Marx, Engels ve Lenin’in görüşleri adeta yıllanmış şarap gibi, zaman geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. Bunun nedeni, olguların zaman içinde kendilerini tüm yönleriyle açığa vurmasıdır. Marksizm-Leninizmin kurucuları, bilimsel sosyalizme dair görüşleri geliştirip ortaya koyarken, olgular henüz kendilerini tüm yönleriyle göstermedikleri gibi, eskinin içinde yeni uç verip gelişmeye başlıyorlardı. Olguların genel doğrultusuna dayanarak ortaya konan bu teorik görüşler, yaşanan süreçte tekrar tekrar pratikte sınanıp hayat tarafından doğrulandıkça daha iyi anlaşılır oldular.

Marx ve Engels kapitalizmin genel işleyiş yasalarını açığa çıkarıp gösterdiler, Lenin ise emperyalizmi tahlil ederek proletarya diktatörlüğü teorisini geliştirdi. Onların, daha filiz halindeyken çözümleyip gösterdiği olgular zaman geçtikçe olgunlaştı, tüm yönleriyle kendilerini açığa vurdu. Marx, Engels ve Lenin’in teorileri de sınıflar mücadelesinin pratiğinden geçerek doğruluklarını kanıtladılar. Tarihsel gelişme, onların işaret ettiği yönde ilerledi, bilimsel sosyalizm tarih tarafından doğrulandı. Bu görüşler ilk ortaya konduklarında bütünlüklü olarak anlaşılamadı, ama geçen süreçte bu görüşler olaylar ve olgular tarafından tekrar tekrar doğrulandı; daha açık ve daha derin kavranmaya, anlaşılmaya başladı.

Marx, “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” der. Bu, Marx’ın ve takipçilerinin, emekçi yığınların hareketine ve mücadelesine verdikleri önemden, biçtikleri değerden kaynaklanır. Emeğin o evrensel kurtuluşu, burjuva topluma ve sermayeye dayalı bu üretim sistemine son vermesiyle başlar. Bunun için işçilerin enerjisine, emekçi yığınların enerjisinin açığa çıkarılması, harekete geçirilmesi gerekir. İşçi sınıfının kendi öz hareketi olmadan, işçi sınıfı sınıflar mücadelesinde güç üstünlüğünü ele geçirmeden bu gerçekleşemez.

İşçi sınıfı tarihin en devrimci sınıfıdır demek, işçi sınıfı devrimin öncü gücüdür demek; işçi sınıfının devrimdeki konumunu ve rolünü belirlemek yetmez. Marksizm-Leninizm tarihsel gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan her yeni durumda somut koşulları ve bu koşullarda işçi sınıfının ve diğer sınıfların konumu yeniden ele alıp irdeler. Mücadelenin her aşamasında işçi sınıfının konumu ve dönemin özelliklerini yeniden ele alır. Marx 1848 Devriminden başlayarak bunu tekrar tekrar yaptı. “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire”inde 1848 Devrimi sırasında ve sonrasında Fransa’da toplumsal sınıfların konumlarını, sınıfsal davranışlarını ve özelliklerini ayrıntılarıyla çözümler. Daha sonra Fransa’da İç Savaş’ta bu sefer 1871 Paris Komünü sırasında sınıfların konumlarını ve tutumlarını irdeler. Reiniche Zeitung’daki yazılarında aynı şeyi 1848 Almanyası ve Alman Devriminde yapar. Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim’de aynı şeyi bu sefer Engels yapar; o dönemin somut koşulları içinde işçi sınıfı başta olmak üzere bütün toplumsal sınıfların karşılıklı ilişkilerini, konumlarını ele alıp çözümler. Lenin de aynı şeyi üç Rus Devrimi sırasında yapar; somut koşulları her yeni durumda yeniden çözümler; bu somut koşullara bağlı olarak işçi sınıfının konumunu, görevlerini ve Rus Devrimindeki yerini, rolünü açıklar.

Şimdi şunu sormak gerekiyor: “İşçi sınıfı devrimin öncü gücüdür” demek ne demektir? Burada işçi sınıfını ve işçi sınıfının devrimci sınıf politikasını ele almak gerekir. Bu ikisi birbirleriyle ilişkili ama ayrı kavramlardır. İşçi sınıfının nesnel olarak varolması, orada otomatik olarak işçi sınıfının devrimci sınıf politikasının da var olması anlamına gelmez. Zira kendiliğinden işçi sınıfı ya da işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesi işçi sınıfının devrimci bir sınıf olarak davranmasını ya da proletaryanın devrimci sınıf politikasının varolmasını sağlamaz. İşçi sınıfının devrimci bir sınıf olarak davranması için devrimci sınıf politikasının var olması yani işçi sınıfının kurtuluşu hedefiyle mücadele eden bir işçi sınıfı hareketi olması gerekir.

İşçi sınıfının devrimci sınıf hareketinin ya da devrimci komünist partinin varlığı, işçi sınıfının devrimci sınıf politikasının belirlenmesi, harekette yer alan işçi sayısı ile ölçülemez. Öncülüğün esası, kapitalizmi yıkacak, yerine daha ileri bir toplum olan sosyalizmi kuracak programa ve politikaya sahip olmasında yatar.

Şimdi bu genel belirlemeden sonra özele Türkiye’ye gelebiliriz. Türkiye’de sosyalizm davasının, sosyalizm mücadelesinin tarihi cumhuriyet öncesine kadar uzanır. Ancak bütün bu tarih boyunca birbirinden farklı devrim anlayışları savunuldu. Kimileri bunun bir köylü devrimi olacağını söyledi, kimileri milli demokratik devrim, kimileri ulusal demokratik devrim dedi; anti-oligarşik devrim diyenler de oldu, sosyalist devrim1 diyenler de. Sadece Leninist Parti ve ona öngelen devrimci hareket, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Demokratik Halk Devrimi dedi.

Köylü devrimi, milli demokratik devrim, ulusal demokratik devrim, anti-oligarşik devrim gibi birbirlerinden farklı biçimlerde ifade edilen bu devrim anlayışlarının hepsi, özünde aynı şeyi ifade eder. Buna göre burjuvazi Türkiye’de devrimini tamamlayamamıştır, bu nedenle önümüzdeki devrim, burjuva karaktere sahiptir. Bu devrim, milli, ulusal ya da anti-emperyalist burjuva kesimlerle ittifak kurularak yapılmalı; ulusal bağımsızlığı ve demokrasiyi hedeflemelidir.

Burada, artık geçmişte kalmış gereksiz bir polemiğe girmeyecek, iki şeyin altını çizmekle yetineceğiz. İlki, emperyalizm koşullarında, finans kapitalin egemenlik çağında ondan bağımsız ve ona karşı bir sermaye ya da kapitalizm yoktur, olamaz. İkincisi, Türkiye’de burjuvazi kendi devrimini yapmış, kendi ulusal devletini kurmuş ve bu topraklarda feodalizmi, evrimci biçimde de olsa, tasfiye etmiştir. Yani artık bir bütün olarak köylülük diye ayrı bir sınıf kalmamış, sınıfsal parçalanmaya uğramıştır. Buradan anlaşılacağı gibi ne köylü devrimi, ne de milli, ulusal, anti-emperyalist burjuva kesimin içinde yer alacağı milli ya da ulusal demokratik devrim veya aynı anlama gelen anti-oligarşik devrim mümkün değildir. Bunları savunmak, tarihsel olarak aşılmış olanı, geçmişte kalanı, geri olanı savunmaktır.

Öncelikle, Türkiye işbirlikçi karakterde de olsa, tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir ülkedir. İşbirlikçilik nedeniyle emperyalizmle bağımlılık ilişkileri içinde orta derecede gelişkin kapitalist bir ülkedir. Tarımdan sanayiye, finanstan hizmet sektörüne bütün alanlarda tekelci sermaye kendi egemenliğini kurmuştur. Ama bu, Türkiye’de burjuvaziden ve işçi sınıfından yani iki sınıftan oluşan bir toplumun varlığı anlamına gelmez, zaten dünyada böyle bir ülke de, toplum da yoktur. Nüfusun küçük bir azınlığı burjuvalardan oluşurken, önemli bir kesimi mavi yakalısıyla, beyaz yakalısıyla ücretli emekçilerden oluşur. Ayrıca nüfusun önemli bir kesimini oluşturan kır ve kent küçük burjuvaları, küçük mülk sahipleri vardır. Yani nüfusun çoğunluğunu tek başına işçiler, işçi sınıfı oluşturmaz. Burası önemli. Çünkü işçi sınıfının, halkın genel çıkarlarını temsil eden öncü sınıf olması buna bağlıdır.

Lenin, “Avrupa’da 1871’de proletarya kıta üzerindeki hiçbir ülkede halkın çoğunluğunu oluşturmuyordu. Çoğunluğu gerçekten de harekete katan bir halk devrimi, ancak hem proletaryayı hem de köylülüğü kucaklaması durumunda böyle bir devrim olabilirdi. O dönemde ‘halk’ı bu iki sınıf oluşturuyordu.” diyor. (Lenin, Collected Works, C.25’ten aktaran Wang Hui; Çin’in Yirminci Yüzyılı, Sf.244)

İşçi sınıfı nüfusun çoğunluğunu oluşturmadığına göre ancak bir halk devrimi nüfusun çoğunluğunu kucaklayabilir ve genelin çıkarını savunup gerçekleştirebilir, işçi sınıfının ve tüm toplumun geleceğini yaratabilir. Demokratik Halk Devrimi’nin temelinde yatan asıl neden budur. Yoksa kimilerinin savunduğu gibi, tek başına politik özgürlüğün, politik demokrasinin kazanılması uğruna mücadele değil.

Lenin 1917 Şubat Devrimi’nden sonra iktidarı ele geçirmekten söz eden Bolşeviklere, “Biz komplocu değiliz” diye karşı çıkıyordu. Zira Sovyetler nüfusun büyük çoğunluğunu temsil etse de, Sovyetlerde çoğunluk bolşeviklerde değildi. Bizde de nüfusun çoğunluğunu tek başına temsil etmeyen proletarya, iktidarı tek başına ele geçiremez. Bu durumda nüfusun büyük çoğunluğunu karşısına alır. İşte Halk Devrimi kategorisini doğuran olgu budur. Ama feodalizm tasfiye edildiğine, köylülük sınıfsal parçalanmaya uğradığına göre işçi-köylü ittifakı da olamaz. Nüfusun önemli bir kesimi de proletaryadan, kır ve kent emekçilerinden, yoksullarından oluştuğuna göre; halk devrimini gerçekleştirecek olan ‘halk’ı bu iki sınıf oluşturur, bu iki sınıfın ittifakı oluşturur.

Bu durumda işçi sınıfı sadece kapitalist üretimin gerçekleşmesinde, üretim sürecinde yer almakla kalmaz; burjuvazinin karşısına nüfusun geniş kesimlerinin ezici çoğunluğun öncüsü, politik temsilcisi olarak çıkar, halkın genel isteklerini ve geleceğini temsil eder, savunur.

Bu genel çıkar ve gelecek iki yanlıdır. İlki, işçi sınıfının, halkın öncüsü olarak halkın genel çıkarlarını temsil etmesi, savunması; ikincisi ise sınıf karşıtlığının, giderek sınıfların ortadan kaldırılmasına bağlı olarak proletaryanın nihai kurtuluşu hedefinin savunulmasıdır.

Demokratik Halk Devrimi’nde halkı oluşturan ittifak, asla çeşitli sınıfların ya da işçi sınıfıyla küçük burjuvazinin politik temsilcilerinin, partilerinin yan yana gelmesi olarak anlaşılmamalıdır. Bu ittifak, devrimin öncüsü olan işçi sınıfının bağımsız devrimci sınıf politikasına dayanarak, sorgulanıp tartışılamayacak bir politika izlemesiyle gerçekleşecek; kır ve kentin küçük burjuva kesimleri burjuvazinin ideolojik ve politik etkisinden kurtararak fiilen kurulacaktır. Küçük burjuva kesimler, devrimci kavgaya girdikleri zaman ve girdikleri ölçüde bu ittifak da etkili olacaktır.

Özgür Güven

1 Sosyalist devrim bu yazının konusu değil. İsteyenler Taylan Işık’ın “Reformizmin Eleştirisi” kitabına bakabilirler.