“Denizlerin nabzı hala bu meydanda atıyor”... Tarihsel bir gerçeği, bu kısacık tümcede çok çarpıcı bir şekilde dile getirdi İstanbul Üniversitesi öğrencileri.
19 Mart’ta her taraf polis ablukası altındayken... dinci faşizm, muazzam bir baskı ile gelişmesi olası tepkileri bu etten barikatlarda eritebileceğini düşünürken... İstanbul Üniversitesi öğrencileri polis barikatlarına yüklendi ve onları kaldırıp bir kenara attı. Mart ayaklanmasının simgesel sıçraması, “kopuş anı” bu olay idi. Ardından işçi ve emekçiler, gençler, kadınlar sel olup sokaklara aktı.
Denizler’in kendilerinde cisimleştirdiği kopuş ve sıçrama, cüret ve savaşkanlık, 19 Mart’ta Denizler’in üniversitesinin bulunduğu Beyazıt Meydanı’nda işte böyle hayat bulmuştu. Öğrenci gençliğin bu kararlı çıkışı, devrimci proleterleri de tetikledi. Devrimci öncü işçiler derhal hareketin içinde yer aldılar. 1 Mayıs’a giden olaylar zinciri içinde adım adım öne geçerek inisiyatifi aldılar ve kitleleri arkalarından sürüklemeye başladılar. İstanbul Üniversitesi öğrencileri, Denizleri anmak için yaptıkları açık alan etkinliğinde okudukları basın metninde tüm bu süreci derinden kavradıklarını çarpıcı bir şekilde göstermiş oldular.
Böylesi bir ayaklanma ortamında Denizlerin böylesini güçlü bir şekilde gündeme gelmesi, tesadüf değil elbette. Çağın devrimci karakterinin doğrudan sonucu.
“Halkın Deniz’i Denizleşen halkla buluşuyor” demiştik yirmi yıl önce. Bir eğilimdi saptadığımız. Geçen yüzyılın sonundan itibaren kopup gelmekte olan “kitlesel kahramanlık çağı”nın artık vücut bulmaya başladığının ifadesiydi.
Elbette böyle bir “kitlesel kahramanlık çağı” gerçekleşmeye başladığında, devrimcileşen o halklar yüzünü doğrudan devrimci önderlere ve devrimci değerlere dönerler. Bu topraklarda ise şaşmaz bir şekilde Denizlere, devrimin hiç solmayan genç önderlerine!.. Denizler, devrimcileşen halkların mücadele ufkunda şaşmaz bir yol gösterici olarak belirginleşir. İşte bu şartlarda devrimcileşen halk yığınları devrimci önderiyle, halkın Deniz’i, Denizleşen halkla buluşur.
Her tutkulu özgürlük kavgasının, dişe diş savaşımın, isyanın, ayaklanmanın şaşmaz simgesi haline geldi Denizler. Gezi gibi muazzam bir ayaklanmayı AKM’ye asılan o pankarttaki gözleriyle izledi. Bütün yüzlerin çevrildiği yerde O(nlar) vardı. Çünkü onlar gencecik yaşlarında “devrim yapmaktan gel”enlerdi. Şaşmaz bir şekilde asıl hedefe kilitlenmiş, doğrudan pratiğe girişmişlerdi. Devrimi bir lafız olarak ele almadılar. Onun için doğrudan kavgaya atıldılar. Devlete, burjuvazinin baskı ve zor aygıtına karşı ayağa kalktılar ve iktidarı almaya, mevcut düzeni yıkmaya doğrudan giriştiler. Her tür uzlaşma köprüsünü yıkarak harekete geçtiler. İşte bu, başlı başına cürettir; günümüz devriminde en çok ihtiyaç duyulan şeydir bu.
İktidara talip olmak, iktidarı almak için yola çıkmak, burjuvazinin zor aygıtını yıkmak için kıyasıya bir savaşa tutuşmak, buna tutkuyla ve cüretle girişmek... Devrimimizin genç önderlerini öz olarak tanımlayan şey işte bunlardır.
Günümüz “siyaset erbabları” her lafı ederler, her kalıba girerler, ama politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini güncel pratik politika olarak asla ortaya koymazlar. Bu en temel noktadan köşe bucak kaçarlar. Çünkü bu “siyaset erbabları” burjuva sınıfla, faşist devletle, onun siyasal iktidarıyla köprüleri tümden yıkmamanın yolunun buradan geçtiğini bilirler. Burjuvaziye uzlaşma yolunu açık tutmak için devrimci zor yoluyla siyasal iktidarın fethi, konusundan uzak durmak gerektiğini bilirler; devrimi bilinmez bir tarihe erteleyerek, bildiklerini yapıyorlar. Burjuva sınıf ve faşist devlet, elbette onların bu mesajını hiç sektirmeden alıyorlar.
Deniz ve yoldaşlarının adı devrime çağrıdır. Sosyal reformistler ise parlamentoya, parlamenter yola çağrıdır. Aralarındaki bu kesin karşıtlığa rağmen istisnasız tüm sosyal reformist partiler Denizlerin adını anar, bayraklarını taşır görünürler. Bunu neden yaparlar? Sorunun yanıtı çok basit: Çünkü yüzünü devrime, devrimci olana dönen halk kitlelerini aldatmak, onlara “devrimci” görünmek için Denizlerin o dev gölgesine sığınmaktan başka çareleri yok. Öyle ki, burjuva sınıfın has partisi CHP bile kitleleri aldatmak, “devrimci” görünmek için Denizlerin gölgesine sığınmak zorunda hissediyor kendini.
Ama ne halk kitleleri, ne de onun kopmaz bir parçası olan gençlik, bunların sözlerine, sahte davranışlarına kanmıyorlar. Halk kitleleri, ama özellikle de gençlik, devrimimizin genç önderlerinin izinde büyük bir cüretle ileri atılıyorlar. Tam da bugün mücadelenin her alanında en gerekli olduğu anda Denizleşiyorlar. Şairin dediği gibi “dünyanın gençliğidir komünizm”!
Cüret ve cesaretin sembolü Denizlerin nabzı üniversitelerde, fabrikalarda, tarlalarda; ayaklanmaların ortasında atıyor!