AKP’nin tabanı eriyor, hem de baş döndüren hızla. Çok değil bir ay önce hükümetin musluğuna yapışmış anket şirketleri desteği %36 gösteriyordu, şimdi %30... Zil takıp oynamak için yeterli bir sebep mi? Değil. Çünkü faşist aygıtın hemen hemen tüm kritik mevkilerini kendi yandaşlarıyla dolduran dinci faşizm, kitle desteğinin erimesiyle çözülüp gidecek bir yapı değildir.

Olur da bir sonraki seçimlerde gerici tekelci muhalefet sandıklardan galip çıkarsa, dinci-faşizmin önünde iki yol var demektir. İlki, tıpkı 7 Haziran’da davrandığı gibi sonuçları yok sayar; bu durumda çok ciddi bir isyan riskini göze almak zorunda kalır. Ya da ikinci olarak, aşırı yıpranmışlığını biraz tamir için, hükümetin işe yaramaz koltuklarını muhalefete bırakabilir. Bu ikinci olasılık tek bir koşula bağlı olacaktır: Dinci-faşizm, ekonomi ve güvenlik-adliye bürokrasisinde taşların yerinden oynamayacağının garantisini almak zorundadır. Yoksa kendini bir anda Silivri zindanında bulabilir.

Amacımız, gelecek senaryolarıyla, emekçilerin kafasını bulandırmak değil, fakat dinci-faşizm açısından beliren yakın gelecek tehditleri, bugünkü adımlarına yön veriyor. Örneğin, yukarıda açıklanan nedenlerle, dinci faşizm, kitle tabanı eridikçe devlet içi kadrolaşmasında gaza basıyor. Zücaciye dükkanına fil misali dalıyor. Tarihin en kısa süren (1,5 saat!!) YAŞ toplantısında ordu hallaç pamuğuna dönüyor; Merkez Bankası’nın onlarca yıllık tecrübeli kadroları bir gecede kapının önüne konuyor, vs. tüm bu tedbirlere rağmen dinci-faşizm yarınını güvende göremiyor. Kitle desteğindeki erime, aydan aya ölçülebilir hız ve ivmeye sahip. Bu erimenin devrimin gelişimi ile sıkı bağlantısı bulunmasaydı, ne dinci-faşizm ne de tekelci sermaye böylesine panik havasına kapılırlardı. Panik havası dinci-faşizmi yeni ittifaklar aramaya zorluyor. Bu arayışlara gerici sermaye muhalefeti, yılışık gülüşler ve ayakları kaba etlerini döve döve koşarak yanıt veriyor. Çünkü hepsinin korkusu aynı: Eriyen, tek başına dinci-faşist partinin kitle tabanı değil, doğrudan, karşı-devrim tabanıdır.

Bu taban eriyor, çünkü genelleşen ve zirvesine ulaşan terör ve baskıya rağmen, devrimci sınıfların tutum ve davranışlarında bir çözülme yaratamadılar. Ne Kürt halkı kayyumlara boyun eğdi, ne de Türkiye’nin devrimci yığınları 8 Mart-1 Mayıs gibi alanları doldurma fırsatını kaçırdı. Tersine, alanlar hınca hınç doldu. Yaşanan onca kanlı katliamlara ve tehditlere rağmen yılmayan devrim cephesi, eninde sonunda, bu direşkenliği ile karşı-devrimin takatini kesecek, onu moral ve fiziki dağılmaya zorlayacaktı. Dinci-faşizmin sabah akşam borazanlar eşliğinde tekrarladığı “beka” lafları da karşı-devrime ihtiyacı olan motivasyonu sağlayamadı. Hatta denebilir ki, bu söylem ters tepti. Bu, kitleyi coşturmak için sürekli cenaze marşı çalmaya benziyordu.

Dinci-faşizmin hem devlet bürokrasisini hizaya getirmek hem de kitle tabanına moral vermek amacıyla giriştiği dış savaş maceralarında ciddi bir sıkışma söz konusu. Şimdilerde dillerine doladıkları Fırat’ın Doğusu, ne besleme IŞİD çeteleriyle dolu Cerablus’a, ne de kaderine terk edilmiş yalnız bırakılmış Afrin’e benziyor. AKP, 2016 Cerablus-Bab işgaliyle, 15 Temmuz’da darmadağın olan orduyu toparlayabilmişti. Afrin işgali ise “metal yorgunu” dinci-faşist kitleye moral vermişti. Oysa şimdi Fırat’ın Doğusunda çok daha güçlü bir hasım bulunmakta. Karşı-devrimin kitle mobilizasyonu için, bir dış savaş, olanaklı olmakla birlikte, sonuçlarına katlanılamayacak denli tehlikeli ve de çok pahalı bir oyuncak durumunda, hele ki hazine kasaları tam takır kuru bakırken.

Tabandaki erimenin, yaşanan ekonomik krizle yakından bir ilişkisi var, fakat tek etken bu değil. Dinci-faşizme destek verenler, önemli oranda küçük rantiyeler olarak yaşamlarını sürdürüyordu. Kriz rantiye musluğunun akışını kesti. Küçülen pasta, en iri tekeller arasında, bunlarla sınırlı bir dağıtımı zorunlu kıldı. Oysa, hiç kurumayacakmış gibi görünen rantiye musluğu, karşı-devrim tabanında, dinci-faşist iktidara karşı biriken hoşnutsuzlukların üzerini örtüyordu. Nasıl olsa bu iktidar bir yere gitmiyordu, sıkıntı çekenler biraz diş sıkıp sırasını bekleyebilirdi. Şimdi, hem musluk kesildi hem de yolun sonu göründü; alttan alta biriken tüm hoşnutsuzluklar da bir anda su yüzüne çıkıverdi. Birbirlerini suçlamaya, tehditler savurmaya, karanlık defterleri açmakla tehdit etmeye giriştiler.

Peki ya, dinci-faşizmin ittifak arayışları, bu erimeyi durdurabilir mi? Veya şöyle soralım: tavandaki yeni ittifak çabaları, karşı-devrimci kitle desteğini yeniden şahlandırabilir mi? Buna hemen hayır cevabı vereceğiz. Çünkü uzun iç savaşın, derin toplumsal çelişkilerin keskinleştirdiği kutuplaşma, tüm sınıf ve katmanlar üzerindeki etkisini sürdürüyor. Ne İmamoğlu gibilerin Saray’daki neşeli ve verimli toplantıları ne de bizzat RTE’nin “Devri sabık yaratmayın, işbirliği yapalım” teklifleri, dinci-faşizme yönelen öfkeyi dindirebilmiş değil. Bu yüzden, tekellerin tüm gerici partileri ittifak arayışlarını çok sakınımlı ve ikircikli yürütmek zorunda kalıyor. Saray’daki mutlu mesut davetten bir gün önce, Kaftancıoğlu’na cezalar yağdı. Aşırı kutuplaşma, ittifak arayışlarına girişenleri bile yıpratan bir keskinliğe sahip.

Hiç kuşku yok ki, gerici burjuva muhalefetin dinci-faşizm ile kol kola görünmesi, tüm reformist çevrelerin ciğerini dağlıyor. Şimdi onlar, “ihanet” çığlıklarıyla dizlerini döve dursunlar devrimci proletarya, böyle bir gelişimi, mutlak surette devrimin yararına görecektir. Öfkeli yığınları burjuva muhalefetin kuyruğuna takan reformizmin unuttuğu temel bir gerçek var: Onların arasındaki çelişkiler asla uzlaşmaz karakterde değildir. Altı yaşında bir çocuğun bile anlayabileceği bu gerçeği tekrar etmek zorunda kalmak, reformizmin utancıdır. Dinci-faşizm ile muhalefet arasındaki güç mücadelesi, aradaki fark büyük olduğu sürece, amansız gibi görünür. Muktedir olan kibir ve azametle yürütür işini; muhalif olan ise, iktidara yönelen öfkeden nasiplenmek için, kavga dolu laflar etmek zorunda kalır. Ne zaman ki güç farkı az çok dengelenir; tavanda bir uzlaşma zamanı gelmiş demektir.

Tepelerdeki buzlar eriyebilir, ancak tabanda, yani duygu ve düşüncelerine ihanet etmeyen sağlam karakterli emekçi yığınlar arasında, dinci-faşizmle uzlaşma niyetinin izi bile yok. İşte bu yüzden devrim, burjuva muhalefetin amaçları üzerinden, açmazları üzerinden dinci-faşizmle uzlaşmaya çalışan, onu “uçurumun kenarından almak”la övünen küçük burjuva bakış açısını daha fazla sırtında taşıyamaz. Devrimci yığınlar, her koşul ve zamanda uzlaşmaz siyasetini ve çizgisini korumuş olan devrimci proletaryayı, devrimin hegemon gücü konumuna yükseltecektir. Bu özgüven ve cüretle, yakın geleceğe hazırlanalım.

Şiar Coşkun