Boş hayaller balonunu söndüren, hile-hurdayla sonuçlanan seçim parantezi kapanınca emekçi sınıflar felaket duvarına tosladı; saldırı zincirleme ve amansız. Açlık sorunu zaten cepteydi, şimdi ona barınma, ulaşım, sağlık, eğitim ekleniyor. Yeni felaketler yolda. Önemli önemsiz her ihtiyaç, şu emek cehenneminde yaşamı gerçekten tehdit eden bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Kelimenin tam anlamıyla, işler zıvanadan çıktı.

Bekleneceği üzere, toplum da zıvanadan çıktı. Bireysel öfke patlamalarının önüne geçilemiyor. Kiracı ev sahibiyle, esnaf müşteriyle, yolcu şoförle, borçlu alacaklısıyla, herkes kafa-göz birbirine dalıyor. Öyle böyle değil, silahlar, bıçaklar, satırlar, otomatik tüfekler, taşlar havalarda uçuşuyor, kavga ölümüne... Bu karmaşık manzara, kuşku duyulmasın, can havliyle girişilecek bir genel kavganın ayak sesleridir.

Ölümüne bireysel kavgalar, emekçi sınıfların maddi-manevi enerjisini hızla tüketiyor, fakat hiçbir sınıf bu denli bir tükenişe sonuna dek izin vermez. Çağlayan gibi akan bireysel ölümüne kavgalar, emekçi sınıflarda ileri bir bilincin uyanışını tetikliyor: İster uslu dur, ister sabırla bekle, büyük tehlike geçip gitmiyor, tersine burnunun dibine kadar geliyor. Siyasal kavgadan kaçmak boşuna, o seni bireysel kavga biçiminde gelip buluyor. Bu nedenle, bireysel ölümcül kavgaların alabildiğine yaygınlaşması, toplumsal zorunluluğu kavramanın yoludur. Zorunluluk kendini, işte böyle topluma kendini kabul ettiriyor.

Özcesi, bireysel patlamaların iki yönü var: Birincisi sınıfın maddi-manevi enerjisini tüketen yön, ikincisi zorunluluğu kavrama yönü. Özellikle devrime gebe bir toplumun emekçi sınıfları, tükeniş alametlerine karşı uyanıktır. Ve işte, kesinlikle bu yüzden, bireysel kavga çağlayanına, bir başka patlama eşlik ediyor. Emekçi sınıfların çok farklı bölüklerinin yerel eylem patlaması.

Birbirine paralel iki gelişim mevcut olsa da, emekçi sınıfların enerjisini daha fazla tüketmemesi için, bireysel patlamaları genel politik hatta dökmek için neler yapılmalı? Bireysel patlamaların yaygınlığı, yoğunluğu hesaba katılırsa, şu veya bu partinin müdahale kapasitesini aşması nedeniyle, kendiliğinden patlayacak bir isyana bağlı bir çatışma içinde bulunduğumuzu kabul etmek gerek. Bir devrimci öncü, kendiliğinden harekete bağımlı bir süreçte çalışma yürütmeyi kendisi seçmez. Bu bir tercih sorunu değil; ama güçler dengesinin nesnel değerlendirilmesinin bir sonucudur. Devrimci öncünün temel politik şiarlarının etkin bir güce dönüşmesi için, kendiliğinden patlayacak genel bir harekete bağlı olmak, politikada özgün bir dönemi işaret eder.

Kendiliğinden harekete bağlı çalışma dönemi, kendi içinde pek çok tuzak barındıran özgün bir dönemdir. İlk akla gelen tuzak, öncünün hiç beklemediği bir durumla karşılaşmasıdır. Yıllarca kendinizi hazırladığınız mücadele yöntemi ve biçimleri, sürekli ajitasyonunu yaptığınız genel şiarlar, karşınıza bambaşka biçimlere bürünerek çıkabilir. Bu durumdaki bir öncü, kolaylıkla ipleri elinden kaçırdığı duygusuna kapılabilir. Bu tuzaktan kaçınmanın yolu, bir yandan her bir mücadele biçiminde deneyimli bilgili ve kararlı kadrolar hazırlamak, diğer yandan bu kararlı yapının yanında, yirmi dört saatte şiarları değiştirebilme esnekliğine sahip olabilmek gerekir.

Özgün döneme ilişkin bu diğer tuzak, proleter öncünün iddiasıyla pratiği arasındaki makasın kendini özel bir sorun olarak göstermesidir. Geçmişten farklı olarak, proleter öncünün politik şiarları ve buna bağlı politik iddiaları daha fazla konuşulur, daha fazla göze batar olmuştur. O yüzden bu makas da görünür hale gelir. Gerçekte bu makası güçler dengesinin kendisi yaratmıştır, ama bu durumdan kimileri “beceremiyoruz” sonucu çıkartmaya eğilim gösterir, kimileri ise suçu doğrudan emekçi sınıflara atar. Özgün dönemi proleter öncü için zorlu bir sürece çeviren, bu eğilimlerin proleter saflarda ortaya çıkmasıdır.

Bir başka tuzak, kendiliğinden hareketin patlamasını beklemeye dayalı pasifliktir. Kendiliğinden harekete güven, bir açıdan teskin edicidir, karamsar, umutsuzlukla dolu bakış açısına verilen bir yanıttır, çünkü genel bir hareket için gerekli kitlesel gücün varlığına, gelişimin kaçınılmazlığına atıfta bulunur. Fakat pasiflik tuzağından kurtulmak için, bu vurgular yetmez. Çünkü, her zamankinden daha ağır bedeller ödeyerek yürütülen günlük çalışma ve çabanın, öncüyü bu döneme hazırlamaktaki belirleyici rolü unutulur, günlük çalışmanın önemine dair bilinci karartır. Ve böylece pasiflik tuzağı, kendi çukurunu kazan bir çıkmaza sürüklenir, çünkü kendiliğinden patlamayı beklerken, bugünün görevi ve sorumluluklarının unutulması, çalışmanın en etkin niteliklerini zedeler: özgüven, engel tanımaz ısrar ve bitimsiz enerji.

Sözü edilen çoklu tuzaklardan azade bir çalışma, sadece devrimin temel şiarlarına bağlanmış bir çalışma olabilir. Fakat devrimin en temel sorunlarına çözüm sunan şiarların, günlük çalışmada her kapıyı açan sihirli anahtar olmadığı akıldan çıkarılmamalı. Karşımızda oldukça parçalı, her parçası farklı birikim ve gelişim temposuna sahip bir kitle var. Devrimin temel şiarları, bu farklılık ortadan kalkar ve doğrudan iktidara yönelen kitle hareketi başlarsa etkin bir politik rol oynayacaktır. Henüz böyle fiili bir durum yoksa ve kendiliğinden harekete bağlı özgün süreçte bulunuyorsak, genel hareketi değil ama tek tek kişi ve grupları bu genel şiarlarla büyülemeyi beklemek, kötü bir öncülük örneğidir. İyi bir öncülük, tek tek kişi ve grupları bir araya getirecek başlangıç hedeflerine destek olmayı bilmekten; bu başlangıç hedefleri ne kadar geri olursa olsun, bu yerel dar hareketi daha keskin bir bilince, daha kararlı bir kavgaya yükseltmekten; harekete geçen kitlenin kendi deneyimlerinden, ama en çok da öğrenmesini sağlayacak sabrı gösterebilmekten, onları devrimci bir iradeyle donatıp inisiyatif alma alışkanlığı kazandırmaktan geçer.

Şimdi, böyle iyi bir öncülüğü gerçek bir sınamadan geçirebilecek, çok geniş bir manevra alanı önümüzde açılmıştır: Barınma krizi bu topraklarda yeni değil, ancak ilk kez bu denli yaygın ve can yakıcı hale gelmiş bulunuyor. Geçmişte, metropollerin uzak gecekondu mahallelerinde yıkım boyutuyla ortaya çıkabilen sorun, adeta metropolüyle ve taşrasıyla tüm kenti nüfusu pençesine almış, adeta kıvrandırıyor.

Bu denli, yaygın ölçekte bu barınma krizi karşısında bu deneyim sabrı olmayan devrimci hareket bocalayınca, milyonlarca emekçi içlerinde devrimci kitleler de var, bu soruna bireysel çözümler bulmaya yöneldi. Önemli kavgalara kapı aralayan bu yol, sınıfın enerjisini çok fazla tüketmeye başladı. Yani proleter öncüye, geniş emekçi yığınlar üzerinde etki kurabilecek büyük bir çatışma alanı açıldı. Bu soruna dair herhangi bir deneyim sahibi olmamak, bazı önemli hatalar işleme riskini de getirir, ama önemli hatalar düzeltilir. Düzeltilemez olan hata, deneyimsizlikten çekinerek, bu çalışma fırsatına kayıtsız kalmaktır.

Maddi-manevi enerjinin çoğunu hızla tüketen barınma krizindeki sıradan bir emekçiye “Her Şey Emeğin Olacak!” demek, beklenen etkiyi yaratmaz. Harekete ilk itilim veren şiar ile başlamış olan hareketleri birleştirip nihai hedef gösteren şiarları birbirinden ayırmayı bilmek gerek. Bu konudaki eylemler “zamlar geri alınsın” şiarıyla başlatıldı,ama hareket büyüyemedi, çünkü bu zayıf şiar, barındırdığı pek çok belirsizlikle hareketi yükseltme kapasitesinden uzaktı. Kiralardan yaşamsal önemde canı yanan emekçileri “tek bir kişi bile kirasını ödeyemediği için evsiz kalmayacak” hedefi etrafında toparlayacak bir kolektif hareket (dayanışma ağları, kooperatifler vb) bireysel kavgalar, bu sınıf kavgasına doğru büyütebilir.

Metropollerde doğrudan ölüm-yaşam çizgisinde yürüyen barınma sorunu için, sendikalar, barolar ve diğer meslek örgütleri, vb. gruplardan bu dayanışma ağı yaratılabilir. Milyonların değil ama, birkaç on ailenin sorununu bu dayanışmayla çözmek bile, hareketin genel bir niteliğe bürünmesi için emekçileri yeterince heveslendirecektir. Ve kimsenin kuşkusu olmasın, bireysel kalıplardan sıyrılıp az çok toplumsal bir kalıba giren her hareketin, çok kısa sürede, devrimin en temel sorunlarını, önüne koymuş bir hareket haline gelmesi için tüm koşullar mevcuttur. Devrimin olgunluğu yaşaması ya da değil, bireyleri aşıp kitlelere mal olan her sorunu, bir ayaklanmanın kaldıracı haline getirebilir.

Devrimci proletarya, kendiliğinden patlaması kuvvetle muhtemel o büyük güne, işte bu türden çalışma yöntemleriyle özgüvenle, engel tanımaz ısrar ve enerjiyle hazırlanacaktır.

Özgüven, ısrar, enerji... Bir öncü, bu sözleri günde bin kez tekrarlayarak bu karakteri kazanmışlardır. Ona bu karakteri veren, çalışma yöntemidir.

Umut Çakır