Sosyalist dünyada birbiri ardına yaşanan karşı-devrimlerden sonra tarihsel gelişmenin komünizme doğru olduğunu reddeden, bunun yerine fizik bilimlerinden aşırılan quantum belirsizliği, kaos aralığı gibi fizik kavramını kullanarak toplumsal gelişmenin de belirsizliğini savunanlar oldu.

Bunlar toplumsal ilerlemenin, tarihsel gelişmenin yönünün komünizme doğru olmadığını, burada da bir belirsizlik olduğunu öne sürdüler. Ancak, quantum fiziğinde belirsizlik ya da kaos aralığı atomaltı fiziği için geçerlidir. Bu özel alana ait olanı alıp toplumsal alana uyarlayarak devrimci duruma, devrim durumuna kaos aralığı demek; proletaryanın devrimini, tarihsel gelişmenin, toplumsal ilerlemenin yönünün komünizme doğru olduğunu inkar etmek, Marksizm-Leninizmi reddetmektir.

Marksizm tarihin komünizme doğru aktığını söylerken bunu kurgusal şeylerden hareketle söylemedi. İnsanlık tarihinin bugüne kadarki evrimini, gelişme çizgisini diyalektik materyalist yöntemle çözümledikten sonra vardığı senteze dayanarak gidişatın yönünün komünizme doğru olduğunu ortaya koydu. Ama şimdi bunu reddedenler tutarlı bir gerekçeye bile dayandıramıyorlar görüşlerini. Diyalektik materyalizm yerine eklektik bir felsefe, hatta özünde idealizmden başka bir şey olmayan agnostisizme (bilinemezcilik) dayanıyorlar.

Devrimci komünistler bu topraklarda diğer devrimci örgütlerden farklı olarak Marksizm-Leninizmin ve ilkelerinin savunusunda, komünist ve enternasyonalist görüşlerinde hep ısrarlı oldular. Uzun zaman tek başına kalsa da devrimci komünist partinin bu ısrarının nedeni, asıl olarak tarih ırmağının akışının komünizme doğru olmasıdır. Nasıl ki bir ırmağın akışı kah çağlayanlarca coşarak, kah yavaşlayıp menderesler çizerek sürekli denize doğruysa, tarihsel gelişmenin doğrultusu da komünizme doğrudur. Kim ne derse desin, patlamalı sıçramalı, inişli çıkışlı bir evrim sürecinin sonunda insanlık komünist topluma, komünizme varacaktır.

İşçi sınıfının asıl amacı, ekonomik kurtuluşunu sağlamaktır. Ekonomik kurtuluşun sağlanması insanların, sadece işçi sınıfının değil, bütün insanların ekonominin baskısından kurtulmasını gerektirir. Bu da sınıfların kaldırılmasını, sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir toplum olan komünizme geçilmesini gerektirir. İşçi sınıfının ekonomik ve politik kurtuluşuna giden bu yolda ilk önce politik iktidarı ele geçirmesi, kendi kendisini egemen bir sınıf olarak örgütlemesi gerekmektedir.

Ama bunun öncesi var. İşçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi, sosyalist iktidarın kurulması ve bütün toplumu yönetmesi demektir. İşçi sınıfının bunu başarabilmesi için öncelikle toplumdaki diğer sınıf ve katmanlarla ilişki kurması, onları hegemonyası altında toplayarak kendi devrimini yapması gerekir. Ancak sermaye sınıfıyla ilişkisinde böyle bir zorunluluk yoktur. Tam tersine aralarında uzlaşmaz çelişki olduğu için; çıkarları birbirine karşıt iki sınıf oldukları için öncelikle burjuvaziyi ezmek, onun üzerinde egemen olmak durumundadır. İşçi sınıfı bu süreçte kapitalist sınıf dışında toplumdaki tüm diğer sınıfların ve katmanların politik özgürlüklerini kazanmaları için; politik demokrasi için de mücadele eder. Demokrasi ve sosyalizm hedefiyle verdiği bu mücadele sürecinde diğer sınıf ve katmanlarla ilişkilerini düzenler, toplumu yönetmeyi ve örgütlemeyi öğreniriz; diğer sınıf ve katmanların taleplerini de kendi taleplerine bağlayarak onları peşinden sürükler.

Kendi kendini egemen sınıf olarak örgütleyen ve politik iktidarı ele geçiren işçi sınıfı sosyalist düzeni kurar. Ancak sosyalist iktidarın kuruluşu proletaryanın devrim sürecinde diğer sınıf ve katmanlarla kurduğu ittifaka ve sınıflar arasındaki güç ilişkilerine bağlı olarak uzun ya da kısa bir dönemi kapsar. Proletarya, tekelci sermayenin ekonomik ve politik egemenliğini tek başına değil de toplumdaki diğer sınıf ve katmanlardan müttefikleriyle birlikte yıkmış ve yeni iktidarı da birlikte kurmuşsa, demokratik halk iktidarı olarak kurar; oradan da kesintisiz olarak sosyalizme ilerler. Yok eğer yeni iktidarı tek başına kurmuşsa, o zaman sosyalist iktidar olarak kurar.

İşçi sınıfının kurtuluşu devrim ve sosyalizmle birlikte başlar, kapitalizmden komünizme geçiş uzun bir dönemi kapsar. Proletarya bu geçiş sürecinde, kendi iktidarını kurarak emeğin sosyalist yeniden örgütlenmesini gerçekleştirir. Buradan anlaşılabileceği gibi kapitalizmde egemen olan kendiliğindenliğin, kendiliğindenci unsurların yerini sosyalizmde bilinçli, planlı unsurlar alır. Toplumsal gelişmenin hızlanması ve toplumun refahının artması, yaşam standartlarının yükseltilmesi hedefiyle toplumsal yaşam ve bütün üretim bilinçli, planlı olarak yeniden düzenlenir. Kendi kaderlerini ilk defa kendi ellerine alan insanlar bu büyük ve köklü devrimci dönüşümü gerçekleştirmede yaratıcı, üretken ve kolektif bilinçle hareket ederler.

Sosyalizm koşulları altında üretici güçlerin gelişimi hızlanır. Burada sadece maddi malların üretimi değil, insan yaşamına ve toplumsal hayatın bütün alanlarına etki eden kültür sanat dahil maddi ve manevi bütün alanlarda üretken faaliyet artar, toplumsal ilerleme hız ve ivme kazanır. Bu üretkenlik sınıfsız toplum olan komünizmin kuruluş sürecinde başat ve etkin bir role sahiptir.

Eski toplumun yıkılışı sürecinde de yeni toplumun kuruluşu sürecinde de emekçi yığınlar büyük bir coşkuyla hareket eder ve kendi kahramanlarını yaratır. Bütün bu süreç boyunca emekçi yığınlar ve özellikle proletarya eski toplumda üzerlerine sinmiş kötü olan ne varsa onlardan kurtulmaya, büyük bir tutkuyla yöneldikleri yeni toplumun yeni insanları olarak kendi kendilerini de yeniden yaratmaya yönelirler.

Bu süreçte yeni kahramanların ortaya çıkması ne öznel bir sorun ne de öznel girişimlerin sonucudur. Yeni kahramanların doğuşu, çağımızın proleter devrimler çağı, devrimci bir çağ olmasından ileri gelir. Nasıl ki 1917 Ekim Devrimi öncesinde ve sonrasında Rusya proletaryası kendi kahramanlarını yaratmışsa, bugün de proletarya kendi kahramanlarını yaratıyor, yaratmaya da devam edecektir. Çünkü, yeni toplum proletaryanın kitlesel kahramanlıkları üzerinde, yeni insanın omuzları üzerinde yükselecek.

Proletaryanın toplumsal devrimi sadece politik iktidarın ele geçirilmesi değildir. Aksine politik iktidarın ele geçirilmesi, proletaryanın toplumsal devriminin başlangıcıdır. Devrim politik iktidarın fethinden sonra ekonomik alanda, kültürel alanda, eğitimde, sağlıkta vb bütün alanlarda sürekli olarak genişleyip derinleşerek devam eder; kadın-erkek eşitliğinin, bütün cinsiyetlerin eşitliğinin gerçek yaşamda hayata geçmesiyle; emeğin ve buna bağlı olarak bütün toplumun sosyalist yeniden örgütlenmesiyle, sınıfların kaldırılarak sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız toplumun kurulmasıyla sürer gider. Proletaryanın devrimi tarihin en derinine giden devrimdir sözü, gerçek anlamını burada bulur.

Devrimci proletaryanın eski topluma karşı mücadelesi politik iktidarın ele geçirilmesiyle ya de emeğin sosyalist yeniden örgütlenmesiyle de bitmez. Çünkü politik iktidarını ve ekonomik ayrıcalıklarını kaybeden burjuvazi, eski toplumu restore etmek, geri getirmek için bütün gücüyle, bütün olanaklarıyla savaşır. Bu amaçla sabotajdan baltalamaya, kundakçılıktan suikasta, cinayete varana kadar her yolu dener. Uluslararası sermayenin etkin desteğini ve gücünü de arkasına alarak elinden gelen her şeyi dener, her yola başvurur.

Proletaryanın ilk iktidar deneyimi hepimizin bildiği gibi 71 gün süren Paris Komünü oldu. Fransız burjuvazisi, ancak savaş halinde olduğu Alman burjuvazisinin ekonomik ve askeri alandaki etkin desteği sayesinde Komünü yenebildi. Proletarya daha sonra aynı şeyi Sovyetler Birliği deneyimine yaşadı. 1917’den 1989’a bu sefer iktidarı 72 yıl sürdü. İçerdeki burjuva artıkları ABD ve AB emperyalistlerinin büyük desteğiyle iktidarı yeniden ele geçirdi; restorasyon çabaları halen sürüyor.

Sovyetler Birliği’nden sonra Doğu Avrupa ülkelerinde proletarya uzun yıllar elinde tuttuğu iktidarları birer birer yitirdi; burjuvazi, emperyalizmin etkin desteğiyle karşı-devrimler yaparak iktidarı ele geçirip ekonomik ayrıcalıklarına yeniden kavuştu. Bütün bu tek yanlı sosyalizm deneyimleri, sosyalizmin bir geçiş toplumu olduğunu, sosyalizmin bütün dünyada zafere erişmesine ve komünizme varana kadar karşı-devrimlerin, geri düşüşlerin olabileceğini gösterdi.

Bu nedenle proletaryanın devrimin zaferinden sonra da burjuva topluma, kapitalizmin kötülüklerine eski toplumun alışkanlıklarına, kalıntılarına karşı mücadelesi devam eder, etmelidir. Proletaryanın nihai kurtuluşu uğruna verdiği bu mücadelede iktidarın ele geçirilmesi, yeni ve daha ileri bir topluma geçmesi ona kesin bir üstünlük sağlar, ama eski toplumun kötülüklerinden öyle bir çırpıda kurtulamaz; burjuva toplumun, kapitalizmin kalıntıları yeni toplum koşulları altında bir süre daha varlığını sürdürür. Bu nedenle kapitalizmden kalanlara, eski toplumun kalıntılarına karşı mücadele sosyalizm altında da uzun bir süre devam eder. Bunu kendi toplumsal devrimiyle ve pratiğiyle en iyi biçimde gösteren Küba proletaryası bu yüzden halen “devrim sürüyor” demeye devam ediyor.

Özgür Güven