Maske parasız olacak... olmadı. 1 TL tavan fiyatı olacak... olmadı. PTT'den ücretsiz dağıtılacak... olmadı. E-devlet şifresiyle eczanelerden alınacak... olmadı. Basit bir maske dağıtımını örgütlemeyi bile beceremediler.

Testler ücretsiz olacak... olmadı. Test kitleri 9,8 TL. Ama birileri 32 TL'den satmış. O "birileri" Sağlık Bakanı'nın yakınlarında bir yerlerde! Özel hastanelerde 250 TL’den pahalı test yok... Ama olduğunu dünya alem biliyor. Sonra yine çark.

Her yeni açıklamaları eski yalanlarını açığa çıkarıyor. Başka yalanlar başlıyor bu defa. Tüm bu yalanlardan anlaşılan tek şey, Türkiye’de durumun kelimenin gerçek anlamında ürkütücü olduğu. Salgının dünyada en hızlı seyrettiği ülkelerden biri olduğu. Yönetimin, gerçekleri halktan gizleyerek kendi beceriksizliğini ve daha kötüsü, acımasızlığını gizleme telaşında olduğunu.

Geçtik “sıradan yurttaşı”, koca kurumlar bile bizzat alanlarıyla ilgili konularda gerçekleri öğrenemiyor. Vaka sayısını TTB dahil hiçbir kurum bilmiyor. Geçtik vaka sayısını. Ölü sayısı bile doğru düzgün açıklanmıyor. Bir inanılmaz garabet! Her akşam Sağlık Bakanı'nın kamuoyuna duyurduğu ölüm rakamlarından daha fazlasının sadece İstanbul’da olduğu açığa çıkıyor. Kaç gündür belediye başkanı her günün rakamlarıyla bu gerçeği tekrarlayıp duruyor. Bakanlık hala aynı yalanları sıralamaya devam ediyor.

Vaka sayısı yerine “hasta sayısı” garabeti de durumu kurtarmaya yetmiyor. “Hasta sayısını” bile doğru düzgün açıklamaktan acizler. Sadece son günlerde bu “hasta sayısındaki” artışa bakın, durumu anlarsınız. Yalanları açığa çıktıkça, başka yerden çeşitli rakamlar gelmeye başladıkça, rakamları “kontrollü bir şekilde” artırmaya başladılar.

Çıkmışlar hala “yoğun bakım yatak sayısı” paylaşıp duruyorlar. Bunun üzerinden propagandaya devam ediyorlar. Ki burada bile manipülasyonlar, “ortalama alma” üzerinden çarpıtmalar yapıyorlar. Sağlık emekçileri artık tükenmenin eşiğindeler. Her yerde “tükeniyoruz” diye paylaşımlar yapıyorlar çığlık çığlığa. Duyan yok.

Biz bu salgına çok hazırlıksız yakalandık.” diyor bir yoğun bakım hemşiresi. “Ekranlara çıkan birçok bilim insanı Türkiye’nin yoğun bakım yatakları sayısında Avrupa’da ikinci sırada olduğunu söyledi. Ama bu sadece yatak. Yatak hastaya bakamaz. Onlara bakacak hemşire sayımız yeterli değil bizim. Son zamanlarda alım yapılmaya başlandı ama güvenlik soruşturmalarının bitmesi, eğitimden geçmeleri hemen bugün yarın olabilecek bir şey değil. Biz Mart ayında bu açığı raporla bakanlığa gönderdik ve bugünlerin geleceğini belirttik. 20 bin üçüncü düzey yani en üst düzey yoğun bakım yatağımız var. Bu 20 bin yatağı çalıştırabilmemiz için minimum 40 bin-50 bin yoğun bakım hemşiresine ihtiyacımız var. Biz şu an yarısına sahibiz.”

Kapitalizm bu türden “felaketlerle” mücadele konusunda genel olarak sınırlı yetenek ve kapasiteye sahiptir. Türkiye kapitalizmi ise tam bir felaket.

Beceriksizler. Toplumsal bir sorun karşısında en ufak bir örgütlülük becerisi gösteremiyorlar. Örgütlülük konusundaki tek becerileri, halka karşı savaşma konusundadır. Yoksa herhangi bir “doğal felaket” anında en basit örgütlenmeyi yaratma yeteneğinden yoksunlar. İzmir depreminde de gördük beceriksizliklerini. Üstelik öyle geniş çaplı bir deprem de değildi. Son derece sınırlı bir alandaki bu “felaket” karşısında bile insanlarımızın yaralarına merhem olmayı beceremediler. Ama aynı depremde yardıma koşan insanları apar topar gözaltına almayı başardılar!

Salgına karşı önlem diye gündeme getirdiklerine bakın. En ufak bir mantığa uyar yanı yok. Bu yarım yamalak önlemler hiçbir işe yaramıyor ama küçük işletmeler batıyor. İşçiler ücretsiz izne çıkarılıyor. En ufak bir gelir desteği yok. Birileri karlarını bu salgın günlerinde katlarken toplumun çok büyük bir kısmı korkunç bir sefalete sürükleniyor.

Salgın ve yokluk karşısında hayatta kalabilmenin tek yolu, bu sistemin yıkılmasına bağlı. Yaşamak istiyorsak bu düzen ölmek zorunda. Ya biz, ya onlar. Yok başka bir yolu.