Bir yanda bir bütün olarak çökmekte olan kapitalist sistem, diğer yanda bir taç misali gelip bu çöküşün tepesine yerleşerek bu sistem ve onun partilerinin cellat yüzlerini, en geri kesimlerin bile anlayabileceği şekilde ortaya seren pandemi. Bu durum, daha çok kısa süre öncesine kadar her yerde coşa gelip “padişahım çok yaşa!” diye bağıranların ciddi bir kısmını bile dinci faşist parti karşıtı bir pozisyona sokmuş durumda.

Aslında bu yeni bir durum değildi, fakat son bir iki yıldır katlanarak büyüyor. Artık her Cuma günü “reis” için camilere koşan ve “one minute”lerle coşanların çoğunun yerinde yeller esiyor. Çünkü onlar “reis”ten iş istedi ve hala istiyorlar, çünkü işleri yok. Onlar ev istediler ve hala istiyorlar çünkü evleri yok. Onlar çocukları için eğitim imkanı istediler hala da istiyorlar çünkü kendilerinin bunu sağlama imkanı yok. Onlar kendilerine verilen o güzel sözlerin tutulmasını istediler; hala da istiyorlar çünkü onlara vadedilenle şu an yaşadıkları hayatın arasındaki tek bağ taban tabana bir zıtlıktan başka bir şey değil. Buna rağmen ve ortada bu beklentiler, talepler varken, “reis” geliyor ve bir otobüsün tepesinden bağırıyor: “Taksim’e cami yaptık mı, yaptık!” “İHA’larımız süper mi süper!” Yani ne işten bahsediyor, ne ekmekten, ne de onlara sözünü verdiği o rahat yaşamdan. “Reis” sadece lütfedip geliyor ve onları kafalarından 200 gramlık çay paketleriyle vuruyor; sonra “reis” bir tarafa gidiyor, başına çay kutusunu yiyenler başka tarafa...

Bilemiyoruz tabii, dinci faşist parti yöneticiler, her şehirdeki her bir insanı, en az üç defa ve üçünde de alınlarının tam ortasından bu çay paketleriyle vurarak onların gönüllerini fethedeceklerine inanıyor olabilirler ve belki de gerçekten bu kadar çok zeki(!!!)dirler. Fakat bizi bunların ne yaptıkları ya da bu muhteşem “kitle iletişim stratejisi” ilgilendirmiyor. Bizi alnının ortasına çay paketini yiyen arkadaş ilgilendiriyor. Zira kafasına inen o çay kutusu var ya, işte o küçük çay paketi onun için bir samimiyetin değil, onca zamandır kurduğu hayallerin asla gerçekleşmeyeceğinin ilanı durumunda. Ve onca yıllık “parti hizmeti”nden payına düşen bu!

Bir insan düşünün, elinde iki yüz gramlık çay paketi var, ama işi yok, parası yok, evi yok ve gırtlağına dek borç içinde. Etrafına bakıyor, yaşadığı kente ve onun sokaklarına; peki ne görüyor? Her yanda kapanmış onlarca dükkanı görüyor. Kapanmış sinemaları, tiyatroları, kitapçıları, kafeteryaları ve iş bulma kurumunun önünde uzayıp giden kuyrukları; hastanelerde acılar içinde kıvranan çaresiz insanları ve yüzlerine gerilen incecik maskelerle fabrikalarda pandemiye kurban edilen işçileri görüyor.

Fakat dahası da var, bu arkadaş elinde başına atılan o çay paketiyle etrafa bakınıyor. Eli kolu bağlanmış kentlerin içinde kendisi gibi korkunç bir kabusu yaşayan yüz binleri görüyor. Sizce elinde o çay paketiyle bekleyen arkadaş bunları her gördüğünde ne düşünüyor olabilir? Mesela bir çıkış yolu arıyor olabilir mi; yani bu kabustan uyanmanın en kestirme yolunu?

Tabii belki de elinde başına tam isabetle fırlatılan çay kutusu tutan arkadaş şunu yapıyordur. Etrafına bakıyor kapanmış fabrikaları ve bir dünya dolusu işsiz insanı görüyor fakat o, “Bunlar hiç önemli değil çünkü benim tam iki yüz gram çayım var” diyordur! Yaşadığı sokağa bakıp perişan haldeki komşularını görmesine rağmen o yine de, “Normalde büyük bir sorun, hatta her şey berbat, yolsuzluk, sahtekarlık, sömürü ve kadın cinayetleri almış başını gidiyor; ama olsun çünkü kafama yediğim şu çay paketi tüm bunları öylesine önemsizleştiriyor ki anlatamam” diyor! Hatta bu arkadaş içinde binlerce masum canı, alev alev yanan ve yangınların merhametine teslim edilen ormanları görüyor ama gene de, “Ne olmuş, yangınlara bile bile yeterli müdahale yapılmıyorsa, bana mı dert, nasıl olsa benim tam iki yüz gram çayım var” diyordur!

Elinde, başına çalınan iki yüz gramlık çay paketi tutan arkadaş belki de gerçekten ve hala bu çay için kendisinin, hatta çocuklarının geleceğinden vazgeçti! Dahası “reisi” ve “davası” için kanının son damlasına kadar da çarpışmaya hazır, diyebilir miyiz?!

Diyemeyiz! Çünkü ne hayat böyle bir şeydir, ne de insanlar bu kadar körü körüne itaatkar olabilirler. İnsanlar gerçekten inandıkları idealler için büyük fedakarlıklar yapabilirler, ama bu ideallerin gerçekleşebileceğine inandıkları sürece. Üstelik dinci faşist partinin kitlesinin tamamına yakını öyle büyük idealler için orada değil. Bu kitle tamamen kendi maddi çıkarları için bu partiye girmiş, üye olmuş, yedeklenmiştir. Bu insanlar artık hiçbir çıkar elde edemeyeceklerinin farkında. Yani onlar için artık “dava ve reis”e sadakat, hatta bunun için dövüşmek söz konusu bile olamaz.

Bir şey var ki ondan emin olmamız gerekiyor. Hani deminden beri bahsettiğimiz ve elinde kafasına fırlatılmış çay paketiyle bekleyen arkadaş var ya, işte bu arkadaş bizi bekliyor. Yalnız biz onun bizi beklediğinden eminiz, ama onun şu an aslında bizi beklediğinden haberi yok. Şimdi bu cümle absürt bir film diyaloğu gibi gelebilir. Fakat böyle değil. Elinde çay kutusu tutan, pardon daha doğrusu elinde kafasına çalınan çay paketini tutan arkadaş var ya, işte o bir zamanlar üyesi, taraftarı hatta şovence duygularla her şeyi yapmaya hazır bir militanı olduğu partisine karşı çok öfkeli ve olup biten her şeyden, ayyuka çıkmış bütün bu rezaletlerden son derece rahatsız. Haliyle şu an o bütün bunlardan bir çıkış yolu arıyor. Onun bilmediği şeyi biz biliyoruz. O çıkış bizim elimizde. İşte bu yüzden o bizi beklediğini bilmeden bizi bekliyor...

Bu insanlar işçi, emekçi, yoksul, batmış ya da batmakta olan küçük üreticilerdi. Bunlar bizim alışık olduğumuz DİSK, KESK üyelerine benzemiyor. Mücadele içinde devrimcileşmiş yoksul Kürt işçilerine de benzemiyorlar. Üstelik üyesi oldukları faşist sendika ve meslek odalarında yıllar yılı bizim aleyhimize yalan yanlış ve karşı devrimci propagandalarla yanlış bilinçlendirildiler. Bu yüzden de çoğu bizi hiç sevmiyor. Fakat tüm bunlara rağmen tek umutları gene de biziz. Çünkü onları bu kabusun içinden çıkaracak başka kimse ve başka bir yol yok.

Şüphesiz ki bu kitle, işlenmesi ve yönlendirilmesi gereken bir kitledir. Eğer bu ciddiyetle yapılırsa işte o zaman öyle sonuçlar alınır ki, bu sonuçlar karşı cephenin mahvına yol açabilir. Çünkü bu başarıldığı taktirde daha dün “padişahım çok yaşa!” diye bağıranların, o padişahın tacını ayağına taktığını da, başına geçirdiklerine de tarih bir kez daha tanık olabilir. Fakat bu hiç kolay bir iş değil ve muhtemelen yeni yöntemlere ihtiyaç duyulacaktır. Ancak bu “yeni yöntemler” sözünden onları geri ve şoven yanlarını okşamak ya da görmezden gelmek anlaşılmamalı. Devrimcilik devrimin ilkelerine bağlı kalınarak yapılabilir. Bizim bu sözle tek kastımız, bu kitleye ulaşmanın yeni yollarını ya da başka etkin yollarını bulmaktır.

Belki bazen bizi tersleyecekler, hatta düşmanca davrananlar da olacak; ama ısrarla onlara gidildiğinde, onlarda bizi tanıyacak ve işte o zaman bilinçlerinden ve yüreklerinden karşı devrimci propagandanın tüm o irini temizlenmeye başlayacak. Şu an onların çoğu farkında bile değil, aslında çok büyük bir değişimin içindeler, onlar ve her şeyi değiştirecek olan bu, bu değişimin esas sebebi ise devrimin ta kendisi.

Tarih dediğimiz şey, kitap sayfalarında kalmış bir takım hatıratlar değildir. Bilakis, o bugünün içinde yaşar. Bundan yüz yıl önce bu söylediklerimizi yine buna çok benzer koşullarda yapanlar oldu. Tarih onlara Bolşevikler, biz ise rehberlerimiz dedik. Bolşevikler, tamamına yakını yoksul köylülerden oluşan çarlık ordusu içinde çalışmaya başladığında, bazen cahil askerlerce linç edildiler, bazen bu askerler tutup onları çarın subaylarına teslim etti, bazen bu askerler onları kurşuna dizdi, ama onlar asla yılmadılar. Yılmadılar ve bu işi başarmanın binlerce ve binlerce yeni yol ve yeni yöntemini buldular. Evet onlar bunu yaptılar ve muhteşem bir başarıya imza attılar. Neyi mi başardılar: onlar asker sovyetlerini Bolşevikleştirdiler. Çünkü orduyu büyük oranda kendi yanlarına çekmişlerdi. İşte bu asker sovyetleri günü geldiğinde (ki o da çok sürmemişti) işçi sovyetleriyle omuz omuza çarpışa çarpışa şanlı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini kurdu.

Şimdi bir daha soruyoruz: Elinde başına çalınan çay paketini tutan arkadaş kim ve kimleri bekliyor?

Kenan Kızıl