ABD füzeleri Hacı Kasım’ı (K. Süleymani) Bağdat’ta acımasızca katledince, aklımıza bir doğu masalı geldi. Herkes bilir. Akrep, önüne çıkan azgın sel sularını aşmak için kunduzdan yardım ister ve onu sokup zehirlemeyeceğine dair söz verir. Ama tam da azgın suların ortasında kunduz sırtında bir acı duyar: “Ne yaptın?” der akrebe “şimdi ikimiz de boğulacağız.” Akrep cevap verir: “Kusura bakma benim doğam böyle...”

Dünyanın dört bir tarafında, büyük, küçük, bütün burjuva gericiliği, bentleri yıkıp geçen bir sel suyunun içinde çırpınıp duruyor. Bazen telaşla birbirlerine tutunuyorlar, minik bir ağaç kütüğü bulduklarında başlıyorlar birbirlerini tekmelemeye. Sel suları, yani küresel devrim dalgası, hepsini saklandıkları bentlerin ardından çıkardı. Sağa sola savurdu; geleneksel ittifakları çözdü ve yerini can havliyle yapılan geçici, güvensiz ittifaklara bıraktı. Burjuva sınıf, dünya çapında adeta raydan çıktı.

Daha spesifik konuşmak gerekirse, ülkelerin geleneksel burjuva politikalarında bazı yasaklı alanlar her zaman vardır, sözü edilmez, tartışılmaz, ama en derindeki korkuyu açığa çıkarmaya yeter. Bilinir ki, ABD geleneksel politika sahnesinde iki sözcük hiç tartışma konusu yapılmaz. Birincisi sosyalizmdir, ikincisi iç savaş. ABD mali oligarşisi neredeyse yüzyıldır sosyalizm ve iç savaşın kendi topraklarında asla yer bulamayacağına dair güvenceler verdi. Bastırılan her olgu gibi, bu ikisinin geri dönüşü de, adeta bir patlama biçiminde oldu. Ve en tepedekilerin dilleri çözüldü. Şimdi Trump, nerede mikrofon görse, sosyalizmin ABD’yi teslim alamayacağı üzerine yeminler ediyor. İç savaşı dillendiren yine o; “Polis, asker, motosikletli çeteler, bütün sert adamlar(…) benden yana, beni azlederseniz iç savaş çıkar.”

Mali oligarşinin eğilimleri ABD’de, genelde pratik, en kaba, kıra döke sergilenir. İngiltere’de ise bu eğilimler hem daha derin hem de programatik yollardan hayata geçer. Bu yanıyla eski hegamon İngiltere, ABD’nin akıl hocasıdır. Londra elitlerinin yasaklı kavramları, açık sözlülük, dobralık ve faşizmdir. Yüzyıllar boyunca ezilenlerin isyanıyla defalarca sarsılmış bu ada devleti, politik ikiyüzlülüğü ustalık derecesinde uygular. Bunu, aristokratik saygınlık, diplomatik nezaket ardına saklamayı hep başarmışlardır. Çalışan nüfusun neredeyse tamamı proleter olan bu ülkede, parlamenter oyunların gürültüsü, bürokrasinin karanlık labirentlerinde mırıltıya dönüşür. Oysa şimdi öyle bir başbakanları var ki, aristokratik saygınlık, incelikle dolu parlamenter tiyatro ve bürokratik buz dağı, tehdit altında. Bir futbol maçında sekiz yaşında bir çocuğa uçarak attığı kafa döne döne ekranlarda gösterilen Boris Johnson, mali-oligarşinin karanlık odalarında puro dumanı altında dile gelen ne varsa, meydanlarda haykırıyor. Irkçılık, kadın düşmanlığı, burjuva sınıfa dair başka ne ararsan var. İngiliz gericiliğinin yüzlerce yıllık Tory partisinin duayenlerini kapının önüne koyuveriyor. Kovulanlar şaşkın ve öfkeli, Johnson’un “iş çevrelerinin değil ama mali piyasaların küçük bir azınlığının temsilcisi” olduğunu ifşa edip, sonra gidip ona oy verirken buluyorlar kendilerini. Ve İngiltere, 1688 Şanlı Devriminden bu yana hiç aksamamış parlamenter sistemi, yürütme erki lehine tasfiyeye hazırlanırken, kendini birden “Yeni Faşizm” tartışmalarının odağında buluveriyor.

Fransa’da Macron, NATO’nun beyin ölümünü ilan ededursun, NATO zirvesinde, soğuk savaşın en azılı günlerinde bile atılmayan adım karara bağlanıyor. NATO, adeta şipşak, Çin’i “baş düşman” listesine ekliyor. Japonya, anayasasını çiğneyip, 70 yıldır titizlikle uyduğu ana kuralı bozup donanmasını bir dış savaş göreviyle okyanuslara salıyor. Hindistan’da Mondi, zamanında milyonlarca cana mal olan dinler arası savaşı, on yıllardır titizlik ve incelikle engelleyen yasaları bir çırpıda aşıyor. Suudi petrolünün üçte birini havaya uçuran saldırı karşısında adeta “inme inen” Riyad, ıslık çalıp havaya bakan Trump’a inat, soluğu Putin’in teskin eden kollarında alıyor. Bu arada Putin, Avrupa’ya karşı, neredeyse övercesine Stalin’i savunma pozisyonunda buluyor kendini. Sınıflar mücadelesini onyıllardır reddeden, Alman SPD, son kongresinde, bu mücadelenin sertleştiğini ve ancak daha sol politikalarla sürecin karşılanacağını karar altına alıyor. Ve nihayet, sırada sonuncu, ama ahmaklıkta kesinlikle sonuncu olmayacak şeklide, Türkiye, “M. Kemal de orada savaşmadı mı?” bahanesiyle Libya’ya huruç ediyor. Raydan çıkan çıkana...

İç politikada geleneksel yolların terk edilişi, dış politikada yansımasını, ittifakların dağılmasında ve güvenilmez-geçici yeni ittifaklarda buluyor. Hepsi, tek bir olguya işaret ediyor. Dünya çapında burjuva egemenliği politik krizin olgun bir aşamasındadır. Uzun süredir etkin olan devrimci durum ve politik kriz, dünya burjuva sınıflarını, panik ve korkuyla atılmış, geri alınamaz adımlara sürüklüyor. Bu yüzden, sel sularının orta yerinde birbirlerini sokup, hep beraber dibi boylamaya yazgılılar.

Krizin çapına dair tespit, sadece Marksistlerden gelmiyor. Örneğin, küresel mali sermayenin sözcüsü Financial Times “Bilderberg sınıfları çok kaygılı” başlığını atıyor ve şöyle devam ediyor: “İçinde çalıştıkları düzenin yıkılmasından, gelecek resesyonda patlak verecek devrimlerden, kitlelerin baltaları bileyip hesap sormaya başlamasından korkuyorlar.” Ağustos ayında kaleme alınan bu yazı, Şili’den Endonezya’ya, büyük devrim dalgasının henüz başlamadığı bir eşikte duruyor. Varın, yaşanan korkuyu tasavvur edin.

Tüm karmaşıklığına rağmen genel eğilimleri apaçık bu tabloda, Hacı Kasım’ın kafasında patlayan füzeler bir anlam kazanıyor.

Hızla Ortadoğu’ya yayılan ve bir devrim aşamasına gelen ayaklanmalar, yalnızca Bilderberg sınıflarını değil ama ulusal ve molla giysiler içindeki burjuvaziyi de fena halde korkuttu ve raydan çıkardı. Lübnan’da Hizbullah, isyancı kitlelere saldırınca, ordu araya girmek zorunda kaldı. Irak’ta devrimci kitleler, Haşdi Şabi’nin genel karargahını ateşe verdi. Son yıllarda yaşanan ayaklanmalarla epeyce sarsıntı geçiren İran sokaklarında, 1980’den sonra ilk kez “Şuralar (Konseyler) Cumhuriyeti” sloganları ön plana çıkmaya başladı.

Ortadoğu’nun gerici burjuvaları, ezilenlerin öfkesinden korunabilmek adına Anti-Amerikancılığı kullanmaktaki maharetleri, İngiliz aristokratik saygınlık oyunlarına parmak ısırtır. (Bu topraklardaki sol, bu oyuna çok çabuk gelir). Ancak bu kez, sözler, söylemler hiçbir işe yaramıyordu. İplerin elden kaçacağı telaşı, hesabı doğru yapılmamış pratik adımlara dönüştü. Irak’ta Haşdi Şabi’yi destekleyen bir grup, ellerini kollarını sallayarak aylardır göstericilere kapalı Yeşil Hat’ı geçip, ABD elçiliğini ateşe verdiler. Irak hükümeti durumu kontrolde zorlanınca, Kasım Süleymani alelacele Bağdat’a uçtu. Fakat zarlar atılmıştı bile. Alevler içindeki elçilik binası görüntüsünden dehşete düşen ABD, kendisini sel sularından karşıya geçirecek kunduzu suyun orta yerinde soktu. Ortadoğu gericiliğinin satranç tahtasındaki veziri düştü.

Acımasız ve korkunç vahşi suikastın, bölgedeki halk ayaklanmalarına ne ölçüde olumsuz yansıyacağı, şimdilik belirsiz. Ancak, şimdiden belli olan bir nokta var. Gericiliği ezilenlerin öfkesinden koruyan bu “anti-Amerikan” söylemi, gücünü, mezhep temelli bir bölgesel ittifaktan alıyordu. İttifakın sahadaki esas yürütücüsü, adına “yaşarken şehit sayılan” payesi verilen aktörü, şimdi artık yok. Bunun yaratacağı özgüven kaybı, gerici bölge egemenlerini ezilenlerin karşısında savunmasız bırakacaktır.

Umut Çakır