Politik mücadelenin doğuşunda, makinalı üretimin ortaya çıkışının belirleyici önemi vardır.

Marx Kapital’in birinci cildinin dördüncü kısmında, Engels ise “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı kitabında, üretimde, sanayi ve makinalı üretimin yerinin artmasını ve bu durumun işçilerin yaşamı üzerindeki etkilerini detaylıca ele alırlar. Bu durumun, işçi hareketi tarihinde bir dönüm noktası teşkil ettiğini gözler önüne sererler.

Makine kullanımı demek, emeğin verimliliğinin artması demektir. Kapitalistler bunu, işçilere karşı bir silaha çevirirler. Makine kullanımının, eskisine oranla çok daha az sayıda işçiyle aynı üretimi yapma imkanını vermesi, kapitalistlerin, işçileri kitlesel olarak sokağa atmasına neden olur. Makinaların daha az fiziksel güç gerektirmesinden yararlanan kapitalistler, bir yandan da kadın ve çocuk emeğini de üretim sürecine dahil ederek, işçiler arası rekabeti daha da artırırlar. Bu durumu (yani iş gücü talebinin azalmasına karşın iş gücü arzının daha çok artmasını) yine işçilere karşı, ücretleri daha aşağıya çekmek için de kullanacaklardır. Ve böylece, makineli üretimin işçiler arası rekabeti artırıcı etkilerinden yararlanarak, işçilere daha da köleleştirici koşullar ileri sürerler: İş gününü uzatmak, gece çalışmaya zorlamak, tatil olanağını ortadan kaldırmak ve ücretleri daha da düşürmek vb. Marx, buharlı dokuma tezgahlarıyla birlikte 800 bin dokumacının durumunu şöyle anlatır;

“... Tarih, İngiliz el dokumacılarının yavaş yavaş yok olmasından daha korkunç bir trajedi kaydetmez; bir kaç on yıl boyunca süren bu yok olma, en sonu 1858’de sona ermiştir. Bunların çoğu açlıktan ölmüşler, pek çok aile günde 2 peni ile uzun bir süre bitkisel bir yaşam sürdürmüşlerdir...” (Kapital 1)

Sanayi ve makineli üretimin yol açtığı işsizlik, işçileri tümüyle savunmasız bırakmıştır. İşçiyi bu döneme kadar koruyan el becerisi, ustalık değerini yitirmektedir. Makineli üretim, makine kullanmaya hızla adapte olabilen acemi işçilerin ve çocukların, el becerisi olan işçilerin yerini almasını olanaklı kılmaktadır. Dolayısıyla kapitalist, makinanın üretim sürecine sokulmasıyla, insanlık dışı çalışma koşullarına karşı durmaya çalışan her işçiyi kapı önüne koyma rahatlığına kavuşmuştur. İşçi tek başına, kapitalist karşısında tamamen aciz konuma düşmüştür.

İşçiyi, yaşam koşullarına karşı isyana zorlayan şey, insan olarak bu acizlikten kurtulmak için yol aramaya da zorlar. Bir insan olarak kapitaliste ve onun zulmüne karşı kendini savunma arayışına girer. Ve bu arayış, onu birleşmeye, yani örgütlenmeye götürür. Zaten yasadışı biçimde nüveleri oluşmaya başlamış olan işçi birlikleri, makineli üretimin yarattığı yıkımla birlikte daha hızlı gelişir. Ve burjuvazi karşısında halkın desteğini almak isteyen soyluların 1824’de işçilerin önündeki örgütlenme yasaklarını kaldırmasıyla, İngiltere’nin dört bir yanında sendikalar kurulur. Bu işçi birlikleri, elde ettikleri başarı sayesinde tüm dünyaya yayılarak, işçilerin evrensel mücadele aracına dönüşür. Kapitalistin karşısındaki güçsüzlüğünün tek başınalığından geldiğini gören işçi, işçi arkadaşlarıyla birleşerek yani aralarındaki rekabeti frenleyerek, bir güç haline gelmiş ve böylece dizginsiz baskı ve sömürüye karşı direnme olanağına kavuşmuştur.

Anlaşılacağı üzere sendikalaşma (birleşme, örgütlenme) bilincinin yayılarak gelişmesi makineli üretimin bir sonucudur. Ve yine görüldüğü üzere, sendikalaşma hakkının elde edilmesi de politik mücadelenin ürünü olur.

Makineli üretim sayesinde yüzlerce hatta binlerce işçi aynı fabrika veya bölgede çalışmaya başlamıştır. Bu, işçilerin sıkıntılarını birlikte tartışma ve ortak harekete geçme yönünde eğitilmelerini daha da olanaklı kılar. İşçilerin hem aynı mekan içinde bulunmaları hem de sürekli iş değiştirmelerinin mümkün hale gelmesi; tüm fabrika koşullarının hemen hemen aynı olduğunu, sömürünün aynı olduğunu, bu durumun kapitalistlerin kişiliğinden bağımsız bir durum olduğunu hızla görmelerini sağlar. Tüm bunlar, işçiler arasında dayanışma ve birlikler (sendikalar) kurma bilincinin gelişerek yayılmasına neden olur. Bu bilinç gelişip yaygınlaştıkça, grevlerde de artışlar başlar.

Kapitalistlerin makineli üretimin yarattığı olanaklardan faydalanarak işçilerin üzerindeki zulmü artırmasına, yine makineli üretimin yarattığı koşullar sayesinde işçilerin birleşerek ve örgütlenerek karşılık vermesi, kapitalistlerin yeni önlemler almasına neden olur.

Kapitalistler de, işçiler karşısında ortak hareket etmek için birleşir. Fabrikalarını başka yerlere taşıyarak, işleri evlerde çalışanlara yaptırarak veya bir kısmını başka yörelerde yaptırarak ve akla gelmeyecek binlerce hile ve dolapla işçilerin birliğini bozmaya, işçilerin örgütlü mücadelesine engel olmaya çalışırlar.

İşçilerin direncini kırmak için, dolaylı veya dolaysız bir çok yoldan kendilerine bağlı olan devletten yardım istemeyi de unutmazlar. İşçilerin kapitalistlerle ilişkisini düzenleyen yasalar çıkartılır. Herkes için bağlayıcı olan bu yasalarla, kapitalistlerin çıkarlarının korunması ve ilerletilmesi artık devlet güvencesine bağlanmış olur. Tek tek memurların haksızlığı değil, yasanın haksızlığı vardır artık. Yasalarla işçilere tanınan sözde bir kaç hak varsa da, bunlar hiç bir zaman etkin biçimde kullandırılmaz. Ya fiilen ya da yasaların bir yerlerine yerleştirilmiş hükümlerle, işçilerin bu kıytırık haklarının kullanmasına dahi izin verilmez. Olmadı, bu haklar yeni bir yasa ile ortadan kaldırılır.

İşçilerin karşısında şimdi, hükümetin de desteğini almış kapitalistler sınıfı vardır. Kapitalist sınıf bir bütün olarak, hükümetin yürürlüğe koyduğu yasalara ve emrine verdiği polis gücüne sırtını dayayarak işçi sınıfına karşı mücadele eder. Tüm kapitalistler tek bir çıkar etrafında birleşir: İşçilerin ücret ve haklarını olabildiğince asgari düzeye çekmek.

İşçi, çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için harekete geçtiğinde, karşısında, tek bir kapitalisti değil, emeğin sermaye tarafından sömürülmesinden yana olan, buna izin veren bir toplumsal düzeni (örgütlenmeyi, işleyişi) bulacaktır artık. Bütün kapitalistler sınıfını kollayan ve onların bir dediğini iki etmeyen devlet gücünü bulacaktır. Bu durum, işçi sınıfının mücadelesinin, kendiliğinden de olsa, toplumsal düzene karşı mücadeleye dönüşmesine neden olur. İşçilerin mücadelesi, kendileri farkında olsun ya da olmasın, toplumsal bir anlam kazanır. Böylece, işçi sınıfının kapitalistlere karşı ekonomik mücadele biçiminde başlattıkları savaşımının yanına, kısa zamanda politik mücadele eklenmiş olur.

İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için tek bir fabrika hatta bir sanayi kolunda birleşmesi bile yetersiz kalmaktadır artık. Tüm işçiler, kendilerini kapitalistlere ezdirmemek, insani yaşam koşullarına kavuşmak ortak amacıyla birbirlerine bağlı hale gelmişlerdir. Bunun için bir sınıf olarak birleşmenin, bir sınıf olarak harekete geçmenin ve devlet iktidarını kendi lehlerine işlemesini sağlamanın önemli olduğunu görmüşlerdir. Sermaye ve onun devletine karşı, az çok bilinçli bir davranış çizgisi izlemeye ve bu doğrultuda taleplerde bulunmaya başlamışlardır.

Görüldüğü üzere, işçi sınıfının politik mücadelesinin tarihsel olarak kendini ilk ortaya koyuş biçimi, sendikalar aracılığıyla, çalışma ve yaşam koşullarının yasal güvenceye kavuşturulmasını devletten/hükümetten talep etme ve bu talep doğrultusunda baskı kurma biçiminde olmuştur. Bu, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesiyle ulaştığı kendiliğinden bilinç düzeyinin ürünüdür.

Lenin, işçi sınıfının kapitalistlere karşı savaşımındaki ekonomik-politik mücadelesinin bu tarihsel düzeyini trade-unionist, sendikal mücadele olarak tanımlar ve şöyle anlatır;

“.... mesleki taleplerin, çalışma koşullarına yönelik mesleki iyileştirme taleplerinin ‘yasa koyucu ve idari önlemler’ yardımıyla yerine getirilmesini hedeflemek... Bütün işçi sendikalarının yapmakta oldukları işte budur ve hep bu olmuştur. Son derece bilgili Webb çiftinin eserlerine göz atıldığında, İngiliz İşçi Birlikleri’nin ‘ekonomik mücadelenin kendisine politik bir nitelik kazandırmak’ görevini çoktan beri kabul ettiklerini ve uyguladıklarını; çoktan beri grev özgürlüğü, kooperatif ve sendika hareketinin önündeki bütün yasal engellerin kaldırılması, kadın ve çocukların korunması için yasaların çıkarılması, sağlık alanında ve fabrikalarda, yasamanın yardımıyla koşulların iyileştirilmesi vs mücadele ettikleri görülür...” (c-2/ 89)

“...Eğer politikadan trade-unionist politika anlaşılıyorsa, yani tüm işçilerin devletten, kendi durumlarına özgü sıkıntıları hafifletecek... şu ya da bu önlemleri almasını sağlama çabaları anlaşılıyorsa... işçi hareketinin kendi içinden kendiliğinden çıkan politik mücadeleyi (daha doğrusu; işçilerin politik istek ve taleplerini) tamamen tanıyor... (c-2/73)... Trade-unionlar her zaman belli bir politik ajitasyon ve politik mücadele yürütmüşlerdir.” (c-2 / 80).

Umut Çetiner