Dünyanın topyekun bir dünya savaşının kenarında gezindiği gerçeği artık tartışma götürmüyor. Emperyalistler, dünya işçi sınıfına ve emekçi halklarına karşı, bundan yaklaşık yirmi yıl önce başlattıkları küresel iç savaşta, tüm güçlerini seferber etmelerine karşın bir zafer elde edemediler.

Aksini söyleyebiliriz. Son yirmi yılda dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları her yerde dünya burjuvazisine karşı saldırıya geçmiştir. Emperyalist-kapitalist sisteme karşı ayaklanmalar, devrimler, isyanlar günümüze kadar artarak ve şiddetlenerek devam etmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemin, dünya burjuvazisinin zaferinden değil, her yerde, her ülkede savunma durumundan ve yenilgisinden söz edilebilir.

Kısaca, emperyalist-kapitalist sistem, dünya burjuvazisi küresel iç savaşta umduğunun tam tersi sonuçlarla karşılaştı. Bu yüzden şimdi, kapitalizmin çöküşünü önlemek için dünya çapında topyekun bir savaş arayışında. ABD'nin Çin'e karşı Pasifik Okyanusundaki ve Tayvan konusundaki kışkırtıcı faaliyetleri biliniyor.

Hint-Pasifik Okyanusu bölgesinde Çin'e karşı Avusturalya-ABD-İngiltere arasında yeni bir ittifak oluşturuldu. Japonya, bu ittifakın potansiyel üyesi olarak duruyor. AUKUS adı verilen bu ittifak yeni bir güvenlik ittifakı olarak ilan edildi.

Bu emperyalist ittifakın amacı, her bölgesel ya da dünya savaşının kamberi Avustralya'yı Çin'e karşı nükleer denizaltılarla donatmak. Japonya eski başbakanı, Abe, Japonya’nın nasıl saldırgan bir politika içinde olduğunu şu sözlerle ortaya koymuştu: “Tayvan'ın acil durumu Japonya'nın acil durumudur ve bu nedenle Japonya-ABD ittifakı için acil bir durumdur”. Takke düşmüş kel görünmüştür. Japonya'nın amacı, Tayvan'ı bahane ederek bir savaş blokunun içinde yer almaktır.

Çin ise, olabilecek en sert ifadelerle yanıt verdi. Tayvan sorununu kaşıyarak Çin'e karşı bir savaş hazırlığı içine yer almak için çok hevesli olan Japonya'ya “Militarizmin eski yolundan tekrar yürümeye ve Çin halkının kırmızı çizgisine meydan okumaya cüret eden herkesin kafaları kanlı şekilde ezilecek ” yanıtını verdi. Tayvan, emperyalistlerin Çin'i Hint-Pasifik Okyanusunda kışkırtma bahanesi.

Hint-Pasifik Okyanusu bölgesinde bir dünya savaşını kışkırtmak için Tayvan'ın rolü ne ise, Avrupa'da Rusya'yı geniş çaplı bir savaşa kışkırtmak için Donbass da odur. Ancak Avrupa'da aktörler, başrolü yine ABD ve İngiliz emperyalizmi oynamakla birlikte, figüranlar değişiyor. Bu bölgede, Polonya, Ukrayna ve Türkiye savaş kışkırtıcılığında öne çıkıyorlar. Bu üçlüye bazen Litvanya, Estonya gibi devletler de katılıyor.

Polonya ve Ukrayna, Rusya'ya karşı son derece açık bir savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar. Polonya, Belarus üzerinden gelen göçmenleri bahane ederek Belarus üzerinden Rusya'ya düşmanlığı körüklüyor. Ukrayna, Donbass bölgesindeki Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti'ne karşı silahlı saldırılarını artırarak, ama öte yandan "Rusya beni işgal etme planları yapıyor; beni işgal edecek” çığırtkanlığı yaparak NATO, ABD, İngiltere ve Avrupalı emperyalistleri kendisini desteklemeye çağırıyor.

Ya Türkiye? Aslında Türkiye, bu saydığımız devletlerin hepsinden fazla savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Türkiye, uzun yıllar Suriye'de NATO, ABD ve İngiltere'yi bir savaşa çekmek için uğraşıp durdu. Ne var ki, emperyalistler hem Rusya ile doğrudan bir savaşı göze alamadıkları için, hem de Rusya'yı Türkiye ile meşgul edip yıpratmanın kendi çıkarları açısından uygun gördükleri için dinci faşist iktidarın ve onun başının savaş kışkırtmalarına kapılmadılar. “Sen savaş biz arkandayız” demek daha karlıydı onlar için.

Suriye olmayınca, şimdi Ukrayna aracılığıyla Donbass ve Kırım üzerinden emperyalistleri, daha somut söylersek, NATO, ABD ve İngiltere'yi savaşa çekmeyi deniyor. 20016'da RTE'nin emperyalistleri ve bu vampirlerin savaş aygıtı olan NATO'yu Karadenize çağırdığını biliyoruz. 2016'da değil ama 2020'den itibaren Karadeniz, Türkiye'nin de büyük katkılarıyla, bir NATO gölüne dönüştü. Bu, emperyalistlerin Rusya'yı üç taraftan kuşatmaya karar vermiş olmalarının sonucuydu.

Beş yıl önce RTE'nin NATO ve emperyalist devletleri Karadeniz'e çağırma çığırtkanlığını bu sefer Çavuşoğlu daha dolambaçlı ama bir o kadar da tehditkar biçimde tekrarladı. Çavuşoğlu, yaptırımlar anlamsız, anlamlı caydırıcılık olmalı diyerek aslında askeri bir müdahaleyi önerdi. Gerçi, darkafalılar, “yaptırımlar anlamsız” kısmını alarak Çavuşoğlu'nun Rusya'ya uygulanacak yaptırımlara karşı çıktığı biçiminde yorumladılar. Oysa durum tam tersiydi. Çavuşoğlu'nun sözleri şöyleydi:

“Türkiye olarak yaptırımların sorunları çözeceğine inanmıyoruz. Geçmişte şu ülkeye veya bu ülkeye uygulandı ama çözmedi. Bazen biz yaptırımların konusu olduk. Yaptırımlar sorunları çözmez. Yaptırımlar yerine örneğin anlamlı caydırıcılığımız olmalı. Türkiye olarak inandığımız şey caydırıcılık ve diyalog arasında doğru bir denge. Ukrayna'ya veya başka bir ülkeye kimse sadece yaptırımlar yoluyla yardım edemez.”

Yaptırımlar işe yaramıyorsa “anlamlı caydırıcılık” ne olabilir ki savaştan başka? Hiçbir şey. Yani Çavuşoğlu, dinci faşist iktidar ve tabii ki Türkiye adına, emperyalistlere, NATO'ya diyor ki, en azından silahlarınızı Rusya'nın sınırına yığın, gerekirse savaş açacağınızı inandırıcı biçimde gösterin. İşte o zaman söz ve eyleminizin anlamı olur.

İşler bu noktaya varınca tehditlerin havada uçuşması kaçınılmaz oldu. 1 Aralık'taki NATO Dışişleri Bakanları toplantısından sonra, Almanya Dışişleri Bakanı şöyle diyordu: (Ukrayna'ya) “Herhangi bir saldırı halinde Rusya ağır bedel ödemek durumunda kalır” Son yılların en saldırgan emperyalist devleti olan İngiltere'nin Dışişleri Bakanı ise Alman mevkidaşından geri kalmıyordu: “Rusya’nın, ortaklarımızın tadını çıkardığı özgürlük ve demokrasiyi baltalayacak herhangi bir eylemi stratejik hata olur” Bu zat, savaş çığırtkanlığında başı çekmek için, bir kaç gün öncesinde bir tankın üzerinden Rusya'ya mesaj vermeye çalışmıştı.

Bütün bu tehdit ve gözdağı girişimlerine Rusya, doğal olarak, tıpkı Çin'in yaptığı gibi, meydan okumayla yanıt veriyor. Son olarak Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov, “Ukrayna'nın Donbass'taki tüm provokasyonlarını bastıracağız” sözleriyle kararlılıklarını göstermiş oldu.

ABD ve İngiltere'nin Ukrayna'nın Donbass üzerinden Rusya'yı kışkırtmasını istedikleri ve olabilirse bir Ukrayna-Rusya savaşının patlak vermesini arzuladıkları kuşkusuz. Ancak bu iki emperyalist güç, en azından şimdilik, kontrolden çıkması halinde, nükleer bir savaşa dönüşecek bir çatışmayı göze almıyorlar. Bu yüzden Ukrayna'ya “yürü arkandayız” derlerken, Rusya'ya askeri bir saldırıdan söz etmiyorlar. Gittikleri en ileri nokta, ağır ekonomik yaptırımlar uygulama sözüdür. Ukrayna ve muhtemelen Polonya, Litvanya Rusya'nın mayın tarlasına sürüleceklerin başında geliyorlar.

Türkiye'ye gelince... Savaş kışkırtıcılığında başrolde olmasına rağmen bir savaşın patlak vermesi durumunda ne yapacağını kimse bilmiyor. Çünkü tarih boyunca, karar anında nasıl çark ettiğini en iyi emperyalistler biliyorlar.