Kapitalizm salgınla mücadelede kesinlikle sınıfta kaldı. Toplumsal açıdan nasıl bir yük haline geldiğini dünya aleme gösterdi. Ne virüsün yayılımını durdurabildi, ne onu yok etmeyi başarabildi. Çin’in kısa sürede başardığı işi, “liberal toplumlar” etiketiyle pazarlanan kapitalist toplumlar başaramadı. Her biri dünyanın zenginliğini yağmalayan “gelişmiş ülkeler” acınası bir hale düştüler. İnsanlık düşmanı yüzleri tamamen açığa çıktı.

Her şeyin sermaye ilişki ağına girmek zorunda olduğu, her şeyin sermaye elbisesini giyerek sürece dahil olabildiği sosyo-ekonomik yapı, elbette toplum sağlığı alanında başarılı olamazdı. Yarım yamalak uyguladıkları “kapanma tedbirleri”, işçilerin acımasızca salgının kucağına atılmaya devam ettiği, öte yandan geniş küçük işletmeler yığınının çöküş ve iflasa sürüklendiği, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, işçi ve emekçilerin açlıktan ölmek ile virüsten ölmek arasına sıkıştırıldığı bir saçma uygulamadan başka bir şey değildi. Hala da bu saçmalık devam ediyor.

En bayağılarından birinin Türkiye’de uygulandığı “algı yönetimi” üzerinden salgınla mücadele etti kapitalizm. “Liberal özgürlükler” yalanıyla sarıp sarmaladığı bir “sürü bağışıklığı” uyguladı. Bu arada çarklar dönmeye devam etti. Salgının yayılım hızı korkunç bir düzeye çıktı.

“Hastalığı önlemek” değil, hastalıktan para kazanmak üzerine kurulu sağlık endüstrisi ile salgını engellemek mümkün değildir. İlaç sanayi bunun başlı başına kanıtıdır. Örneğin aşılar “hastalığı önlemek” kategorisindedir ve toplam “ilaç piyasasının” sadece yüzde 3’ünü teşkil eder. Bu, aşıların “karlı” olmamasından değil elbette. Hastalığı önlemenin karsız oluşundan ötürü böyledir. Çünkü aşı üzerinden gelişecek bağışıklık, birey için değil, toplum için bağışıklıktır. Toplumda herhangi bir hastalığa karşı gelişen bağışıklık, ister istemez ilaç tekellerinin kar kapısını kapatır.

Öte yandan bir kez hastalık, salgın vb. çıktığında, aşı da iyi bir kar kapısı haline gelmektedir. Daha ortada aşı yokken milyar dolarlar aktarıldı aşı araştırması yapan tekellere. Sonunda çeşitli aşılar geliştirildi. Fakat, burada da “hastalığın yenilmesi” değil, kar ön planda. Muazzam bir çarpıklık ve muazzam bir “aşı savaşı” yürütülüyor şu anda.

İşin ilginç yanı şu. Emperyalistler, bir yandan kendi “rakiplerini” kötülemek için milyonlar harcayıp kampanyalar yapıyorlar. Rus ve Çin aşılarına dair şaibe yaratmak için çok ciddi bir faaliyet içinde bilimci kılığındaki PR grupları. Ama öte yandan, şu anda bizzat kullanıma sundukları BionTech-Pfizer ortaklığının aşısının dünyaya dağıtılabilmesi mümkün değil. Önümüzdeki yılın sonuna değin üretilmesi planlanan miktar, 1.3 milyar doz. Ve bunun 1.2 milyarı bizzat “Batı”da kullanılacak. Yani dünyanın geri kalanına epi topu 100 milyon doz kalıyor! Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri “gelişmemiş ülkelerin nüfuslarının yüzde 90’ı 2021’de aşıya erişemeyecek” diyor.

Türkçesi şu. Bu “bilimci” diye geçinen ama bilimsel ahlakı banka hesap numaralarından ibaret güruha inanırsak, dünya nüfusunun büyük kısmının salgının kucağına atılmasını kabul etmemiz gerekecek. Her tür düşünme kapasitesi emperyalist dünyaya endeksli geniş bir liberal ahmaklar sürüsü, bu türden şeyleri bile düşünebilecek durumda değil. İş o raddeye vardı ki, “‘Batı’da üretilen ürünler uygun, diğerleri yetersiz” görüşü bir fikrisabit olarak aşı alanına da taşındı. Tıpkı bir cep telefonu, herhangi bir elektronik eşya, bir araba... söz konusuymuş gibi! Gerçekte bu türden metalar söz konusu olduğunda bile birkaç istisna hariç kesinlikle doğru olmayan bu görüş, aşı, ilaçlar ve genel olarak sağlık söz konusu olduğunda hiç doğru değil.

Küba’nın, Çin’in, Rusya’nın özellikle sağlık alanında kesinlikle çok daha üstün olduğu tartışmasız bir olgudur. Geliştirdiği ilaçları, aşıları, beş kuruş patent istemeden tüm dünyaya sunan Küba örneği, geliştirdiği ebola aşısını ücretsiz olarak sunan Rusya (Sputnik V aşısını da üreten Gamaleya Enstitüsü) örneği... başka söze gerek bırakmayacak kadar açıktır.

“Fikri mülkiyet hakkı” adı altında insanlığın evrensel emeğini (bilimsel emek) gasp eden, “patent”, “know how” vb. üzerinden tüm dünyayı soyup soğana çeviren emperyalist tekeller (ve bir bütün olarak emperyalist-kapitalist ülkeler) şimdi elbirliği ile Rusya’nın Sputnik V aşısı ile Çin’in geliştirdiği aşıya karşı savaş açmış durumda.

Malum, ilk aşı tescili Sputnik V için verildi. Faz-3 aşaması öncesi olduğu için tartışmalara sebep oldu. Daha sonra ilk iki aşamanın sonuçlarının bilimsel yayınlarda yayımlanmasıyla, en azından bilim camiasında, kuşkular belirli oranlarda giderildi. Üçüncü aşama ise henüz sonuçlanmış değil. Rusya ikinci aşıda da benzer yolu izledi. Çin’de de iki ayrı aşı geliştirdi. Sinovac’ın geliştirdiği aşı, Türkiye dahil pek çok ülkede hem üçüncü aşama uygulamaları yapılıyor, hem dağıtımı yapılıyor. Her iki ülke de, bu aşıların “geri kalmış ülkelerde” üretiminin yapılmasını sağlıyorlar. Emperyalist tekellerin, onların paralı askeri konumuna gelmiş “bilimcilerin” hedef tahtasına oturtulmalarının temel sebebi bu.

Tekelcilik, her alanda gericiliktir, bilim düşmanlığıdır. Ve bu gericilik, “aşı savaşları” örneğinde, insanlığın büyük bölümü için korkunç bir yıkım halini almış durumdadır.