Ayakta olmakla hayatta olmak, siyasal açıdan da aynı şey değil, özellikle iktidardaki sınıf açısından. Ayakta olmak yönetebilmeyi ifade eder, sınıf adına kitlelere yön verebilmeyi.

Hayatta olansa bunu yapamaz, milyonları yönetmekten çok yapabildiği onlarla savaşmak, onları ezmektir. Bu maksatla da en aşağılık yolları kullanmaktan hiç çekinmez. Topluma ise zerre hizmet etmez, o daha çok bir kan emici kene misali milyonların kanını, iliğini kurutmakla meşguldür. Uzayın zaman boyutunun içindeki yegane çabası, sömürebildiği kadar çok sömürmektir.

Süreklilik sağlayan İran ayaklanmalar zinciri yeni bir zirveyi, doruğu daha aşıyor. Karşı devrimci mollalar her defasında ayaklanmayı ezdiğini söylese de, onları yaratan koşullar yerinde durduğu için ayaklanmalar her defasında bir öncekinden daha güçlü patlıyor. Çünkü her ayaklanma, onu yaratan koşulları, çelişkileri daha da derinleştirip toplumun bütün hücrelerine yayıyor. Bu nedenle de mollalar her defasında hayatta kalmakta daha da çok zorlanıyor.

Evet ayakta değil hayatta, karşı-devrimci, antikomünist mollaların durumu tam da bu!

Yani bu meselde ayakta olmanın bir onuru vardır, hayatta olmanınsa onur adına hiçbir şeyi... Molla rejimi denen bu karşı-devrimci iktidar hayatta kalmak için her türden çabayı gösteriyor ve her türlü suçu işlemekten geri durmuyor. Yani onur hak getire.

Fakat bu onur sahipsiz kalmaz, şu anda da değil. O İran’da özellikle de kadınların ellerinde ucunu isyan rüzgarlarıyla savurduğu leçeklerin üzerinde ve dimdik ayaktadır...

İşte bu yüzden, bu kez bu molla güruhun işi çok daha zor. Çünkü son ayaklanma direkt onları, iktidarı hedef aldı. O herhangi bir hak, reform talebiyle başlamadı. Hayır, o sözü hiç dolandırmadı, yolu uzatmadı, bakışı politik arenanın hayli zaman tüketen bıktırıcı labirentlerine girmedi, uzatmaları, esnemeleri, çekmeleri tercih etmedi, direkt kesip attı; “Mollalara Ölüm!” Ayaklananlar sadece mollalara ve İran halklarına değil dünyanın geriye kalanına iktidarı hedeflediklerini dahi ilk adımlarıyla ilan etti...

Son zamanlarda sık düşülen hatalardan birine “öncüsü yok” diyerek yeni evrenin devrimci dalgalarına burun kıvıranlara “mollalara ölüm!” şiarı bir ders olmalı. Belki öncülüğü istenilen düzeyde olmayabilir, ama kendine kolayca öncü misyonu biçen bizim küçük burjuvalarımıza kıyasla onlardan çok daha ilerideler. Bizimkiler başlarını soktukları saman çuvalı misali reform torbasında oyalanırken onlar ise “mollalara ölüm!”le başladı.

Peki bu ayaklanma kazanabilir mi?

Evet. Fakat terside elbette olasıdır. Öncelikle böylesine devrimci ayaklanmaları sadece pratik kazanımlarıyla, sonucuyla değerlendirmek en hafif tabirle sığ bir yaklaşım olur! Sonuçları önemli olsa da tarihte öyle devrimci ayaklanmalar vardır ki, yenilmelerine rağmen ardıllarının yolunu açmıştır. (Paris Komünü!)

Doğru olan “ne getirir ne götürür” kısmına aşırı takılarak bir nevi tüccar misali kar zarar hesabı yapmak değil. En önce yapılması gereken ayaklanmanın bütünlüklü bir tahlilidir. Zira bu onu yaratan koşulları görmemizi sağlamakla kalmaz ayaklanmanın özüne dair bulguları da ele verir.

Bu çok önemlidir çünkü, bütün bir süreci, öncesini ve o anı anlamayı, ondan dersler çıkarmayı ve hayatta yeni örnekler yaratmayı sağlar.

Bu çok önemlidir çünkü, onun bir protesto mu yoksa ayaklanma mı olduğunu gösterir! Özellikle burjuva basın İran ayaklanmalarını ısrarla bir protesto hareketi olarak göstermeye çalışıyor. Oysa gelişme bir ayaklanma hatta devrimci ayaklanma düzeyindedir. Aradaki fark önemlidir. Örneğin bir protestoya destek vermekle bir ayaklanmaya destek vermek aynı şey değil. Bu desteğin içeriği oldukça farklıdır ve bu farkın biçime yansıması da oldukça doğaldır. Böyle olduğu zaman İran ayaklanmasına destek İran elçiliklerinin önünde ya da internette saç kesmeyle sınırlı kalmaz, daha çok ve daha büyük sokak gösterilerine dönüşür.

Ayrıca;

Bazılarınca farklı bir kaygı da dile getirilebilir. Yani duyulması muhtemel boş lakırdılardan biri de şu olabilir. “Mollalar giderse yerine ABD işbirlikçileri gelebilir!” Bunlara da söylenecek şey, mollaların ABD’den daha az kapitalist, daha az sömürücü ve daha az karşı-devrimci olmadıklarıdır. Mollaların yerini İran halklarının gerçek temsilcilerine değilde ABD’ye tayin eden bu tür yaklaşımların etmeninde yatan şey politik analiz yeteneği değil, devrime olan inançsızlıktır.

Ancak ve yine de tüm bu söylediklerimizden ve söyleyeceklerimizden çok daha önemli olan, yanı başımızda gürül gürül akmaya başlayan bu ırmağı görebilmektir. Onu yaratanları ve ona yakışır düzeyde aynı coşkuyla selamlayabilmek, yani o dayanışma gücünü gösterebilmektir.

Ve elbette ki, bugün, şu anda bu kadim toprakların bu güzel, bu cesur, bu savaşçı kadınları, kadının ruhundan, güzelliğinden, saçından, hayatından ve ne acıdır ki katlediliyor oluşundan bir ayaklanma ördüler. Bütün o eski örgülerin aksine attıkları ilmeklerden hiçbiri onları susmaya, kabullenmeye ve kaderciliğe bağlamadı... Şu an yeni ilmekler atıyorlar ucuna isyan rüzgarını bağladıkları eşarpları ve güneşte dalga dalga, yana yana yayılan saçlarıyla... Kadim toprakların sokaklarında dans eden bu savaşçı kadınları görüp de onlara ve onların coşkusuna kapılmamak mümkün mü?

Ve bir de;

Uzak bir coğrafyanın hikayesi değil bu. Bu kadınlar annemiz, kızımız, sevgilimiz, kızkardeşimiz. Aynı hikayenin kahramanlarıyız. Aynı yanar canımız, aynı Leyla ile Mecnundur sevdamız. Aynı göle inmiş kuş sürüleriyiz yani oraya kıvılcım düşse burada yangın olur. Kıvılcım onlarınkiyse yangını siz düşünün...

Kenan Kızıl