Tüm savaşlarda olduğu gibi, sınıf savaşının da esas nedeni ekonomik çıkar ve çatışmalardır. Savaşan tarafların kendi cephelerini bir arada tutmak için kullandığı ideolojik harç da buna uygun olmak zorundadır. Bu bir tercih değil zorunluluktur. Nasıl ki, burjuvazi kendi cephesini sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya için dövüştüremezse, karşı cephede yer alan işçi sınıfı da bunların dışındaki bir şey için dövüşmez, dövüşemez.

Sınıflı toplumlar tarihine baktığımızda genel olarak gördüğümüz şudur: Egemen sınıf ve onun cephesinde, insani değerlerden yoksunluk, sığ bir bakış açısı, derin ön yargı, cehalet, yağmacılık; verilen her emre körlemesine itaat ve her türlü suçu işleyebilme özgürlüğüdür. Elbette dönem dönem güya yüksek ideallerden bahsedilmişse de bu sadece kendi sınıf çıkarları için yapılan bir ikiyüzlülükten öteye geçmemiştir.

Bugün burjuvazi bir çöküşün içindedir ve bu iki yüzlülüğü de hiç olmadığı kadar teşhir olmuştur. Dönem dönem başvurduğu “eşitlik, adalet, özgürlük” söylemi bile milyonlar açısından kendilerine hiçbir şey kazandırmayan safsatadan ibarettir. Bu nedenle de çöken her sınıf gibi o da kendi cephesini bir arada tutmak için başka şeylere sarılmak zorunda. Fakat yeni bir şey bulma şansı olmadığı için de bu başka şeyler kullanıla kullanıla eprimiş, dökülmüş parçalanmış şeylerdir ve açıkçası da pek de bir işe yaramazlar. Yani bir dönem işe yarayan banal vatan, millet, din, ezan edebiyatı da çöküş dönemindeki diğer tüm argümanlar gibi işlevsizleşmiştir. Fakat elinde başka bir şey olmayan burjuvazi sıkıştıkça bunlara sarılıyor ve bunlara sarıldıkça da daha çok köşeye sıkışıyor. Bu bir tür kör çıkmazıdır, her denemede duvara daha kötü çarpmanın hikayesidir. İroni de bu ya gözleri açıktır ama deli gibi o duvara tekrar tekrar çarpar durur. Bu, sel yatağındaki birinin aşağı ya da yukarı doğru kaçmasına benzer; çaresizlik ahmaklaştırır!

Kısacası iş burjuvazi açısından kötüye gidiyor. Hiçbir zaman hiç bir yerde toplumun çoğunluğunu temsil etmeyen bu sınıf çoğunluk tarafından alaşağı edilmek üzere. Hikaye bazılarının sandığı gibi karmaşık değil. Artık sınıf savaşı belirleyicidir ve burjuvazi kendi nihai sonunu geciktirebilse de engelleyemez. Yeni dönemde tüm o faşist ve banal söylemleri anlamsızlaştırmıştır.

Peki şimdi ne olacak?

Eğer bir cephenin her bir unsuru zafere tam olarak inanıyorsa, morali yüksek ya da savaşmak için güçlü nedenler varsa onları kimse durduramaz hatta üzerilerine mermiler yağdırıldığında ve içlerinde vurularak düşenler olduğunda bile ne korkar ne kaçarlar tersine daha büyük bir öfkeyle ölen yoldaşlarını da savaşmaya bir neden yaparlar. Böylece her bir nefer bir ok misali ileri atılır. Artık zaferi kazanmaları sadece bir an meselesidir. Fakat bunlar yoksa içlerinden biri düşmeye görsün, bu yüzünün, bininin, yüzbininin kalbine korkuyu düşürür öylesine bir demoralizasyon başlar ki birinin yüz geri etmesi yeter de artar bile, artık tek amaç kaçarak kurtulmaktır. Bağlantıyı siz kurun; ne de olsa mevsim fabrikalarını satarak soluğu ada ülkelerinde alanların kaç-kurtul mevsimidir.

İşte bu gözü firarda cephesinin çapsız komutanlarının çığırtkanlığı da tam burada başlar. Ancak bu çığırtkanlık parçalanan cepheyi bir arada tutmaya yetmez çünkü tarihin şanssız kıldığı bu komutanların elinde bu gidişatı tersine çevirecek hiçbir şey kalmamıştır. Ne anlatacakları ulvi bir amaç ne de bu amaç etrafında kenetlenecek bir kitle. Ne vatan ne bayrak ne de başka bir şey işe yarar! Kendi neferlerine vaat edilen tek şey: “Öteki dünya için öl”mektir. Fakat buna kanacak budala sayısı faşistlerin arasında bile çok azdır. Onlar da geriye kalan yöntemlere sarılırlar, karşı cepheyi karalamak, iftira yalan ve çarpıtma. Oysa bir ideal, bir ordudan fazlasını sağlar. İşçi sınıfının ve onun devriminin bir ideali var: Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya kurmak. Bu ideal büyük bir sempati ve destek kazandırıyor. Peki burjuvazinin ideali nedir? Hiçbir şey!

Her kafadan bir ses çıkarken, her biri diğerinin açığını kollarken, dinci faşist partinin tuttuğu tüm dallar elinde kalırken bağırıp çağırmak mı çığırtkanlık mı burjuva cepheyi kurtaracak? Artık elde ne çılgın projeler kaldı ne de yeni Osmanlıcılık. Ortada ki gerçek yegane; “yolun sonu görülüyor”dur. Çünkü burjuvazinin ekonomik politik çöküşü dinci faşist partinin kitlesine de yansıyor. Yoksulluk sadece açlık acısı çektirmez gözlerini de açar insanların. Hem de o kadar çok açar ki yoksullar saraylardaki sefayı kulübelerdeki cefayı görmeye başlarlar. Yani peşinden gittikleri uğruna dövüştükleri insanların onlarla aynı şekilde yaşamadığını. Aynı şekilde yaşamayanlar aynı yerde fazla durmaz. Her cephenin dağılmadan önceki son duraklarından biri budur; liderlere güvensizlik. Bundan sonrası da geri sayımdır; işledikleri suçların hesabını veremeyeceğini iyi bilen burjuva cephenin çığırtkan komutanları paçalarını kurtarmak için olimpik atletlerden daha hızlı kaçacaklardır.

Diğer cepheye gelince... O, tüm bu saldırılara rağmen saflarını sıklaştırıyor. Onca baskıya, tehdite rağmen sık sık sokağa iniyor ve gözü firarda cephesine Gezi’yi hatırlatarak ecel terleri döktürüyor. Emekçi sınıfların cephesi burjuva cephenin çöküşünü, moral bozukluğunu kendi motivasyonuna çevirebiliyor. Onlara çapulcu dendiğinde onlarda hep bir ağızdan “kaçın!” dercesine bağırıyor, “çapulcuyuz, çapulcular geliyor!”. “Kadınlığınızı bilin!” dendiğinde “kadınlar sel olup sokağa akıyor!” Bunun sayısız örneği var çünkü bu bir bilinç durumudur.

Emekçiler cephesi artık daha sağlam, artık tek amacı hedefiyle arasındaki mesafeyi azaltmak. Bu cephe için sorun artık mesafe değil, menzildir. Artık kendisi de bir oktur ve bir okun menzilini aşamayacağını bilir. Şimdi kah irili ufaklı grevlerle, kah yürüyüşlerle kah protestolarla ilerleyişlerini sürdürüyorlar. Adım adım yaklaşmanın bilinciyle. Bu yürüyüş “menzile varmak” içindir. Hedef menzile girdiği an bu ok fırlayacak, hiç şüphesiz öyle yaralamayla, dersini vermekle, sınırlarını hatırlatmakla da uğraşmayacak. Onun tek amacı burjuva sınıfı tarihe gömmek ya da bu günden silip atmak olacaktır. Menzil; okun en hızlı olacağı andır ve bu ok en hızlı haliyle hedefine varacaktır.

İşçi sınıfı “Viva la Comüne” dediği gün zincirlerini kırdı. O günden beri de sokaklarda zincirlerini kıranlar yürüyor; onları yeniden zincirlere vurmak isteyenleri yok etmek için. Sınıf savaşı acımasızdır, bir tarafın mahvolmasıyla sonuçlanacak bir savaştır ve burjuvazi mahvolacak sınıfın kendisi olduğunun farkında. Tüm çabası bunu durdurmaya dönüktür. Fakat artık çok geç. Çünkü; hedefe doğru fırlayan bir oku hedeften başkası durduramaz. Zaten hedefin şanssızlığı da budur.

Bu sel zincirlerini kıranlara dairdir!

Kenan Kızıl