tazminatsız işten atmalar yaşanıyor. Çok yoğun çalışmamamıza rağmen ücretler çok düşük. Fazla mesailer çok yoğun, bu yoğunluk da bir süre sonra işçiler açısından problem olmaya başlıyor. Bu yoğun çalışmaya karşılık ücretlerin çok düşük olması nedeniyle de kimse memnun değildi. Çünkü geçinebileceği bir ücret alamıyor. Bize yakın yerlerde beyaz et ürünleri işleyen fabrikalar da var. Banvit, Keskinoğlu vb fabrikalarda işçiler sendikalı ve buna göre de çalışma koşulları ve ücretleri var. Böyle bir durum varken biz niye sendikasız olalım, niye çok daha fazla çalışıp, çok düşük ücretler alalım?

 

-Peki izin ve tatil günleri nasıl Lezita’da?

Bizim sektörümüzde bayramın son günü her zaman çalışılıyor. Bayramın birinci en fazla ikinci günü çalışılmaz son günleri mutlaka herkes fabrikadadır. Ben sekiz yıldır çalışıyorum. İlk defa bayramı rahatça ailemle geçirdim. Grevde olmasaydık bayramda çalışıyor olacaktım. Biz bir hafta gündüz bir hafta gece olmak üzere vardiyalı çalışıyoruz. Biz eğer bayramda çalışmayacaksak önceki hafta sonları bu günler için telafi çalışması yapıyorduk. Yani hafta sonu tatilimiz de kalmıyordu. Hiçbir şekilde üretim aksamıyor. Ben işe başladığımda günlük üretim 320 bin civarıydı. Şimdi 450 bine çıkmış durumda. Şimdi grevde olduğumuz için bu üretimi yapamıyor. Buranın ortalama kapasitesi 445 bin günlük olarak.

 

-Lezita işçilere ücret ödeyemeyecek küçük bir firma değil üretim kapasitesine baktığımızda.

Elbette çok büyük bir fabrika ve bilinen de bir marka olmuş durumda. Lezita’yı marka yapan da biziz. Bizim emeğimizle alın terimizle büyüdüler. Ama ne yazık ki, emeğimizin karşılığında bir ücret alamıyoruz. Tanınmış bütün markalar da böyledir. İşçilerin özverili çalışması olması o markalar da olamazlar inanın. Biz tatil günlerimizde buradan bitmiş bir şekilde çıkıyoruz. Bir tatil gününü ailemizle çocuklarımızla geçirmek istesek mesaiden çıktığımızda yorgunluktan bitmiş hırpalanmış halde oluyoruz. Bir yere gidebilecek halimiz kalmıyor.

 

Lezita işçilerinin talebi nedir?

Biz sendikalı bir şekilde işimizin başına geçip üretmek istiyoruz. İnsanca koşullarda çalışmak ve insanca yaşayacak bir ücret almak istiyoruz. Lezita çok kazanıyor, biz de kazanalım, geçinebileceğimiz bir ücret alalım, fazla mesailerimizi alalım, tatillerimizi kullanabilelim. Onların sıkıntılı günlerinde çalışanlar nasıl fedakarlık yapıyorlarsa, onlar da kazanırken bize hakkımız olanı versinler. Patronlar yılda yüzde 800, yüzde 1000 gibi kar rakamları açıklıyorsa işçilere de hakkı olanı versin. Biz fazladan bir şey istemiyoruz. Hakkımız olanı istiyoruz. Biz yıllarca kırtasiye parası, çocuk yardımı, bayram ikramiyesi falan görmedik. Ne zaman ki grev gündeme geldi, işçiler greve çıkmasın diye yarım maaş ikramiye, çeyrek altın ikramiye vb vermeye başladılar. Daha önce söz konusu bile olmamıştır. Grev olmasa alamayacaktık. Zaten grevden önceki süreçte ekstra işçi alımı yaptılar o da yetmedi 50 tane Hintli işçi aldılar. Bunlar üretimi devam ettirip grevi kırmak için yapıldı.

 

-Göçmen işçi alımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çalışma Bakanlığı ‘kayıt altında yabancı işçi çalıştırılabilir” diye izin vermiş. Bu buradaki işçi açısında bir ücret kaybı yaratabilir. Diğer yandan farklı milliyetlerden insanlar açısından çatışmaya neden olabilir. Hintli işçi veya başka bir yerden gelen işçi fark etmiyor. Tamamen grev kırıcılık için işe alınıyor. Bu yarın başka fabrikalarda da yapılabilir. Yani patronlar işçiye karşı ucuz iş gücü veya grev kırıcı olarak kullanabilir. Bu da ırkçı bir tutumun gelişmesine neden olabilir. Yani sonuçta Hintli olsun başka bir yerden olsun o da ekmeğinin peşinde, biz de ekmeğimizin derdindeyiz. Ama patronlar bunu hak arayan işçilere karşı kullanırlarsa bu tehlikeli bir duruma yol açabilir. Buradaki işçi diyecek ki ‘Vay onlar geldi benim işime son verildi, onlar geldi benim ücretimi düşürdü” bu gerçekten sıkıntılı bir durum yaratacak. Buradan yabancı işçi düşmanlığı körüklenecek. Yoksa elbette onlar da bir ekmek parası kazanacak. Ama hepimiz eşit ücrete çalışalım. Biz yarın fabrikaya sendikalı olarak girip TİS yaptığımızda o işçiler de bu sözleşmeden yararlanacak. Biz hayır onlar Hintli daha az kazansın diyemeyiz ki. Ama şu an bize karşı işe alındılar. Ulusu, dili, inancı, rengi farklı olabilir ama emeğin rengi aynı, hepimizin emeği aynı. Biz böyle bakmalıyız. Göçmen işçiler konusu da hassa bir konu bu açıdan.

 

-Peki bu konudaki girişimleriniz nasıl sonuçlandı?

Geçtiğimiz günlerde icra müdürü kamu görevlileri geldi buraya. O gün işçileri kaçırdılar jandarmanın gözü önünde. Daha doğrusu jandarma o işçileri görmediğini söyledi. Tamam bizzat jandarmanın önünden geçirmemişlerdir. Biz de oradayız, jandarma da orada. Ama sonuçta bu beyan esas alınıyor. Denetimlerden kaçırıyorlar işçileri. Grevi kırmak, üretimi yapabilmek için işçi alınıyor.

 

- 1 Mayıs’ı Nasıl Geçireceksiniz?

Hak İş Konfedarasyonu Gebze’ye çağrı yaptı. Öz Gıda İş olarak biz de bu çağrı üzerine Gebze’ye gideriz. Ama Taksim’i de gündemimize aldık. Arkadaşlarımızdan bir kısmı da grup olarak 1 Mayıs’ta Taksim’de olacak şekilde planlıyoruz.

 

-Lezita’da işçi kadınların çalışma koşulları nasıl?

Emine Kızılarslan: Ben sekiz yıldır Lezita’da çalışıyorum. Fabrikada farklı bölümler var. Kesim, kasalama, tabaklama, dondurulmuş ürün, bıçak, tartı, paketleme, kolileme gibi. Ben sabit bir bölümde çalışmıyorum. Benim gibi nerede ihtiyaç olursa oraya koşan kadın işçiler var. Fabrikada kadın işçiler çoğunlukta. Ama burada kadın işçi erkek işçi diye bir iş ayrımı yok. Erkek işçiler ne iş yaparsa aynısını kadın işçiler de yapıyor. Mesela ben kasada ihtiyaç varsa kasaya gidiyorum. Kasalar ağır en az 20-25 kilo civarında ve biz onları taşıyoruz. Tartıda, paketlemede ihtiyaç varsa oraya gidiyorum. Ağır kaldırdığımız için de ben de dahil bir çoğumuzda bel fıtığı var. Bıçakta çalışan kadın arkadaşlarımızın da sürekli aynı hareketi yoğun bir şekilde yapmalarından dolayı sinir sıkışmaları oluyor. Ve bu konuda ciddi problemler yaşıyorlar. Çeşitli meslek hastalıklarına yakalanıyoruz. Burası gıda üretimi yapılan bir yer olduğu için fabrika soğuk. Fakat bizim giysilerimiz buna uygun değil bu yüzden de sık sık soğuk algınlığına bağlı hastalıklara yakalanıyoruz. Rapor alıyoruz fakat bu da önümüze işten çıkarma sebebi olarak çıkabiliyor. Çalışma koşullarımız çok ağır. Sağlık sorunu yaşayan işçiler farklı bir bölüme yönlendirilmiyor mesela. Örneğin sinir sıkışması yaşayan bir arkadaşı başka bir bölüme verebilirler ama yapılmıyor ne yazık ki. Aynı işte çalışmak zorunda bırakılıyor.

 

-Sendikalaşma süreci ve grev nasıl gündeme geldi?

Çok yoğun bir tempoda çalışıyoruz ve kolay bir iş değil. Fazla mesailere kalıyoruz, sağlığımızdan oluyoruz. Fakat aldığımız ücretler çok düşük. Bu kadar yoğun ve ağır işe karşılık iyi bir ücret alsak dayanalım diyeceğiz. Bir yerden sonra buna son vermek lazım diyerek sendikalı olmaya karar verdik. İyi de yapmışız diyorum bugün. Çünkü inanın eve gittiğimizde bitkin bir halde oluyoruz. Ama biliyorsunuz ki kadınlar eve gittiğinde de işler onu bekliyor. Bu bizi çok zorluyor. Böylesine yoğun çalışmaya karşılık benim bir fazla mesai ücretim yok, yaptığım işe göre prim almıyorum. Bir ikramiyem yok, hafta sonları tatil yapamadığımız oluyor. Bir bayram tatili yapmış değilim örneğin. İlk defa grevde olduğum için bayramda ailemle birlikte vakit geçirdim. “Ben de insan mışım” dedim biliyor musunuz? İlk defa grevdeyken arkadaşlarımla sohbet ettim. Ailemle vakit geçirdim. Benim eşim de yedi yıl çalıştı fabrikada ama bu böyle gitmeyecek dedi ve ayrıldı. İkimizin de çok yoğun çalışmamıza rağmen bu kadar düşük ücret almamız ciddi bir problemdi gerçekten.

 

- Grev sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dediğim gibi grev sürecinde insan olduğumun farkına vardım. Evet sendikalaşma sürecinde ciddi sorunlar yaşadık. Bir çok insan istifa etmesi için ikna edilmeye çalışıldı, tehdit edildi vb bir çok baskı yaşandı. Ama ben şimdi iyi ki de sendikalı olmuşum dedim. Çünkü birlikteyiz ve bir güç olduğumuzu gördük. Şu an grevimizi coşkuyla kararlılıkla sürdürüyoruz. Sendikalı olarak girip çalışıncaya kadar da devam edeceğiz. Başka türlü devam etmemiz mümkün değildi. Hepimiz ağır çalışma koşullarından bitkin halde oluyorduk ve tüm bu çalışmaya karşılık çok düşük ücretler almak bizi daha da zorluyordu. Sendikalı olarak işbaşı yapıncaya kadar da hakkımızı istemeye, grev alanında olmaya devam edeceğiz.