Emperyalist-kapitalist sistemin dünya bunalımı, daha önceki bütün bunalımlardan bazı farklılıklar gösteriyor. Bunların en başında uzun ve kalıcı olması var. Daha önceki bunalımlar, serbest rekabetçi dönemde onar yıllık periyotlarla yaşanıyordu; tekelciliğin doğuşu ve dünya hakimiyetiyle birlikte bunalımların arası çok kısalmıştı. Engels, Kapital’in 1.Cildinin 3. Almanca Baskısı için yazdığı önsözde buna şöyle dikkat çekiyordu:

1825’ten 1867’ye kadar durmadan yinelenegelen onar yıllık durgunluk, gönenç, aşırı üretim ve bunalım dönemleri, gerçekten ömrünü tamamlamış gibi görünüyor; ama yalnızca bizi devamlı ve süreğen bir depresyon bataklığına bırakmak için. Özlemle beklenen gönenç dönemi gelmeyecek; bunu haber veren belirtileri görmemizle bunların ufukta kaybolmaları bir oluyor.” (Kapital, C.1, Sol Yayınları. 3. Baskı)

Günümüzde kapitalizmin bunalımı artık süreklilik kazanmış durumda. Birbiri ardına gelen sert dalgalar bağımlı ülkelerden emperyalist merkezlere, emperyalist merkezlerden bağımlı ülkelere bütün kapitalist dünyayı temellerinden sarsıyor; kapitalist ülke ekonomilerini kırıp geçiriyor. Burjuva toplumun ayaklarının altındaki toprağı çeken bu bunalımın bu kadar ağır ve süreğen olması kimilerini şaşırtsa da, bunda şaşılacak bir şey yok.

Her şeyden önce günümüzde kapitalist üretim ulusal çitleri tamamen yıkıp geçti; sadece pazar zinciriyle değil, tedarik zinciriyle bütün kapitalist dünyadaki üretim süreçlerini birbirine bağladı. Bu da her bunalım dalgasının bütün kapitalist dünyada sarsıntıya yıkıma neden olmasını getirdi.

Bunalım, sanayi bunalımı olarak kalmadı, kısa sürede tarım alanına yayıldı. Serbest Ticaret Bölgeleri, Gümrük Birliği Anlaşmaları, IMF reçeteleri, vb yollarla bütün dünyayı etkisi altına alarak, özellikle bağımlı ülkelerde tarım ve hayvancılıkta büyük yıkımlara neden oldu.

Bunalım, kapitalizmin doğası gereği sermaye birikiminin merkezileşmesini hızlandırır, sermayenin daha çok elden daha az ele doğru akışını hızlandırır. Özellikle iflaslar, şirket evlilikleri, birleşmeler yoluyla küçük ve orta sermayenin yanı sıra, bazı tekelleri de ortadan kaldırırken bazı tekeller ve tekelci birlikler onları yutarak devasa boyutlara vardı. Özellikle bağımlı ülkelerde küçük ölçekli tarım ortadan kalkarken, küçük üreticiler büyük bir hızla üretim ve geçim araçlarını yitirdi.

Yeni evrede uygulanan tam ilhak, daha önceki dönem boyunca bağımlı ülkelerde birikmiş bulunan sermayeye de emperyalist merkezler tarafından el konmasıyla ilerledi, bağımlı ülkelerde işsizlik ve açlık alabildiğine genişledi ve derinleşti.

Emperyalist tam ilhak politikalarına itiraz eden ya da tam teslim olmayan bağımlı ülkelerdeki iktidarlar “renkli devrimler yoluyla, olmadı “demokrasi” ve “uygarlık” taşıyan askeri güçler, ordular tarafından tasfiye edildi.

Emperyalist merkezlerde biriken muazzam boyutlardaki servet ve sermaye, aşırı üretim nedeniyle atıl kaldı. Bizzat sermayenin kendisi sermaye dolaşımının önünde engel haline geldi. Aşırı üretim nedeniyle bir yanda pazarlar dolup taşar, metalar (mallar) depolarda çürümeye terk edilirken, dünyanın büyük bölümünde de yoksulluk, açlık ve gıda krizi aldı başını yürüdü.

Kapitalizmin işleyiş yasaları nedeniyle bunalım, sanayi ve tarım alanlarıyla sınırlı kalamazdı, kalmadı. Kısa sürede mali piyasaları, finans sektörünü de sardı. Dünya parası doların tahtı sarsılırken, kredi sistemini, para birimi sistemini, borç yükümlülükleri sistemini, borsaları ve para piyasalarıyla bütün finans sektörünü pençesine aldı. Tek tek ülkelerde, ülkeler arası ilişkilerde olduğu kadar her bir ülkenin kendi içindeki toplumsal grupları, hatta aileler arasında var olan geleneksel ilişkileri de tasfiye ederek, alt sınıflardaki sefaleti daha da derinleştirip yaygınlaştırdı.

Emperyalist ülkelerdeki hem imalat sanayinde hem de tarımda modern teknolojiye dayalı makineli üretimle, daha geri teknolojilerle emek-yoğun üretim yapan bağımlı ülkelerdeki orta ve küçük ölçekli üretim arasındaki rekabete, bağımlı ülkelerde sübvansiyonun kesilmesi de eklenince, yıkım kaçınılmaz oldu. Burada özellikle örgütsüz meta üreticilerinin, küçük üreticilerin, köylülerin, zanaatkarların, KOBİ’lerin ürettiği metaların fiyatları büyük bir hızla düşüp değer kaybederken, sermayeleri de değer kaybetti.

Özellikle konut vb bazı sektörlerde kredi-borç ilişkilerinin, borsa oyunlarının etkisiyle oluşan köpük, zaman zaman banka ve finans sektöründe bu köpükten beslenen bazı tekellerin de iflasına neden oldu; bu iflaslar, bu tekel gruplarına ait şirketlerde çalışan işçilerin ve emekçilerin bütün birikimlerini kaybetmelerine, yıkımına yol açtı.

Kendi gelişiminin son sınırlarına dayanan kapitalizmin, daha önceki bunalım dönemlerinde kullandığı materyaller ve argümanlar da işlevini yitirip bunalıma çözüm üretemez hale geldiği için, emperyalist-kapitalist sistem ne yaptıysa önüne geçemediği küresel bir çöküş sürecine girdi; durağanlık, resesyon, sermayenin değersizleşmesi ve krizin yeni bir dalgası bu dönemin en belirgin işleyişi haline geldi.

Uzun yıllara yayılan ve süreklilik kazanan bunalım, bağımlı ülkelerden emperyalist merkezlere, dünyanın her yerinde işçi sınıfı ve emekçileri büyük bir yoksulluğa, sefalete sürükledi. Şirket evlilikleri ve iflaslar pek çok iş kolunda fabrikaların kapanmasına, işsizliğin artmasına neden oldu. Tarımdan sanayiye, ticaretten hizmet sektörüne bütün alanlarda milyonlarca insan, yaşamını sürdüremez duruma düşürüldü. Bu süreçte öne çıkan bir eğilim de, bağımlı ülkelerden emperyalist merkezlere doğru göç eğilimi oldu. Kendi ülkelerindeki yoksulluk ve sefalet; gerici faşist iktidarların baskıları ve savaşlar nedeniyle yaşam alanlarından kopan milyonlarca insan ölümü göze alarak dağları, denizleri, çölleri aşarak daha iyi bir yaşam umuduyla bağımlı ülkelerden emperyalist merkezlere doğru akan kesintisiz bir göçmen seti oluşturdu.

Uzun yıllara yayılan ve kronikleşen emperyalist-kapitalist sistemin yapısal bunalımı, bütün dünyada devrimci durumu olgunlaştırdı. Bunalımı atlatamayan sermaye, bunalımın devrimci bunalıma varması karşısında küresel iç savaşa başvurdu, emekçi sınıflara, proletaryaya karşı küresel ölçekte kapsamlı bir saldırıya geçti; emperyalist ülkeler birbiri ardına “anti-terör yasası” dedikleri faşist yasalarla emekçi sınıflara ve göçmenlere karşı baskı ve saldırılarını artırdı. Sermaye, bunalımdan çıkış yolu olarak faşizme ve savaşa başvurdu. Ama bunlar da çare olmadı, olmuyor. Proletarya ve halklar, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sosyalizmin geriye düşmesinin yarattığı moral bozukluğunu üzerinden atarak dünyanın her yerinde, emperyalist merkezlerden bağımlı ülkelere, birbiri ardına isyan ve ayaklanmalara başvurdu ve başvuruyor.

Bu durumda bizde olduğu gibi kendi yeteneksizliğini, yetersizliğini ve karamsarlığını proletarya ve halk kitlelerinin üzerine yıkmaya çalışan küçük burjuva hareket, bütün bu ayaklanma ve isyanları görmezden gelip yok sayarak, “yaprak kımıldamıyor”, “hiçbir hareket yok”, “insan yok” diyebiliyor. Oysa kapitalizm her geçen gün daha çok, daha çok insanı isyanın, ayaklanmanın, devrimin saflarına doğru itiyor. Burada insan yokluğundan değil, olsa olsa yetenekli, usta örgütçülerin yokluğundan azlığından söz edilebilir.

Burada bir başka yanılgı da devrimci bunalım derinleşip olgunlaştıkça emekçi yığınların gerçekleri kavrayacağını, kendiliğinden devrimci saflara geleceğini, yöneleceğini düşünenlerin, zannedenlerin yanılgısıdır. Devrimin zaferi hiçbir yerde ve hiçbir zaman kendiliğinden olmaz. Evet, devrimi kitleler yapar, ama hiçbir zaman proletarya ve halk kitleleri kendiliğinden bir hareket olarak kaldığı, örgütlü devrimci mücadeleyle buluşup bütünleşmediği durumda, devrimi zafere kadar vardıramaz. Devrimin zaferi can ve kan pahasına, ölümüne bilinçli mücadeleyle kazanılır. Proletarya ve halkları bu mücadeleye hazırlayabilecek ve devrimi zafere götürebilecek olan yalnızca ve yalnızca proletarya ve halk kitleleri arasında örgütlenmiş, güçlü ilişkiler kurmuş devrimci komünist partidir.

Tarihte öyle şeyler olmuş, öyle şeyler yaşanmıştır ki, ortaya çıkan devrimci bunalım, sermayenin iktidarını temellerine kadar sarsmış, ama devrim zafere ulaşamamıştır. Ulaşamamıştır, çünkü, proletarya ve halklara önderlik edebilecek onları zafere taşıyabilecek bir önder güç; devrimci komünist parti yoktur. Ya da devrimci komünistler, ne pahasına olursa olsun kitleleri kazanma, örgütleme yeteneğini ve başarısını gösteremedikleri için devrim başarıya ulaşamamıştır. Bunun bir daha tekrarlanmayacağını sanmak devrimci komünistlerin değil, hayalperest ahmakların işi olabilir ancak.

Burada sözü Lenin’e bırakmak, ona kulak vermek gerekiyor: “İşte, devrimci eylemlerimizin dayanağı, temeli olarak devrimci bunalım sorununa gelmiş bulunuyoruz. (...) Devrimciler zaman zaman bu bunalımın, kesinlikle çıkışı olmayan bir bunalım olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu bir yanılgıdır. İçinden kesinlikle çıkılmaz, çaresiz durumlar yoktur. Burjuvazi aklını yitirmiş utanmaz bir haydut gibi davranıyor. Budalalık üstüne budalalık yapıyor, böylece durumu ağırlaştırıyor ve kendi yıkımını çabuklaştırıyor. Kabul. Ama (...) durumun ‘kesinlikle’ çaresiz, çıkışı olmayan bir durum olduğunu önceden ‘tanıtlamaya’ kalkışmak, boş bir bilgiçlik taslamak ya da sözcükler ve düşünceler üzerinde oynamak demektir. Bu noktada ve buna benzer başka noktalarda ‘tanıtlama’ ancak pratik olabilir. Burjuva düzeni tüm dünyada en derin devrimci bunalımlarından birini geçiriyor. Şimdi söz konusu olan, devrimci partilerin pratiği ile, bu partilerin bu bunalımı, başarıyla yürütülen bir devrimin, zafere ulaşan bir devrimin çıkarına kullanabilmek için yeterince bilinçli, örgütlenme anlayışına sahip, sömürülen kitlelerle yeterince bağlar kurabilmiş, gözü pek, kararlı ve becerikli olduklarını ‘tanıtlamak’tır.” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt 10, sy. 212)

“Burjuva düzen tüm dünyada en derin devrimci bunalımlarından birini geçiriyor” diyen Lenin ve bolşevikler, bu bunalımdan 1917 Ekim Devrimi’ni başarabilecek “gözü pek, kararlı ve becerikli” devrimciler olduklarını kanıtladılar. Bir sonraki “en derin devrimci bunalım”da Doğu Avrupa Halk Devrimlerini ve Çin Devrimi’ni zafere taşıyanlar, “gözü pek, kararlı ve becerikli” devrimciler olduklarını kanıtladılar. Şimdi yaşanan bu “en derin devrimci bunalımların” sonuncusundan, Leninistlerin birleşik devrimimizi zafere taşımaları yani “gözüpek, kararlı ve becerikli” devrimciler olduklarını pratik olarak kanıtlamalarının zamanı.

Özgür Güven