< Kürdistan'ın Garibe'si

Annesi öyle demiş, zindanda dinci faşizmin katlettiği Garibe Gezer için. “İntihar” ettiği söyleniyor dinci faşist devletin savcıları, yetkilileri, cinayeti örtmekle görevli tüm zevatları tarafından.

Hiçbir önemi yok.

“Kürdistan'ın Garibe'si”, bir rehine olarak tutuluyordu ve onu rehin alanlar tarafından katledildi. Çünkü faşist devlet ve elbette dinci faşist iktidar ona baktıkça özgürlük hakkı için savaşan Kürt halkını görüyordu.

Dün Diyarbakır zindanlarının tutsaklarıydı, bugün Garibe, yarın kim bilir kim, kimler katledilecek. Bu, faşist devletin devamlılığının bir işaretidir. Hem de hiç yanıltmayan bir işareti. Öncesi bir yana, Deniz'lerden bu yana faşist devletin, tekelci sermaye sınıfının; Deniz'lerin ve daha pek çok devrimcinin idamına el kaldıran partilerinin, Meclis'lerinin, milletvekillerinin, velhasıl, burjuva sınıf egemenliğini temsil eden ne varsa, kim varsa hepsinin ortak işareti, ortak paydası, ortak politikasıdır.

Faşist devlet ve yukarıda saydığımız kurum, kişi, parti, akla ne gelirse, hepsi zindandaki devrimci tutsaklara “rehine” gözüyle bakıyorlar. Daha doğrusu, zindandaki devrimci tutsaklar bu saydıklarımız için birer rehinedir.

Sınıf savaşının seyrine göre, bazen idam edilirler, bazen, Diyarbakır zindanında, Ulucanlar zindanında ya da Buca zindanında; eksiksiz alçaklara yakışır şekilde “Hayata Dönüş Operasyonu” adını verdikleri 19 Aralık 2000 katliamında olduğu gibi topluca katledilirler. Bazen de, Garibe'de olduğu gibi, direniş abidesi olmaya aday gördüklerini teker teker katlederler.

Tablo son derece açık. Bu katliam ve öldürmelerin sınıf savaşın şiddetlendiği, Kürt halkının özgürlük savaşının ileri bir aşamaya doğru gitmeye başladığı dönemlerde gerçekleştirilmeleri bir rastlantı değil, olamaz da.

Sınıf savaşı ve zindanlardaki devrimci tutsakların varlığı arasında kopmaz bir bağ vardı. Hele de devrimci tutsakların mücadelesi bu bağı son derece sağlam ve güçlü kılıyor. Sermaye sınıfı ve faşist devlet; tekelci sermaye sınıfının tüm hükümetleri, 19 Aralık katliamını düzenleyen Ecevit bunların başında gelir, bu bağın farkındalar ve bu bağı kırmak, kesmek, ortadan kaldırmak için faşist devletin tüm olanaklarını harekete geçiriyorlar.

Böyle bir bağın varlığını kabul etmeyen bir şu sosyal reformist, uzlaşmacı küçük burjuva partiler kaldı. Onlar için zindanlar “hapishane”dir; çeşmesi yandan akan. Dolayısıyla bunlara dokunmadan “kazanmak” -artık neyi kazanacaklarsa- mümkündür; üstelik “büyük kazanacaklar”.

Oysa zindanlar, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın, kendinden önceki tüm gerici-faşist iktidarlar gibi, gözümüze soka soka, gösterdiği gibi, birer rehine tutma yeridir. Dolayısıyla, emekçi sınıfların, Kürt halkının, yoksul kitlelerin, kadınların tam ve kesin kurtuluş için verdikleri mücadelede yıkılması, yerle bir edilmesi gereken yerlerin başında geliyorlar.

Annesi Garibe için Kürdistan'ın Garibe'si demişti. Ama bu artık eksik bir ifadedir. Garibe, Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin Garibe'sidir. Türkiye ve Kürdistan halklarının mücadele birliğinin Garibe'sidir. Çünkü Garibe, tüm bu nitelikleri kısacık yaşamına sığdırabilmiş, bunların bir simgesi haline gelebilmişti. Garibe''nin o faşizme meydan okuyan resmine baktığımızda tüm bunları görebiliyoruz.

Faşist devlet, Garibe'nin cenazesine uyguladığı şiddet ile sınırsız bir şiddete doğru yol aldığını gösterdi. Ama Kürt halkı da “taziye”ye gösterdiği ilgi ile faşist devletin bu şiddetine meydan okudu. Tıpkı, 80''li yılların sonlarında ve 90'lı yılların başlarında “taziye” çadırlarına akın ede ede serhıldanların tohumlarını attığı gibi. Kürt halkı, bir kez daha meydan okumaya başladı. Garibe, ölümüyle, bu meydan okumanın ilk sözünü söyledi. Kürt halkı arkasını getirecektir.

Zindanlar yıkılmalıdır! Nasıl ki birleşik devrim, devrimci tutsakların varlığında, onların boyun eğmeyen kişiliklerinde, devrimci mücadelelerinde moral gücünü ve kaynağını buluyorsa, faşist devlet de, zindanların çokluğuyla, zindanlarda tuttuğu devrimcilere yani rehinelerine bakarak, sınıf savaşında elindeki kozların çokluğunu görüyor.

Faşist Evren, tekelci sermaye sınıfının ve onun tüm hükümetlerinin bu bakışını, “asmayıp da besleyelim mi” ifadesiyle dile getirmişti. Bugün dinci faşistler, devrimci tutsaklardan “cezaevinde beslenen teröristler” diye söz ediyorlar. Yani aslında “hepsinin asılması gerekir” demeye getiriyorlar. Bugüne kadar bunu yapmamaları merhamet duygularından değil, uyuyan devi uyandırma korkusundan..

Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın devrimci tutsaklara elindeki bir koz olarak baktığı çok açık. ( Tekrar etmekte sakınca yok, Ecevit gibi “sosyal demokrat” geçinenleri dahil, gelmiş geçmiş tüm burjuva iktidarların bakışı bu). Elbette işçi sınıfına, emekçilere, yoksul kitlelere, kadın ve gençliğe karşı bir koz. Bu kozun faşist devletin ve gerici-faşist iktidarların elinden alınması, rehinelerin kurtarılması zorunludur. Bu olmadan ne işçi sınıfı kurtuluş yüzü görebilir; ne Kürt halkı özgürlük hakkını elde edebilir; ne de emekçi sınıflar, yoksul kitleler, kadınlar, gençlik sömürüden, baskıdan, kölelikten kurtulabilirler.

Bunun için birleşik devrimin bütün toplumsal güçleri; iki ülkenin işçi sınıfından emekçi halklarına, yoksul kitlelerden kadınlara kadar tüm güçler bayraklarına “Zindanlar Yıkılsın, Tutsaklara Özgürlük” şiarını yazmalılar.

Yerin altından gelen uğultusu gittikçe daha net duyulan halk ayaklanmasının başlıca şiarı bu şiar; başlıca pratik hedefi zindanlar olmalıdır. Tutsakları özgürleştirmeliyiz. Bu büyük amaç, “adalet” isteyerek, af dileyerek değil, zindanları yıkarak gerçekleşebilir, gerçekleştirilmeli..