RTE, intihalci bir “profesörü” Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atadı; ortalık karıştı. Öğrenciler, ardından öğretim üyeleri protesto etti, polis saldırdı, gözaltılar, soruşturmalar...

Geçmişte kampüs kapılarının silahlı askeri birliklerce tutulduğuna tanıklık etmişliğimiz vardı. “Yeni Türkiye” bu alanda da bir yenilik getirdi: Kampüs kapısına polis kelepçesi vuruldu! Kelepçe vurma işini bile ellerine yüzlerine bulaştırdılar ya, bunun şimdilik bir önemi yok.

Öğrenciler takdir edilesi bir refleks tavır geliştirdiler. Üç yıl önce “Afrin lokumcuları”na hak ettikleri tepkiyi gösteren Boğaziçili öğrenciler, bu intihalci “kayyum rektör”e de çok yerinde bir tepki gösterdiler. Polisle göğüs göğüse kapıştılar. Barikatları aştılar. Gözaltılara rağmen yılmadılar.

Öğrencilerin bu direşken tavrı, dinci faşizmi panikletmeye yetti. Onca tehdit ve baskıya, gözaltılara, tutuklamalara... rağmen öğrenciler “şahsım”a böylesine meydan okuyorsa (bu atama kararı RTE’nin olduğuna göre, öğrencilerin eylemi tam da bu anlama geliyordu), “korku barikatları” tehlikede demekti.

Dinci faşizm son derece isabetli bir şekilde bu sonucu çıkardı ve derhal harekete geçti.

Önce havuzun lağım kanalları bildik “terör edebiyatını” boca ettiler milyonlarca insanın beynine. Aynı anda sosyal medyadaki paralı troller ordusu, konuya dair paylaşılan her habere “karşı yorumlar” yazmaya koyuldu. “Algı operasyonu” tam gaz aldı yürüdü. İşin propaganda ayağı bu şekilde halledildi. (Ne ilginç tesadüf, intihalci rektör Bulu’nun adı, dinci faşizmin trol ordusunu yöneten kişi olarak geçiyordu geçmişte!)

Dinci faşizmin Propaganda Bakanlığı’nın bu şekilde hareket geçmesi, elbette yetmezdi. İkinci adım, TEM polislerinin, özel harekatçıların derhal harekete geçirilmesi oldu. Öğrencilerin “elebaşlarının” evleri basıldı. Evde olmayan öğrencilerin kaldığı evin çelik kapısı açılamayınca, duvarı kırarak girdi eve polis. “Arama” yaptı boş evde! Hatta artık bir klasik halini alan “yanlış eve baskın yapma”, bu sefer de gerçekleşti. Sabahın 5’inde alakasız bir evin kapısı balyozlarla girilerek insanlar yerlere yatırıldı!

Bu gözdağı baskın ve gözaltıları da kendilerini güvende hissettirmeye yetmedi elbette. Zira “korku barikatları” tehlikedeydi. Daha caydırıcı hamleler gerekiyordu. Dinci faşizmin eski vekil müsveddesi, sosyal medyada “boşluğu doldurdu”. 15 Temmuz’un darbecilerinin derdest edilmiş görüntülerini paylaşarak açıktan tehdit mesajları yazdı. Öyle ya, 15 Temmuz’da sokağa salınan dinci çeteler asker kellesi kesmiş, silahlarla boy göstermişti. Daha sonrasında ise dinci faşizm belirli bir kesimi özel olarak silahlandırmış, örgütlemiş, “ölüm listeleri” vermiş ellerine. Şu halde bu “vurucu güç”, bir tehdit unsuru olarak öğrencilerin bu demokratik hareketinin karşısına, gerçekte tüm devrimci demokrat kesimin karşısına, çıkarılmalıydı. 15 Temmuz göndermelerinin tek amacı buydu. Alenen kanla, katliamla, işkenceyle tehdit ettiler. (Sosyal medyada bunun onda birini dinci faşist iktidar aleyhine yapan kişi, kendini otomatik olarak zindanda bulur!)

Konudan biraz sapma pahasına soralım: Son derece naif bir protesto gösterisine böylesine karşılık gösterenlerin; polis saldırılarıyla, gözaltılarla, gözaltında işkencelerle sindirmeye çalışanların; yetmeyince 15 Temmuz “mesajlarıyla” tehdit edenlerin; olağan bir şekilde seçime gideceklerini ve o seçimlerin sonuçlarına “saygı duyarak” kuzu kuzu çekip gideceklerini düşünen var mı hala? Her olayda kanlı kavgalı bir kapışmayı dayatan, yakıp yıkmakla, zindanla, öldürmekle tehdit eden, toplumun en sıradan muhalefet odaklarını bile terörist ilan eden dinci faşist iktidar, şiddetli bir savaşım sonucu tarihin çöplüğüne gönderilmek dışında hiçbir yolu kabul etmeyeceğini tekrar tekrar göstermiyor mu?

Tekrar konumuza dönelim.

Öğrencilerin bu olağan tepkisi, neden böylesine büyük bir baskı ve saldırı ile karşılandı? Hadi bir zamanların o meşhur sözüyle söyleyelim; neden böylesine orantısız şiddetle karşılandı? Daha önce taciz-tecavüz ve cinayetlere karşı eylem yapan kadınlar neden saldırıya uğradıysa; Ankara’ya yürümek isteyen madenciler neden jandarma barikatları ve dipçiğiyle karşılandıysa; ödenmeyen ücretlerini isteyen Bimeks işçileri sürekli neden gözaltına alınıyorsa; Kürt halkının en ufak basın açıklaması neden polis ordusunun ve panzerlerin saldırısına maruz kalıyorsa; işten atılan işçilerin her eylemi neden anında gözaltılarla cevaplanıyorsa... o yüzden.

En ufak bir demokratik eylem, barajda oluşacak bir çatlak etkisidir. Ve en küçük çatlak, koca bir barajın yıkılmasını getirebilir. Öte yandan şiddetle bastırılmayan her eylem, başka eylemleri tetikleyebilir, onların önünü açabilir. Bir bakıma “kötü örnek” olabilir. (Tıpkı bugün Boğaziçi Üniversitesi’ndeki rektörlük devir teslimi sırasında öğretim üyelerinin öğrencilerle dayanışma içinde rektörlüğe sırtlarını dönmeleri örneğinde olduğu gibi!)

Böyle düşünüyor dinci faşizm. Ve bu yüzden en sıradan, en naif eyleme bile “müsamaha” göstermiyor. Tepkileri daha ilk adımında boğmaya çalışıyor. Düşünün, daha bugün Ankara’da, kadınların Gülistan Doku için yaptıkları eyleme saldırdılar.

Emekçi yığınlara gözdağı vermek adına sürekli yükselttikleri “korku barikatları”, aslında sermaye sınıfının ve onun dinci faşist iktidarının korkusunun boyutunu gösteriyor. Korkuları ne kadar büyürse, gözdağından, baskıdan, işkenceden, zindandan, sokak ortasında uygulanan vahşetten, tehditten, mafyadan, tecavüzcülerden, şeriatçı tosuncuklardan, ırkçı lümpenlerden... oluşan “barikatları” da o kadar yükseliyor. Bütün bunlara rağmen toplumun herhangi bir kesimi, herhangi bir demokratik tepki geliştirdiğinde, elleri ayakları birbirine dolanıyor. Kendi korkularının yarattığı “korku barikatları”nın işe yaramadığını görüyorlar ve daha çok hırçınlaşıyor, daha çok saldırganlaşıyorlar.

Bir kez daha... Dinci faşizmin sürekli tırmanan saldırganlığı, gücün değil, güçsüzlüğün göstergesidir. Güçsüzler ve korkuyorlar. Yüzlerine takındıkları o acımasız muktedir pozlarının bir anda silinip gitmesi, gözlerinin korkudan faltaşı gibi açılması için bir küçük eylem yetiyor. Boğaziçi öğrencileri dün geliştirdikleri refleks eylemle tam da bunu yaptılar. Kudurganlıkları, öfkeleri, hezeyanları bundan.