Çoğu zaman işin abecesi denebilecek temel doğruları yeniden ve yeniden anımsatmak gerekiyor. Zira işin en temeli, mevcut toplumun sınıflardan oluştuğu, her kavramın, her olgunun, her gelişmenin bu sınıfsal ayrışmaya bağlı olarak iki karşıt doğrultuda ele alınması gerektiği,sosyal reformist partiler ve oportünist hareketler tarafından göz ardı ediliyor.

Kendini Marksist olarak tanımlayanlar arasında bu yaygın “unutkanlık” yeni değil kuşkusuz. Burjuva dünyanın büyük propaganda gücünün yarattığı dejenerasyon bir yana, sermaye dünyası ile tümden köprüleri atmanın getireceği korkunç gerilim ve çatışma, nice anlı şanlı “Marksist”i, yüz yılı aşkın süre önce, tam da kopuşun gerekli olduğu bir dönemde, bu malum “unutkanlık” çukuruna sürükledi. Lenin, II. Enternasyonal’in büyük ismi Kautsky’e karşı büyük bir öfkeyle kaleme aldığı “Dönek Kautsky”sinde, aynı şekilde “Devlet ve Devrim”inde, işin abecesi denebilecek olguları yeniden ve yeniden dile getirmek zorunda kaldı. “Saf/arı demokrasi”, “genel olarak demokrasi” vb. safsataları yerden yere vururken, her defasında “hangi sınıf için” sorusunun altını kalın çizgilerle çizdi.

Günümüzde bu “unutkanlık” hastalığı daha da yaygın. Genel bir “özgürlük”, genel bir “demokrasi”, genel bir “otoriter rejim”, genel bir “kitle hareketi”... her şey “en genel” haliyle ele alınıyor! Kavramların, olguların, içinde bulunulan durumun karşıt sınıflar için ne anlama geldiğinin zerresi bile yok çoğu değerlendirmede. Burjuva liberal yavanlıkların bir parça sosyalizm sosuna batırılmış halde servis edilmesi var yalnızca. Üstelik bu burjuva liberal yavanlıkların, şu son Ukrayna savaşı sırasında nasıl da ırkçı faşist bir öz taşıdığı cümle cihan tarafından böylesine açıkça ortaya çıkmışken hem de!..

Sınıf bilinçli her işçi, gündemine getirilen her olay için, burjuva propaganda aygıtlarından boca edilen her haber için “hangi sınıf” sorusunu sormalıdır. Sınıfsal çelişkilerin derinleştiği, çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde, bu sorunun önemi özellikle artmaktadır. Dağ taş “kriz” diye inlerken, türlü çeşit “krizden çıkış” reçeteleri ortalıkta dolanıyorken, devrimci işçiler özellikle ve inatla “hangi sınıf” sorusunu her sıradan işçinin gündemine sokmalıdır. Çünkü krizden çıkışın iki yolu vardır daima: Burjuva yol, proleter yol.

Kendisini “sosyalist”, “komünist” etiketiyle tanımlayan nice sosyal reformist çevrenin büyük bir gayretkeşlikle geniş emekçi kesimleri burjuva “muhalefete” yedekleme derdine düştüğü şu günlerde, iki mesele özellikle önem kazanıyor. Birincisi, yukarıda altını çizdiğimiz “hangi sınıf” sorusu. Bir diğeri de, genel geçer “devrim ve sosyalizm” söylemine karşılık, “ne zaman” sorusudur. Ya da daha tam ifadeyle, şu an, içinden geçmekte olduğumuz mevcut durumda ne yapılacağı sorusudur. Genel geçer bir sosyalizm ve devrim propagandası, tam da sosyal reformistlerin ve onların ardına takılan cümle oportünist hareketin kendini gizleme yöntemidir.

Yalnızca ekonomik kriz, bu krizin milyonlarca işçi ve emekçiyi içine sürüklediği dayanılmaz yokluk ve sefalet söz konusu değil. Buna eşlik eden, bu iktisadi krizden doğan ve tersten onu sürekli derinleştiren bir siyasi kriz var bu topraklarda. En özlü tanımıyla devrimci bir dönem söz konusu.

Evet, Türkiye ve Kürdistan devrimci bir dönemden geçiyor. İşte böyle dönemlerde, genel devrim propagandası yapmak, aslında hiçbir şey yapmamaktır. Mevcut krizden hangi sınıf adına, ne zaman ve nasıl çıkılacağını anlatmak yerine, genel olarak sosyalizm ve devrim üzerine gevezelik yapmak, sosyal reformist partilerin alameti farikasıdır.

Oysa bu türden devrimci dönemlerde öncü devrimci işçilerin temel görevi, devrim üzerine açıkça konuşmaktır. Mevcut koşullarda devrimin gerekliliğini ve kaçınılmazlığını anlatmak; devrimin toplumsal güçlerine günün acil ve somut görevi olarak politik iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi gerektiğinin propagandasını yapmak, devrimi güncel, pratik bir mesele olarak ele almak; devrime pratik olarak hazırlanmak ve emekçi sınıfları yoksul kitleleri devrime çağırmak tam da böylesi dönemlerin temel görevi olarak öne çıkar.

Sürekli derinleşen ekonomik ve siyasi krizin olduğu mevcut şartlarda, öncü devrimci işçiler, krizden proleter çıkışın, yani bizzat bu kapitalist düzenin yıkılması, iktidarın işçi ve emekçiler tarafından ele geçirilmesi demek olan proleter çıkışın savunusunu yapmak zorundadır. Bunun da en somut haliyle yapılması, her sıradan işçiye ve devrimin toplumsal güçlerine burjuva devlet aygıtı karşısındaki görevlerini, yani burjuva devlet makinasının, askeri bürokratik aygıtın yıkılmasının zorunluluğunu açıklanması gerekir.

Şu halde, toplumsal yıkım, yokluk, dayanılmaz yaşam koşulları, baskı ve devlet terörü vb. mevcut krizin yarattığı tüm olguları sıralayıp teşhir faaliyeti yapmak yetmez. Bunlara hangi sınıfın, ne zaman ve nasıl son verebileceğini yalın bir şekilde anlatmak gerek. Bu, devrimin tam da bugünün sorunu olduğunun işçi ve emekçi yığınlara anlatılması/kavratılması demektir.

Tekrarlamakta fayda var. Devrim demek, politik iktidarın işçi ve emekçiler tarafından ele geçirilmesi demektir. Zora dayalı bir devrimle politik iktidarın emekçilerin eline geçirilmesidir. Öncü işçilerin propaganda çalışmalarının temel içeriklerinden biri budur.