Yenilgi ve Geri Çekilme

Bununla birlikte, 1907’de boykot, 1906’daki gibi “küçük ve düzeltilebilir bir hata” olarak görülemezdi.

Tüm gelişmeler kanıtlamıştı ki, devrim yenilmiştir, parlamento dışı propaganda, ajitasyon ve örgütlenme araçları neredeyse yok gibiydi. Yine de hiçbir şey boşa gitmemişti. Tam tersine, 1905-07’ye dek “kahramanca mücadelesi sayesinde Rus proletaryası, kendisi ve Rus halkı için, başka halkların kazanmak için onlarca yıla gereksinim duydukları şeyi kazandı. İşçi kitlelerinin, hain ve aşağılık iktidarsız liberalizmin etkisinden kurtulmasını sağladı. Kendisine sosyalizm için mücadelenin önkoşulu olarak özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hegemon rolünü kazandı. Mücadelesiyle, Rusya’daki bütün köleleştirilmiş ve sömürülen sınıfların, o olmadan dünyanın hiçbir yerinde insanlığın ciddi bir ilerleme kaydetmediği devrimci kitle mücadelesi vermeyi becermelerini sağladı.” (Seçme Eserler, Cilt 3, s 482)

İşte bu kazanım, Lenin’e, burjuva ahırında bile proletaryanın bağımsız sınıf tutumunu koruyabilecek çok güçlü bir temel sunuyordu. Bu temel üzerinde ısrar ettikçe, proletaryanın anayasal hayallerle sakatlanmayacağı, anlaşılabilir bir durumdu. Devrim, işçilerden oluşan bir devrimci ordu yaratmıştı, diğer ezilen halk yığınları, proletarya ardında, nerede ve hangi kürsüden konuşursa konuşsun, gözlerini ve kulaklarını çevirecekleri politik bir otorite odağına sahip olmuşlardı. Devrimin yenilgisi, bu orduyu iki biçimde dağıtabilirdi. Birincisi, yakın bir gelecekte tüm ezilenleri yeniden eylem sahasına çeken bir kriz durumu henüz görünmüyorken, öncüyü tek başına savaşa ve ezilenlerden tecride götürecek bir sol sapma. Ya da ikincisi, gericiliğin baskı dalgaları altında devrimin temel hedeflerinden vazgeçip, haklar ve ıvır zıvırla bir şeyler yapıyor görüntüsündeki sağ sapma.

Duma seçimleri dünyanın başka hiçbir yerinde rastlanmayacak yoldan, proleter partiye doğrudan sınıf içinde ajitasyon imkanı sağlayan bir sisteme sahipti. İşçi kuryeleri sistemi, seçimlerin doğrudan fabrika içlerinde ve işçi havzalarında toplantılarda gerçekleşmesi, aklı başında hiç bir komünistin kaçırmak istemeyeceği imkanlar sağlıyordu. Yine de bunu Lenin’in boykot tutumundan vazgeçmesinde etkili olduğu sanılmamalı. Çünkü aynı kurye sistemi, başka seçimleri boykot amacıyla da başarılı biçimde kullanılacaktı. Örneğin I. Dünya Savaşında Sanayi Komiteleri seçimleri boykotunda.

Sonuçta boykot tutumundan vazgeçmeyi zorunlu hale getiren esas etmen, devrimin yenilgisinin ve gerileyişinin apaçık hale gelişidir. Öncü orduyu dağıtmadan, düzenli, örgütlü, paniklemeksizin geri çekilişi yapmak, kadroları düşman ateşinden korumak için en küçük imkandan yararlanmak ve düşman üzerine yeniden saldırmaya hazırlanmayı bilmek gerekiyordu. (Bkz SBKP Tarihi, s 108) Lenin, Dumayı bu amaçlar için kullanılabilecek araçlardan sadece biri -hepsi değil- olarak görüyordu. Diğer araçlar öylesine zengin ve yaratıcı içeriğe sahiptir ki, listesini yapmak gereksiz. Sadece birkaçını saymakla yetinelim: sendikalar, dernekler, kültürel ve sportif faaliyetler ve yasal günlük gazete. SBKP Tarihi’nde Stalin, Pravda’yı, toparlanmanın en önemli aracı biçiminde sunar.

Bu noktada, Lenin’in “Boykota Karşı” makalesi üzerinde durmakta fayda var. Çünkü makale, boykotun yalnızca “devrimin gericiliğe karşı kesintisiz saldırısı” önkoşuluna dayandığı fikrini tek yanlı biçimde önümüze sunanların temel dayanağını teşkil ediyor. Bu ifadelerden bir sayfa sonra Lenin “özel koşullarda uygulanabilir olan bir özel mücadele aracıdır” diyor, fakat burada asıl söylenen, boykotun bir taktik çizgi olmadığıdır, her şiar gibi ancak özel bir dönemin, özel bir anın koşullarına atıf yapılarak savunulabilir. Boykota karşı uygun ifadeler arayanlar, bu sözleri bir araya getirince ortaya çıkan manzara şu oluyor: Boykot istisnadır, seçimlere katılım esastır. Buradan yola çıkılarak, boykotun, devrimin yükselişinin desteklenmesi görevinin öne çıktığı dönemlere uygulanamayacağı tespiti yapılıyor.

Bu iddiayı dile getirenler, eğer sözkonusu makaleyi daha dikkatli okumuş olsalardı şunu görebilirlerdi: “Boykot için en güçlü ve biricik Marksist gerekçeyi incelemeyi, açıklamamızın sonuna sakladık. Aktif boykot, geniş devrimci bir yükseliş dışında bir anlama sahip değildir. Olabilir. Fakat geniş bir yükseliş de daha az geniş bir yükselişten gelişir. Belli yükseliş belirtileri mevcut. Boykot şiarını ileri sürmeliyiz, çünkü o başlamakta olan yükselişi destekliyor, geliştiriyor ve genişletiyor.” (Seçme Eserler, Cilt 3, s397) Lenin bu “biricik Marksist gerekçeyi” somut durumun testinden geçiriyor; proletaryanın kendini toparlayamadığını, fakat sendikal haklar için 20 bin işçiyi temsil eden işçilerin toplantı yaptığını ve genel grev kararı aldıklarını, daha önceki grevlerle kitle hareketinin kabarışı arasındaki bağ bilindiğine göre, bu hareketin yayılacağını bekleyenlerin yanlış bir hesap yaptığını belirtiyor. Çünkü, diyor Lenin: “Şimdi durum farklı. Bugünkü durumun karakteristik belirtisi ilk ‘parlamento’ya duyulan coşku, Duma’ya inanç değil, yükselişe inançsızlıktır. Bu koşullar altında, boykot şiarını zamanından önce atarsak, hareketi hiçbir şekilde güçlendirmemiş, onun önünde duran gerçek engelleri hiçbir şekilde etkisiz kılmamış oluruz. Dahası, hatta böylece ajitasyonumuzu zayıflatma riskini de yüklenmiş oluruz, çünkü boykot kesin olarak öne çıkmış bir yükselişe uygun şiardır, oysa bugün bütün sıkıntı, geniş halk çevrelerinin yükselişe inanmamalarında, yükselişin gücünü görmemelerinde yatıyor.” (Seçme Eserler, Cilt 3, s 400-401)

Buna rağmen Lenin, gelecekte bu durumun değişeceği varsayımıyla, partinin elini kolunu şimdiden bağlamamak için, yükseliş anlarında boykotun nasıl kullanılacağına işaret ediyor. “Önce bu yükselişin gücünü olgularla kanıtlamaya bakmamız gerekir ve ancak ondan sonra yine de bu gücü dolaylı olarak ifade eden bir şiarı ileri sürebiliriz. Evet, ondan sonra da saldırı nitelikli devrimci bir hareket için, dikkatleri... III. Duma’dan gelecek özel bir şiarın gerekip gerekmediği sorusu var. Belki de gerekmeyecektir. Henüz hiç parlamento görmemiş tecrübesiz kalabalığı gerçekten coşturabilen bir şeyi dikkate almamak için, dikkate alınmaması gereken şeyi boykot etmek belki gerekebilir. Fakat bugünkü demokratik ya da yarı-demokratik kalabalığı coşturma yeteneğinden tamamen yoksun bir kurumu dikkate almamak için, hiç de ille de boykot ilan etmeye gerek yok.” (Seçme Eserler, Cilt 3, s 401)

Lenin’in söylediklerini özetleyelim: Artık devrimin gericiliğe kesintisiz saldırısı yok, ama bundan daha azı, yani “gücü olgularla kanıtlanmış bir yükseliş” varsa ve bu yükselişin saldırı nitelikli bir devrimci harekete dönüşmesinin önünde, parlamenter hayaller bulunuyorsa, boykot şiarı yükseltilebilir. Ve bu akıl yürütme hiç de Marksizme yabancı değildir. “Yükselme anlarında bu şiarı kullanmayı baştan reddetmeyiz” (aynı yer, s 402)

İşte Lenin’i devrimci yükselişin kesin bir olgu olduğu 1912’de boykot şiarından uzak tutan, burada ifade edilen o özel durumdu. 1912’de harekete geçen işçilerdi. Üstelik Bolşevik sloganlarla. 1905’in kazandırdığı birikimle, bu işçiler üzerinde parlamenter hayalciliğin etkisi kırılmıştı, hareketin önünde engel olamıyordu. Lenin, aynı çizgiyi bu kez 1915’te devrimci yükselişten farklı olarak tüm sınıfları derinden etkileyen ekonomik ve politik krizin kesin bir olgu haline geldiği zaman, bir kez daha dar bir kapsamda yalnızca ajitasyon için ve yalnızca, Duma üzerinden Çarlık’la gizli kapaklı işler çeviren Kadetlerin ne yaptığından haberdar olmak için izleyecekti.

1908’den itibaren Bolşeviklerin Dumayı nasıl kullandıkları biliniyor. Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur: Gericiliğin, baskının göz açtırmadığı, işçileri Duma’nın “gündelik, tekdüze” çalışmasına mahkum ettiğinde bile Lenin, 1905 Devriminin temel şiarlarından bir adım bile ödün vermedi. Bütün örgütleri dağılmış parti, bir varlık yokluk noktasına gelmişti ama 1908’de Lenin, “Partinin Görevleri Üzerine Bir Karar Taslağı”nda (Seçme Eserler, Cilt 4, s 22) 1905-07 şiarlarının budanmasına karşı mücadele çağrısı yapıyordu. Bu şiarlar şunlardı: Demokratik Cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü, malikane topraklarının zoralımı. Kolaylıkla görüleceği üzere bunlar, ayaklanma ve GDH şiarlarıdır. Bolşevik işçiler bunlara “üç sütun, üç balina” adını takmıştı.

Gazetelerde ve toplantılarda Cumhuriyet lafının daha yasaklandığı bir zaman diliminden bahsediyoruz. Bu ağır baskı, Menşevikleri şiarların budanması fikrine sürükledi. Her yenilgi döneminde olduğu gibi, sağ tasfiyecilik yine işbaşındaydı. Sağ tasfiyecilik “dernekleşme, ifade özgürlüğü” gibi reformist talepleri ön plana çıkardılar. Her zamanki gibi, sağ tasfiyecilik, devrimci şiarların budanmasıyla baş gösteriyor. Otuz yıl aradan sonra “üç Zürichli”nin kopyaları Rusya’da türemişlerdi. Kimileri tıpkı Martov gibi, reformist tasfiyeci fikirlerini devrimci lafazanlıklar ardına gizlemeyi başaran “akıllı” oportünistlerdi. Kimileri de, Larin tipinde, fikirlerini sonuna dek takip eden, “en temizinden tam, özden, tertemiz reformculuk” yapanlardı. Lenin’in aktardığı Larin’in yazdıklarını okumak, bugün için bile dersler çıkarmaya yarar sağlıyor:

“İnsanların gelen günün ne getireceğini, kendilerine nasıl bir hedef çizeceklerini bilemedikleri şaşkınlık ve belirsizlik hali -işte, ya devrimin yinelenmesi olasılığından ya da ‘bekleyelim bakalım’ yollu anlaşılmaz umutlardan ve kararsız, eyyamcı ruh halinden ortaya çıkan şey budur. İlk ağızda yapılması gereken şey, eli kolu bağlı, bir şeyler olmasını beklemek değil, geniş çevreleri, onlara rehberlik edecek bir fikirle beslemektir. Bu fikir, Rus yaşamının gelecek tarihsel döneminde, işçi sınıfının kendisini ‘devrim için’ ya da ‘bir devrim bekleyişi içinde’ örgütlemesi değil, ama sadece [ama sadece sözüne dikkat edin] yaşamın her yönünde belli başlı çıkarlarını sistemli ve kararlı olarak korumak üzere örgütlemesi gerektiğidir.” (Tasfiyecilik Üzerine, s 177)

Ne kadar tanıdık geliyor öyle değil mi? Dileyen, Larin’in yazdığı bu satırları alıp şöyle bir politik teste girişebilir. Elinize Tasfiyecilik Üzerine kitabını alın ve tüm oportünist çevrelere, kadroları dahil, bu satırları okuyun, alacağınız tepki “Bravo Lenin’e işte biz tam da bunu savunuyoruz” olacaktır. Bu topraklarda devrimi belirsiz bir geleceğe ertelemek ve geniş çevreleri onlara rehberlik edecek bir fikirle beslemek, yaşamın her yönünde çıkarlarını kararlı (illa ki kararlı!!) olarak korumak üzere örgütlenmek... bu öylesine kökleşmiş ve kabul görmüş önyargıdır ki, Leninist Parti’nin bu apaçık tasfiyeci kalıbı kırmaya dönük her adımının anlamsız aşırılık olarak görülmesine şaşmamak gerekir.

Leninist Partinin genel olarak reformlar mücadelesine nasıl baktığı biliniyor, özel olarak ele almaya gerek yok. Ama bir devrimi en başa almadan, faşizmi temelleriyle birlikte yıkma görevine ve hedefine bağlanmayan, tek tek reformlar/haklar için mücadelenin umutsuzluğu üzerine Leninist parti ne zaman bir propagandaya girişse, oportünist tasfiyeciliğin tepkisi aynıdır. “Devrime -ya da kapitalizmin kökenine diye de okuyabiliriz- yönelen bir kalkışma var da biz mi göremiyoruz?” Lenin her zamanki sadeliği ve netliği ile yine bizi aydınlatıyor: “Yalınkat bir demokrat tüm sorunu kalkışma var mı yok mu sorusuna indirgeyebilir. Marksistse her şeyden önce, sınıflar arasındaki siyasal sınır çizgisiyle ilgilidir. Bu çizgi bir kalkışma sırasında da kalkışma yokken de aynıdır.” (aynı yerde, s 187)

Umut Çakır

Devam Edecek...

 

İlk bölümü okumak için tıklayınız.

İkinci bölümü okumak için tıklayınız.

Üçüncü Bölümü okumak için tıklayınız

Dördüncü bölümü okumak için tıklayınız

Umut Çakır'ın Yeni Dönem Yayıncılık'tan 2019'da yayınlanmış olan Seçimler Ve Devrimci Politika kitabından alınmıştır. Kitaba ulaşmak için tıklayınız.