“Devrim yapmaktan geliyorum.” Bu kısacık sözde ne dehşetli bir irade, ne derin bir farkındalık bilinci var böyle!

Bir gelgeç heves değildi onlarınki. Tutkuyla bağlandıkları devrim için genç ömürlerini feda ettiler. “Yalnızca boş gecelerini, hazım zamanlarını değil, boydan boya ömrünü ver ihtilale” demişti büyük usta. Onlar da boydan boya ömürlerini verdiler.

“Öyle bir ateş yakacağız ki, hiçkimse söndüremeyecek” demişlerdi. Öyle de yaptılar. Bir yangın yaktılar ki, nice darbeler, nice ağır saldırılar altında bile sönmedi. Tersine daha büyüdü, daha yayıldı.

Kısacık ömürlerine sığdırdıkları militan mücadeleyle, yarattıkları fırtına ile emekçi halkların bilincini derinden sarstılar, yüreklerine taht kurdular.

İşte bu yüzden, yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçse de idam edilişlerinin üzerinden, emekçiler ellerinde karanfillerle koşuyor “devrimin üç kızıl gülü”nü anmaya. Gençler her sene Deniz’in görünmez silüetinin ardından yürüyorlar Dolmabahçe’ye. Gencecik öğrenciler, Denizler’in kurduğu “Devrimci Öğrenci Birliği” önlükleriyle kavganın her alanında en öne fırlıyor!

Her ayaklanmada onlar var! Her kavgada en önde onlar... Eylemcilerin koşup gelmesine yetiyor silüetlerinin yer aldığı bayrakların ön saflarda yükselmesi. Adları devrim çağrısı.

Bir kopuşun adıdır onlar. Emekçi halkları bu düzene mahkum eden mücadele anlayışından, parlamenter bataklıktan, uzlaşmacılıktan köklü bir kopuş. Burjuva düzenle tüm köprülerin geri dönülmez bir şekilde yıkılıp atılması... Deniz, Mahir, Sinan... Nurhak, Kızıldere ve Ulucanlar... 71 silahlı çıkışı, kelimenin gerçek anlamında bir tarihsel kopuş!

Onları halklar için umudun simgesi haline getiren, böylesine aşılmaz kılan budur.

Devrimler halkların bayramıdır derler. Denizler o büyük bayramın müjdecisi!..