RTE, dinci faşist iktidarın başı olarak, ne kadar olacağı aylarca tartışılan asgari ücret rakamını nihayet açıkladı. Hem de büyük bir “müjde” verircesine ya da lütufta bulunurcasına.

Dinci faşist yönetim asgari ücreti sekiz bin beş yüz TL olarak açıklamıştı. Bu rakam, burjuva sendikacıların önerdiklerin rakamdan yüksekti.

Böylece, asgari ücret şöyle olmalı, böyle olmalı, en az şu kadar olmalı diye tartışma yürüten bütün burjuva sendikacılar; onlarla birlikte sosyal reformist partiler, boşluğa düşmüş oldular.

Rakamın üzerinde tartışmaya gerek yok. Bütün işçiler, diğer emekçi sınıflar asgari ücretin her durumda, yapılan zam ne olursa olsun, kısa zamanda eriyeceğini şu sosyal reformist partilerden ve onların işçi sendikaları içindeki uzantılarından daha iyi biliyorlar. “Kaşıkla verdiklerini kepçeyle alırlar” sözü bütün emekçi sınıfların bilincine kazınmış bir sözdür.

Asgari ücretin açıklanmasının  üzerinden henüz beş gün bile geçmeden, dahası bu ücret miktarı işçilerin eline bile geçmeden, “Kaşıkla verdiklerini kepçeyle alma”ya başladılar bile. İşte bir haber:

Asgari ücrete sefalet zammının ardından her şey zamlanmaya devam ediyor. İstanbul'da toplu ulaşım ve taksilere yüzde 29,10, servis ücretlerine de yüzde 19,95 zam yapıldı. İstanbul Kart tam aylık abonman ücreti 602 TL’den 777 TL'ye, öğrenci abonman 109 TL’den 140 TL'ye yükseldi.”

“28 TL olan taksi indi-bindi ücreti ise 40 TL oldu. İstanbul Kart ile abonmansız tam basım ücreti ise 9,90 TL oldu.”

Bunun devamı gelecek. Hem de zam yağmuru biçiminde. Bunu bilip söylemek için kahin olmaya gerek yok; hangi işçiye, emekçiye, yoksula sorsanız bunu size söyleyecektir.

Dinci faşist yönetim, burjuvazi adına “ekonomik talep” olarak öne sürülen ücret artışını, işçi sınıfını, emekçileri aldatacak biçimde, yaptı. Kendi dilleriyle söylersek, sosyal reformist partilerin “silahlarını ellerinden aldı”.

Burada bir kez daha devrimci teorinin önemli köşe taşlarından biri olan Marx'ın şu uyarısıyla karşılaşıyoruz: “Tek başına ele alındığında burjuvazinin işçileri aldatma işinde kullanamayacağı hiç bir demokratik talep yoktur.”

Bütün tek başlarına ele alındıklarında “demokratik talepler” için söz konusu olan şey, ekonomik talepler için fazlasıyla söz konusudur. Dinci faşist yönetim, işçilere “önemli bir şey” gibi sunulan asgari ücret konusunu işçileri, emekçi sınıfları aldatmanın bir aracına dönüştürerek bunun örneğini vermiş oldu.

Leninistler buradan nasıl bir sonuç çıkarmalı? İşçilerin ekonomik taleplerine, yaşamlarını biraz olsun katlanabilir hale getirmek için patronlara ve faşist devlete karşı verdikleri ekonomik mücadeleye karşı kayıtsız kalınmalı sonucu çıkarılabilir mi?

Şüphesiz böyle bir sonuç çıkarılamaz. İşçiler, emekçi sınıflar, günlük yaşamlarını az da olsa yaşanabilir kılmak için patronlara karşı verdikleri günlük mücadelede bir an olsun yalnız bırakılmamalıdır.

Çok basit bir nedenle: İşçilerin günlük yaşamlarını katlanabilir hale getirmek için verdikleri ekonomik mücadele patronlar sınıfıyla yapılan “küçük muharebelerdir” ve bu muharebeler ne kadar küçük olursa olsun, birincisi, kazanılmaları işçilerin moralini yükseltir; işçiler bu muharebelerde öğrenir ve eğitimlerini geliştirirler. İkincisi, işçiler bu muharebelerde Leninistleri patronlara karşı yanlarında, omuz omuza savaşırken görmeliler.

Leninistleri sosyal reformist partilerden ayıran çizgi, bu mücadelede yer almamak değil, ekonomik taleplerin “çok şey” olduğunu ileri sürmemektir, ekonomik taleplere fazla önem atfetmemektir. İşçiler ekonomik talepler öne sürdüklerinde ve bu talepler için patronlara karşı mücadeleye girdiklerinde tüm gücümüzle yanlarında olmalıyız ama bu taleplere “kuruş” önem verdiğimiz gibi en ufak bir söyleme ya da izlenime yer vermeden bunu yapmalıyız.

Bu nokta özellikle günümüzde büyük önem kazanıyor. Çünkü artan hayat pahalılığına karşı işçiler şimdi her yerde harekete geçiyorlar. Grevler, direnişler, ücretlere zam talepleri, işten atmalara karşı eylemler her gün ve daha sık ortaya çıkmaya başladı. Süreç, bu yönde hızlanarak devam edecek.

Bu koşullarda her Leninist, işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının yanında olmayı birinci görev saymalıdır. Emekçi sınıfların devrimci ajitasyon ve propagandaya en açık oldukları; komünistleri, devrimcileri dinlemeye en yatkın oldukları dönemdir böylesi dönemler.

İşte bu dönemlerde sosyal reformist partiler, uzlaşmacılar işçilerin en geri yanları, en geri talepleri önünde yerlere kadar eğilerek işçileri politik etkileri altına alacaklarını düşünürler. Onların ücret artışı gibi talepleri bu kadar önemli göstermelerinin nedeni budur.

Leninistler, devrimci komünistler tam tersi bir yaklaşım içinde olurlar. Leninistler, günlük mücadelede patronlara karşı işçileri bir an olsun yalnız bırakmazken kurtuluşun devrimden, üretim araçlarının, fabrikaların özel mülkiyetine son vermekten, bankalara, büyük toprak mülkiyetine son vermekten; bütün bunları yapabilmek için her şeyden önce faşist devleti yıkmaktan geçtiğini anlatırlar.

İşçilerin, emekçilerin, ezilen halkların politik kavrama, anlama yetenekleri küçümsenemez. Onlar, bu düzende, örneğin ücretlere yapılacak her zammın kısa sürede eriyeceğini, değerinin kalmayacağını sosyal reformist partilerden daha iyi biliyor, anlıyorlar. Sermaye düzeni ayakta kaldıkça işsiz, aç kalma, yaşamdan kovulma korkusunun yakalarını bırakmayacağını yaşamın kendisinden hiç unutmamak üzere öğrenmişler.

Bu yüzden kurtuluş için “Tek Yol Birleşik Devrim” dediğimizde sosyal reformist partiler gibi dalkavukça bir sahtekarlık içinde olmadığımızı anlayacaklar.

Devrimin güncel ve mümkün olduğu günümüz koşullarında “Tek Yol Birleşik Devrim” sloganını yükseltmek çok daha önemli hale gelmiştir.