Daha nasıl söylesin, hangi biçimde ifşa etsin, Ukrayna savaşının, özünde, NATO şemsiyesi altında emperyalistlerin çöküş sürecine karşı başlattıkları bir savaş olduğunu!

NATO Genel Sekreteri’nden bahsediyoruz. Stoltenberg’ten. Gittiği her yerde, basının karşısına çıktığı her defasında, katıldığı her konferansta döne döne bu gerçeği dile getirip duruyor NATO’nun Genel Sekreteri. En son Norveç’teki konferansta benzer sözleri sarf etti. Moskova ile Pekin arasındaki ilişkilerin askeri ve ekonomik alanlarda derinleştiğine dikkat çekti. Çin’i de hedef tahtasına oturtarak “Batı’nın kurduğu dünya düzeninin tehlikede olduğu”nu yeniden ve yeniden dile getirdi:

“[Rusya ve Çin’in] Ortak noktaları, farklı bir dünya düzeni istemeleri. Gerçek şu ki, değerlerimizi paylaşmıyorlar ve özgürlük ve demokrasiye olan inancımıza ters düşen çıkarları savunmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeli dünyada ittifak ülkeleri birbirine kenetlenmeli. ... Çin, mevcut durumdan NATO'yu sorumlu tutarak Rus söylemini destekliyor ve ilk kez Rusya'nın ittifakın kapılarını yeni üyelere kapatması yönündeki talebine destek veriyor.”

Bu “tehdit” karşısında alarm zilleri çaldıkça, emperyalist ülkelerden ve onların eteklerindekilerden Ukrayna’ya destek mesajları, “silah yardımı” açıklamaları art arda sökün ediyor elbette. Macron’un hafif tank verme taahhüdünü Alman ağır tankları takip edecek gibi görünüyor. Letonya bağrını yumruklaya yumruklaya “Ukrayna’yı destekledik, destekliyoruz, destekleyeceğiz” buyuruyor. Hollanda başbakanı “Hollanda, Ukrayna'nın sadece kendini koruması için değil aynı zamanda savaşı kazanması için de her türlü yardıma hazır” diyor. Finlandiya elindeki tankları paylaşacağını ilan ediyor. Washington her “yardım paketi”nde çıtayı biraz daha yükseltiyor. Polonya, “Rusya’yı kökten güçten düşürme planları” için NATO müttefikleri arasında mekik dokuyor. İngiltere Başbakanı, Zelensky’ye “Ukrayna’nın, uzun vadede desteğin devam edeceği konusunda İngiltere’ye güvenebileceğini” bildiriyor. Biden “Şu anda Ukrayna’daki savaş kritik bir noktada. Ukraynalıların Rus saldırganlığına direnmesine yardımcı olmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız” diyor. Listeye Japonya, Avustralya ve Güney Hint Okyanusu sakinleri eklenip gidiyor...

Tek kelimeyle bu coğrafi olmayan “Batı”, yani bildiğimiz haliyle emperyalist-kapitalist dünya, gittikçe ivme kazanan çöküş sürecini, nükleer savaş pahasına tersine çevirme telaşına kendini alabildiğine kaptırmış bulunuyor.

Ukrayna’da savaş pek de emperyalistlerin istediği minvalde devam etmiyor. Kiev’deki neo-Nazi iktidar üzerinden “son Ukraynalı’ya kadar” savaşı sürdürmekte ısrar eden emperyalistler, bu süre zarfında Rusya’nın iktisadi ve askeri olarak gücünü büyük oranda yitireceğini ve siyasal olarak ciddi bir krize sürükleneceğini hesap ediyordu. Depolarında atıl durumda ne kadar silah varsa Ukrayna’ya yığdılar. Neredeyse son 30 yıldır çeşitli yöntemlerle eğittikleri, son 8 yıldır ise aktif olarak eğit-donat projeleriyle alenen ordu haline getirdikleri faşist birlikler üzerinden Rusya’ya karşı başlatılacak ölümcül savaşın koçbaşı olarak seçmişlerdi Ukrayna’yı. Kremlin’in isabetli tanımlamasını kullanacak olursak, bir “anti-Rusya” yarattılar faşist Kiev rejimi eliyle.

Ama olmadı. Rusya’yı bir yıkıma sürükleyemediler, gücünü istedikleri şekilde tüketemediler. Olan şey, şimdi bir bütün olarak dünyanın nükleer bir çatışmaya her zamankinden daha yakın hale gelişi, savaş yalımlarının her an denetimden çıkma olasılığının her geçen gün artmasıdır. Avrupa başkentlerinden ve Atlantik ötesinden yükselen öfkeli açıklamalara bakın. Sadece politik yönetimlerin değil, örneğin Rothschild imparatorluğunun varisi gibi kapitalist efendilerin açıklamaları da, uğranılan başarısızlık karşısında emperyalistlerin nasıl dengeyi yitirmekte olduklarını ele veriyor. Tüm dünyayı ateşe ve kana boğabilecek bir öfke, kah diplomatik kah aleni çıkışlarda kendini belli ediyor. Gelinen aşamada artık Ukrayna’daki savaşın nasıl sonuçlanacağı bile geri plana düşmüş durumda. Yine Stoltenberg’in açık ettiği gibi, “Ukrayna’daki çatışmaların nasıl sonuçlandığından bağımsız olarak Avrupa’da güvenlik durumunun köklü bir şekilde değiştiği” ve “Rusya ile karşıtlık ve çatışmanın kalıcılaşması” üzerinden konumlanıyorlar.

Ukrayna’ya gelince... Ukrayna, faşistler eliyle bu emperyalist saldırganlığın koçbaşı görevini üstlendiği andan itibaren kaçınılmaz hale gelen korkunç bir yıkımla yüz yüze. İnanılmaz sayıda askeri kayıp, haddi hesabı tutulmayan askeri ekipman kaybı, muazzam bir iktisadi çöküş, altyapının tümden harap olması, ülke nüfusunun hızla dışarıya kaçması, tarifsiz bir insani dram... Kiev’deki neo-Nazilerin Ukrayna’yı getirdikleri nokta işte budur!

Savaşın ilk dönemlerinde elbirliği ile tüm suçu Rusya’ya yükleme peşinde koşan emperyalistler, çok geniş emekçi kesimler yanında o güçlü propaganda aygıtları sayesinde pek çok sosyalist çevreyi de etkilemeyi başarmışlardı. Ama yaşamın katı gerçekleri her tür propaganda duvarını aştı. Ukrayna savaşını hazırlayan ve başlatanların bizzat bu emperyalistler olduğu her yönüyle açığa çıktı.

Emperyalistlerin Ukrayna üzerinden yürüttükleri bu varlık-yokluk savaşı, insanlığı bıçak sırtı bir yürüyüşe zorlamış durumda. Bir yanımızda ağırlığı sürekli artan nükleer savaş tehdidi, diğer yanımızda emperyalistlerin Kiev üzerinden kazanacağı olası bir başarı üzerinden büyüyecek olan faşizm dalgası. Bu açıdan, Donbass halk cumhuriyetlerinin Rusya ile birlikte giriştikleri savaşın antifaşist ve antiemperyalist karakteri her geçen gün daha net görünür hale geliyor.

Dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları, emperyalistlerin bu “beka” savaşına devrimci kitle eylemleriyle, grev dalgalarıyla, isyan ve ayaklanmalarla yanıt veriyorlar. Savaş, emekle sermaye arasındaki sınıf savaşını her tarafta şiddetlendirdi. İngiltere, grev dalgalarıyla sarsılıyor. Yaşlı Avrupa kıtası grevlerle, devrimci kitle eylemleriyle, hükümetlerin emperyalizm yanlısı politikalarını protestolarla çalkalanıyor.

Çözüm? Çözüm, çağımızın karakterine uygun biçimde, kapitalizmden komünizme geçiş ve toplumsal devrimler çağına uygun olarak, kendini bizzat pratikte ortaya koymaya başladı bile.

İnsanlığı bu uçurumun kenarından alacak olan, dünya proletaryasının ve emekçi halklarının devrimci atılımından başka bir şey değildir. Bakın, Avrupa’da “devrimci Paris” yine hareketin başına geçti bile!