Haftalardır felaket haberleriyle boğuşuyoruz. Yangınlar, seller, heyelanlar... Bunların sonucu yok olan hayatlar, evler, ormanlar, hayvanlar... Yaşanan felaketlerde sonuç değişmiyor. Canlar kaybediliyor, evler, ekoloji, kısaca tüm bir yaşam sistemi yok oluyor. Sel sonrası ya da yangın sonrası geride kalan görüntüler, Hollywood'un distopik filmlerinden kalan karelerden çok da farklı değil. Sonuçta kaybeden insan, kaybeden dünya...

Doğu Karadeniz'den başlayıp bir hafta içinde Karadeniz'i boydan boya etkisi altına alan yoğun yağış ve devamında sel ve heyelanlar, açıklanan son resmi rakama göre hayatını kaybeden insan sayısı 62. Ancak sosyal medya hesaplarında soğuk hava depolarında kimliği tesbit edilememiş yüzlerce cansız bedenin bulunduğu haberleri var. Ordu’da 3 günde 255 noktada heyelan yaşandı, köprüler çöktü, yollar kapandı. En ağır bilanço Ordu'nun Ayancık, Kastamonu'nun Bozkurt ilçesine ait. İki ilçe neredeyse tümden yok oldu, enkaza dönüştü. Binlerce kişi afet bölgelerinden tahliye edildi, ulaşılamayan-kayıp kişi sayısı yüzlerle ifade ediliyor ve arama kurtarma çalışmaları devam ediyor... Yollar çöktü, köprüler yıkıldı, ulaşım kesildi, Ezine Çayı taştı... Kimi yerlerde sular 4 metre yükselirken, insanlar binaların üst katlarına ve çatılarına sığınarak kendilerini kurtarabildiler... Tarım arazileri yok oldu... Artvin, Kars ve Erzurum'da heyelanlarda evler, ahırlar yok oldu, sayısız büyükbaş hayvan hayatını kaybetti.

Yaşananların detayları, nedenleri üzerine medyada günlerdir konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. Bir taraftan politikacılar, bilim insanları olayları analiz edip tartışıyor, diğer taraftan acısını, isyanını haykıran vatandaşların çığlıkları taşıyor sosyal medya hesaplarından. Biz neden oldu, nasıl oldu detaylara girmeyeceğiz, zira gündeme en duyarsız insanlar bile dere yatağına verilen imar izinlerinin, buralara yapılan binaların, derelere kurulan HES'lerin dere taştığında bugün yaşananlara neden olduğunun bilincine vardı. Yahut evleri, araçları enkaza çeviren tomrukların “yanlış yerde” kurulan kereste deposundan dökülmeleri olduğunun da...

Artık politikacılar da dillendirmeye başladı, "Bozkurt'ta yapılaşmaya izin verilmemeliydi" diye... "100, 200 yıllık, geçmişi ve geleceği düşünerek planlamalar yapmamız lazım” diyorlar hatta büyük bir aymazlıkla... Bunları onlarca yıl öncesinden söyleyen bilim insanlarına, mimar mühendis odalarına, hatta sokaklara dökülüp eylemler yapanlara kulak vermeyen kendileri değilmiş gibi...

Bir parantez açalım burada, bugünlerde en sık dillendirilen isimlerden biri, emekli öğretmen Metin Lokumcu... Metin Lokumcu, tam 10 yıl önce, Artvin Hopa'da Erdoğan'ın şehre gelişi sırasında yapılan HES karşıtı eylemde gaz bombaları nedeniyle fenalaşarak hayatını kaybetmişti. Bugün adı anılıyor, çünkü o gün yapılan eylemlerde halkın taleplerine kulak verilse idi, bugün bu felaketlerin yaşanmayacağı ya da daha az hasarla atlatılacağı bir gerçek...

Evet, sadece geçmişte değil, bugün de halk hemen her şehirde doğasını, köyünü, yaşam alanını korumak için sokaklarda, eylemde. Kazdağları'ndan Akbelen'e, Kanal İstanbul'dan İkizdere'ye, Hozat'a halklar doğalarını, yaşamlarını ve geleceklerini korumak için mücadele içinde...

Yaşanan afetlere dönecek olursak, yüzden fazla köye elektrik-su verilemez durumda, haber alınamayan yerler de var. Sel baskını sırasında HES'lerin baraj kapaklarının açıkarak suyun debisini yükselttiği de söylenenler arasında. Sel suları etkisiyle denize sürüklenen araçlarda insanların olduğu bilinse de, sayıları bilinmiyor. Kapakları açıldığı söylenen Ebru HES için verilen yürütmeyi durdurma kararı olduğu, buna rağmen tamamlanarak üretime geçtiği öğrenildi. Mahkeme kararında, “telafisi olmayacak zararlar doğurabilir” ibaresi yer alıyor...

Bozkurt’ta yaşanan bu tablo, bir yıl önce Giresun Dereli'de yaşananlardan çok farklı değil. Dere yataklarının kanallara hapsedilmesi, gerçekte dereyatağı olan arazilerde yapılaşmaya izin verilmesi, derelerin sel suları ile birlikte beton yatağa sığmayarak hızını artırmasını ve taşmasını getirdi. Ezine Çayı'nın 400 metre hesaplanan taşma payının 15 metreye düşürülerek dere yatağının daraltılması da cabası... Dere ilk fırsatta eski yatağına geri dönüyor... Bölgedeki taşocaklarının molozlarının da dere yataklarına dökülmesi, işin bonusu.Toprak yataklarda akan suların bir kısmının toprakça emildiğini ve böylece hızının yavaşladığı, miktarının azaldığı gibi bir ilkokul seviyesi bilgiyi de buraya not düşelim.

Bunlar, günlerdir medyada, sosyal medyada izlediklerimiz... Birkaç hafta önce yangınlar için kurulan yardımlaşma ve dayanışma hattı burada da örüldü yeniden hızla, bu defa selzedeleri aramak, kurtarmak, güvenilir alanlara taşımak için... İlk adım, kurtarılabilecek kadar çok canı kurtarmak, sonra bu canlar için yeni yaşam alanları oluşturmak...

Hükümet ise bildiğimiz gibi. Cumhurbaşkanlığı hemen bir kararname yayınlayarak yardım kampanyası başlattı. AFAD da İBAN no vermeyi ihmal etmedi hemen. İçişleri Bakanı da konuşma yaparak "Afet sonrası vatandaşımıza, milletimize en ufak bir mahcubiyet yaşatmadık” dedi...

Artık hiç kimse, ne hükümetten, sermayeden bir şey bekleyemeyeceğini biliyor. Kendisine uzanan elin, yine kendisi gibi vatandaşların eli olacağını biliyor. Canlarını kurtarmada, yaraları sarıp sarmalamada...

Ve sıra sonraki aşamaya geliyor. Artık emekçi halkların, sırtlarında asalak gibi taşıdıkları, kanlarıyla-canlarıyla beslenen bu köhnemiş sistemi yıkıp atmalarına geliyor. Yoksa hem canlarımız pahasına ihaleler, inşaatlar devam edecek, “yaraları sarma” adına yeni TOKİ'ler, yeni binalar yapılması, yangın alanlarının, dere yataklarının, dolgu alanların imara açılması, yeni maden ocakları, yeni HES'ler, RES'ler, nükleer santraller... devam edip gidecek...

Hayatta kalabilmek için, yaşam alanlarımızı koruyabilmek için, bu asalak sistemi alaşağı etmek zorundayız... Harekete geçelim, dayanışalım, yaraları saralım ve mücadele edelim...

Sibel Deniz