PKK silah bırakır mı bırakmaz mı bilemeyiz. Bu, PKK'nin bileceği, karar vereceği bir şeydir. Ama şunu biliyoruz, bütün liberal, uzlaşmacı, sosyal reformist tayfa PKK'nin silah bırakması, gerillayı tasfiye etmesi için can atıyor, kendini paralıyor. Söylemeye gerek yok, bu, dinci faşist iktidarın, faşist devletin gönlünde yatan aslandır.

Konuyu ele almamızın nedeni, bu uzlaşmacı, liberal, soyal reformist tayfanın bugünlerde PKK'nin silah bırakması ve faşist devletle yeniden bir “çözüm süreci” başlatması için yeni bir kampanya başlatmış olmaları. Ayrı ayrı yerlerden ama aynı zaman diliminde ortaya çıkan sesler ortada rastlantıyla açıklanmayacak, organize bir kampanyanın izlerini veriyor.

Kampanyanın izlerini veren ilk ses Amerika'da ikamet eden, adı anılmaya değmez, kafasının acınası boşluğunu adının önüne kondurduğu “Profesör” titriyle örtmeye çalışan birinden geldi. Kısaca, şöyle diyor: “PKK'nın devletin elinden bu oyuncağı alma, bu oyunu bozma imkanı var: Koşulsuz ve karşılıksız Türkiye'de silahlı mücadeleyi bırakmak.”

Şuna doğrudan, “teslim olmak” dese tam kestirmeden gitmiş olacak ama, foyası ortaya çıkar diye böyle dolambaçlı ifadeler kullanıyor olmalı.

Faşist devletin yıllardır yapmaya çalışıp da başaramadığı şeyi, “devletin elinden bu oyuncağı alma, bu oyunu bozma” numarasıyla yapmaya çalışıyor bilgiçimiz.

Bir başka örnek, RTE'den tekmeyi yiyene kadar dinci faşist iktidarın önde gelen destekçisi, “yetmez ama evet”çilerin önde gideni bir liberalden geldi. Onun da derdi tasası PKK'ye silah bıraktırmak.

Şöyle diyor: Ve silahlara veda zamanı çoktan gelmiştir. Silahlara veda edildiği, PKK'nin silah bıraktığı, dağdan indiği bir ortamda, Kürt siyasal hareketi çok daha etkili olur. Biliyorum, kolay değil. Ama başka çare yok:Kürt siyasal hareketinin gerçekten etkili olması, barış ve demokrasi yolunun açılması artık öncelikle PKK'nin silah bırakmasından geçiyor.

Türkçesi, silahları bırakın, teslim olun, dağdan ovaya inin demek istiyor bu bilgiçimiz de. Peki ya sonra? Bu bilgiçimizin söylemeye dilinin varmadığını biz söyleyelim: Faşist devlet tarafından teker teker katledilmek için kurbanlık koyun gibi beklemek. Kolombiya örneğini hepimiz biliyoruz. Burjuvaziyle barışın ne menem bir şey olduğunu FARC'ın uzlaşmacı kesimlerinin Kolombiya hükümetiyle yaptıkları “barış anlaşması”dan biliyoruz. Uzlaşmacı FARC liderliği, burjuvaziyle uzlaşma hatasının bedelini hayatlarıyla ödüyorlar şimdilerde. Bir halkın özgürlük, kölelikten, sömürüden kurtuluş davasının terk edilmiş olmasından söz etmiyoruz bile. Faşist devlete ve tekelci sermaye sınıfına hizmetin “bundan iyisi, Şam'da kayısı” olsa gerek!

Bu liberal şahıs, faşist devlete bu hizmetini inandırıcı kılabilmek için Selahattin Demirtaş'ın “Silahı ve şiddeti çözüm yöntemi olarak görmek yerine demokratik siyaseti esas almamız gerekir” sözlerini referans olarak gösteriyor.

Demirtaş'ın bu uzlaşmacı anlayışı yeni değil. Bundan yaklaşık altı yıl önce, çatışmaların yeniden başlaması üzerine, “çözüm süreci”ni sürdürmek adına PKK'ye şu çağrıyı yapmıştı:

"Bugün çağrı yapıyoruz. PKK derhal elini tetikten çekmeli. Tahkim edilmiş karşılıklı ateşkese uyacağını ilan etmelidir. Hükümet derhal askeri operasyon seçeneğini bir kenara bırakmalı. Müzakere için hazır olduğunu ifade etmelidir. Bütün toplumun beklentisi budur."

Şüphesiz, “bütün toplumun beklentisi” değildi ama küçük burjuva uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin, liberal tayfanın beklentisi buydu.

Oysa, Demirtaş bunları söylerken, görüşmeler yaptığı zamanın Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, burjuva sınıfın, faşist devletin, dinci faşist iktidarın amaç ve çıkarlarına sımsıkı bağlı olduğunu; burada herhangi bir yumuşamaya, gevşekliğe yer olmadığını şu katı sözlerle gösteriyordu:

HDP bir terör örgütünü, terör eylemlerini kınamanın ötesinde bu örgütle ilişkilerini yeniden belirlemek durumunda. Yani bir elinde silah, bir elinde siyaset olmuyor. Örgütle ciddi bir ilişkisi var. Örgüt destekli siyaset yapıyor bölgede. Örgüt destekli siyaset demokrasiye zarar veriyor. Ve bölgede başka bir siyasi partiye, başka bir görüşe, anlayışa, sivil topluma müsamaha göstermeyen bir anlayış var. Bu da silahın gücünden, onun ürettiği baskı ve şiddetten kaynaklanıyor. Bu ilişkinin de gözden geçirilmesi gerekiyor.” Burjuvazi, burjuvazinin politik güçleri, dinci faşist iktidar, tam teslimiyetten başka bir yol tanımıyor. Zavallı uzlaşmacılar, büyük toplumsal sorunların güçten başka çözüm yolunun olmadığını kafalarını sağa sola vurarak ve sızlanarak öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Bütün bu teslimiyet -liberal, uzlaşmacı takımı elbette teslimiyet demiyor- çağrılarının hedefi “çözüm süreci” ni yaşatmak; olmadı, yeni baştan başlatmak. Peki o “çözüm süreci”nde devletin amacı neydi? Zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Aradan altı yıl gibi az sayılmayacak bir zaman geçtikten sonra, dinci faşist iktidar cenahından bu konuda itiraf gibi bir açıklama geldi. İtiraf, AKP'ye “Oslo Görüşmeleri” ve “Çözüm süreci” nedeniyle yöneltilen eleştirilere yanıt vermek isteyen AKP Grup Başkanvekili'nden, geliyor. Şöyle:

“Sayın Türkkan açıklamalarında ‘İmralı'yla pazarlık yapmak’, ‘adam göndermek’ gibi bazı ithamlarda, iddialarda bulundu. Şimdi, biz kimseyle pazarlık yapmadık; Türkiye, PKK'nın tasfiyesi için ne gerekiyorsa yapmaya çalıştı, yani çözüm süreciyle alakalı da aslında hedeflenen, PKK'nın tasfiyesiydi, tasfiyesi amaçlanıyordu.”

Evet, “çözüm süreci”yle hedeflenen, PKK'nin -isteyen buna Kürt halkının özgürlük savaşı da diyebilir, hiç yanlış olmaz- tasfiyesiydi.

PKK'ye “silah bırak”, hem de “koşulsuz ve karşılıksız silah bırak” çağrısı yapmanın faşist devlete, tekelci sermaye sınıfına ve dinci faşist iktidara nasıl kusursuz bir hizmet olduğu anlaşılıyor mu?

Neyse ki, liberallerin, uzlaşmacıların bu amaçlarına ulaşmalarının nesnel koşulları yok.