RTE, partisinin grup toplantısında “Tüm vatandaşlarımızı bu imkanı değerlendirmeye, ellerindeki parayı, dövizi, altını ve diğer sermaye araçlarını varlık barışı yoluyla sisteme dahil etmeye çağırıyorum” dedi. Türkçesi, “kasa tamtakır, elde avuçta bir şey kalmadı. Neyiniz var neyiniz yoksa yurt dışında, getirin. Vergi de almayacağız, kaynağını da sormayacağız. Yeter ki getirin”!

Daha önce TOBB toplantısında bizzat patronlar bu talebi dillendirmişlerdi. Talebin özelliği nedir? Yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını, Türkiye’deki banka veya aracı kurumlara bildiren gerçek ve tüzel kişiler, söz konusu varlıklarını, vergi incelemesine tabi tutulmadan serbestçe tasarruf edebilsin.

Sahi mafya, kara para, kaçakçılık... neydi? Merak edenler, bu pek “saygın” patron kulübünün bu talep ve açıklaması üzerine biraz düşünmeli. Madalyonun iki yüzü çok net görülecektir.

Sonuçta patronların bu isteği hükümet tarafından yerine getirildi. 30 Haziran’a kadar kaynağı belirsiz neleri varsa sorgu sual olmadan sisteme dahil edilebilecek! Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğdeki ifadeyle, “Bu kapsamda bildirilen varlıklar nedeniyle hiçbir suretle vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacak.”

Bu para pul, senet, tapu, altın, tahvil... her ne olursa olsun ve her ne şekilde elde edilmiş olursa olsun, tüm bu “varlıklar”a (ve tabii sahiplerine) kapılar sonuna kadar açık. “Bildirime konu edilen varlıklara ilişkin banka veya aracı kurumlar tarafından, bildirimde bulunanlardan herhangi bir belge istenilmeyecek. Tahvil, bono, eurobond gibi borçlanma araçları, varsa borsa rayiciyle, borsa rayici yoksa rayiç bedeliyle, bu bedel tespit edilemiyorsa alış bedeliyle, alış bedeli de belli değilse itibari (nominal) değeriyle, yatırım fonu katılma payları, ilgili piyasasında belirlenmiş kapanış fiyatıyla, vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri gibi türev araçlar, varsa borsa rayiciyle, borsa rayici yoksa rayiç bedeliyle, bu bedel tespit edilemiyorsa alış bedeliyle, alış bedeli de belli değilse itibari (nominal) değeriyle, taşınmazlar, rayiç bedeliyle söz konusu düzenlemeden yararlanacak. Bildirimlerde söz konusu varlıkların Türk lirası karşılığı bedelleri esas alınacak. Bu hükümden faydalanılabilmesi için bildirime konu edilen varlıkların, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren üç ay içinde Türkiye’ye getirilmesi veya Türkiye’deki banka ya da aracı kurumlarda açılacak bir hesaba transfer edilmesi gerekecek.”

Her biri bir şekilde bu “kazanç çemberine” bin bir türlü bağ ile bağlanmış olan “politikacılar” elbette patronların bu taleplerini güle oynaya yerine getirecektir. Üstelik bizzat o “politikacıların” adları alabildiğine “tuhaf” ilişkilere karışmış durumda. Artık ayyuka çıkan “Fetö borsası”; tüm devlet imkanlarının kimi büyük lokmaların doğrudan paylaşılması için kullanıldığı “girişimler”, “davalar”; MİT başta, tüm istihbarat birimlerinin bu “pasta paylaşımı” için tam istim çalıştırılması; eskiden gizli yerlere adam kaçırıp haraç isteme işinin artık bizzat emniyet binalarına “adam kaldırıp” haraç almalar... Çürüme bu denli derin. (Yanlış anlaşılmaları engellemek için söyleyelim, birikmiş varlıkların el değiştirmesi, bunun için her tür aracın kullanılması, devletin tüm bu paylaşımda merkez önemde olması, ne bu döneme has bir şeydir, ne de sadece Türkiye’ye. Hadi diğer kapitalist ülkeleri geçelim şimdilik. Bizdekilerden sadece “Varlık Vergisi” ve 6-7 Eylül olaylarını anmak bile kafi.)

Bu “varlık barışı”nın tek nedeni bu “mafyatik ilişkiler” değil elbette. Bu var ve son derece önemli. Ama öte yandan dinci faşizmin çok acil “sermaye girişi”ne ihtiyacı var. İster döviz vb. “sıcak para” biçiminde olsun, ister doğrudan yatırım biçiminde olsun, ister “borç verilebilir sermaye” biçiminde olsun, ister “değerli kağıtlar” biçiminde olsun... hangi biçim altında olursa olsun, “değer/varlık-değer” akışı lazım ülkeye.

Hazine boş. Merkez Bankası'nın döviz net döviz rezervleri eksi 50 milyar doları aşmış. Yani Merkez Bankası gırtlağa kadar borca gömülmüş durumda. İktisat yazınında ekonominin yaklaşık 200 milyar dolarlık bir “giriş”e ihtiyacı var. Gayrı menkul satışı, hisse-tahvil satışı, swap anlaşmaları, Borsa İstanbul’un %10’luk hissesinin satışı... Katar’la geliştirilen tüm bu “ilişkiler”, söz konusu 200 milyar düşünüldüğünde devede kulak. (Şimdilik 15 milyar dolarlık bir girişten bahsediliyor bu ilişkilerde.)

Kuşku yok bu “varlık barışı” da kurtarmayacak. Sadece “yükünü tutanlar” bu tebliğ sayesinde “saygın işadamı” yaftasını boynuna asacak. Artık kimlerin “malına çöktüyse”, nerelerde ne tür kaçakçılık yaptıysa, ne türden suçlar işlediyse, banka sisteminde resmi olarak aklanıp paklanacak. Ama dinci faşist iktidar hala “bize para lazım, o da bir an evvel lazım” nakaratını yinelemeye devam edecek. Sonrasında TÜİK marifetiyle düşük gösterilen enflasyon oranının kademe kademe artırılmasına, buna bağlı olarak faizlerin yükseltilmesine gelecek sıra.

Emekçiler? Söylemeye gerek yok ki, devlet hangi adımı atarsa atsın onların payına şu andaki yokluk, açlık, salgın dışında bir şey düşmeyecek. Asla unutmayalım. Toplum karşı sınıflardan oluşuyor. Bu çağda sermayenin çıkarına olan hiçbir şey emeğin çıkarına değildir. Sermaye düzeni yıkılmadığı sürece de bu temel gerçek değişmeyecektir.