Dünyada ve Türkiye’de genel toplumsal psikolojiyi belirleyen şey, siyasi iktidarı değiştirme isteği ve çabasıdır. Emekçi sınıflar ve ezilen toplumsal kesimler, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir toplumsal yaşama kavuşabilmek için siyasal iktidarı/düzeni/erki/devleti değiştirmeleri gerektiğini deneyimleyerek gördüler ve öğrendiler. Böyle olduğu için de, isteklerini karşılama yeteneğine sahip bir siyasal iktidara kavuşana kadar mücadelelerini direngenlikle sürdüreceklerini gösteriyorlar.

Bu durum, dünyanın ve Türkiye’nin devrimci bir dönemde bulunmasının hem bir sonucu hem de göstergesidir. Emekçiler ve ezilenler eskisi gibi yaşamak ve yönetilmek istemiyorlar. Bunu her türlü mücadele araç ve biçimine başvurarak gösteriyorlar. Ve burjuvazi de eskisi gibi yönetemez hale gelmiş durumda. Bir yönetme krizi yaşıyor ve bunu dünyanın dört bir köşesinde tanık olduğumuz siyasal krizler biçiminde görüyoruz.

Bu süreçte, nasıl bir siyasal iktidar/düzen/devlet sorusu toplumların en fazla tartıştığı ve cevap aradığı konu haline geldi. Pratik, Marksist teoriyi bir kez daha doğrulamış oldu. Devrim dönemlerinin çözülmesi gereken ilk ve acil sorunu, siyasal iktidar sorunudur. Bugün siyasal iktidar sorunu -ki bu, politik özgürlüğün bir devrimle elde edilmesi sorunudur- Leninistler söylediği için değil, olayların gerçek gelişimi bunu tüm topluma tartıştırdığı için en güncel ve çözüme kavuşturulması gereken ilk ve acil sorundur.

Nasıl bir siyasal iktidar/devlet sorusuna cevap bulmanın ilk ve acil konu haline gelmesi, demokrasi nedir, nasıl bir demokrasi istiyoruz sorularının da tartışılmasını beraberinde getirdi. Ve toplumlar içinde bu sorulara farklı aynı zamanda karşıt iki cevap ortaya çıktı. Biri burjuva yanıt, diğeri ise proleter yanıt. Proletaryanın partisi olan devrimci komünist partiler ve bütün tonlarıyla burjuvazinin temsilcisi olan partiler, bu sorulara verdikleri cevaplarla emekçi yığınları ideolojik olarak etkilemeye, kazanmaya ve bu sayede temsil ettikleri sınıfın egemenliğine rızalarını üretmeye çalışıyorlar.

Esasında burjuvaziye hizmet edenlerin yapmaya çalıştığı, emekçileri, insanlığın gelişiminde sona gelindiğine inandırmaya çalışmaktan başka bir şey değil. Kapitalizmi ekonomik alanda burjuva demokrasisini ise siyasal alanda insanlığın ulaştığı zirve, bunun ötesinin olamayacağını ilan etmek ve emekçilerin buna inanmasını istemek başka bir anlama gelmiyor çünkü. Böyle davranmaları da çok normal. Çünkü hiçbir varlık, kendi varlığının sonlu olduğunu ilan etmek istemez. Hatta direnir kaçınılmaz sonuna. İnsana bakın. Ölüm gerçeğini kabullenmemek için binlerce yıldır baş vurmadığı yol yöntem kalmadı.

Burjuvazi meseleyi böyle ele alarak -tarihin sonunu ilan ederek- sadece ideolojik alanda değil siyasal alanda da konumunu korumaya çalışmaktadır. Ve asıl derdi de budur. Çünkü, emekçi yığınlar tarafından bugün sorgulanmakta olan demokrasi, burjuva ideolojisinin bir parçası olan ve onun siyasal egemenliğinin örgütlenmesi olan “Temsili Demokrasi”dir. Onun vücut bulmuş, somutlanmış halleridir, tekil örnekleridir. Dolaysıyla burjuvazi, emekçi yığınları kazanmak için proletarya ile giriştiği savaşta, sadece ideolojik alanda değil politik alanda da konumunu koruma savaşı vermektedir. Devrim dönemini yaratan nesnel koşullar nedeniyle, güncel ve siyasal anlamda da savunma konumundadır.

Burjuvazi, emekçi yığınların temsili demokrasiden ve kurumlarından kopmakta olan bağlarını, hem ideolojik söylemlerle hem de tarihsel ve mevcut örnekler üzerinden yeniden kurmaya çalışıyor. Burjuvazi farkında ki, sarsılan ve yok olmakta olan ideolojik egemenliğini ve bunu bir parçası olan temsili demokrasi anlatısını emekçi yığınlara yeniden kabul ettiremezse; politik egemenliğini koruması da mümkün olmayacak. Politik dönüşümler, devrimler gerçekleşecek. Bu yüzden burjuvazi bütün gücüyle ve bütün tonlarıyla, kitleleri ideolojik olarak yeniden temsili demokrasiye kazanma ve vücut bulduğu politik kurumlara (parlamento vb) rızalarını üretme mücadelesi veriyor. Ama yenilgiye mahkumdur. Sürecin bu yönde işlediğini, burjuvazinin her yerde ideolojik egemenliğini yitirmesinde, temsili demokrasi anlatısının dünyanın her yerinde çökmesinde ve çaresiz kalan burjuvazinin açık, terörist diktatörlüklere yönelmesinde görüyoruz.

Proletarya ve onun devrimci sınıf partisi ise, eskisi gibi yaşamak ve yönetilmek istemeyen emekçilere, yaşadıkları ekonomik-siyasal krizler içinde her geçen gün yıkıma ve yok olmaya doğru sürüklenmekten kurtulmak isteyen emekçilere, toplumun kısır bir mücadele içinde her geçen gün yok oluşa doğru gittiğini gören ve bunun sonlanmasını isteyen emekçilere, yeni bir şey öneriyor. Burjuvazinin uyguladığı, anlattığı, çeşitli versiyonlarını ürettiği “temsili demokrasi”nin (emekçileri bugün içinde bulundukları felakete sürüklemiş olan temsili demokrasinin) tam karşıtını öneriyor: Doğrudan Demokrasi’yi. Emekçilerin ekonomik ve siyasal yaşamın her alanına ve aşamasına katılımını, karar alıcıları ve uygulayıcıları olmalarını. Yani kendi kaderlerini tayin etmeyi kendi ellerine almalarını.

Bunun olması mümkün müdür? Evet, kesinlikle mümkündür ve tarih bunu bize göstermiştir. İşçi sınıfı hareketin gerçek gelişimi içinde ortaya çıkan komite/konseyler sayesinde bu gerçekleşmiştir.

İşçi ve emekçiler ekonomik ve siyasal mücadelelerini yönetmek için yarattıkları komite/konseyleri başarıyla kullanmış ve milyonlar bu örgütlenmelerin içinde ve etrafında toplanmıştır. Ve bu örgütlenmeler, dünyanın birçok yerinde devlet organları haline dönüştürülerek doğrudan demokrasinin hayat bulması sağlanmıştır. Bu yüzdendir ki, emekçilerin kendi kaderlerini ellerine almalarına yani doğrudan demokrasiye, sovyet/konsey demokrasisi de denilmektedir.

Komite/konsey örgütlenmelerinin ayırt edici özelliği, emekçilerin ruh hallerindeki, anlayışlarındaki değişiklikleri çok hızlı, tam ve doğru dile getirmelerine olanak sağlamalarıdır. Dolayısıyla, yeşerdikleri her yerde, emekçilerin karar almada, alınan kararı uygulamada ve denetlemede iradelerini hızlı, tam ve doğru biçimde hakim hale getirir. Bu yüzdendir ki, sovyetlerin/konseylerin devletin organları haline gelmesi, devletin/siyasi iktidarın emekçilerin iradesine doğrudan, tam, en doğru, en hızlı şekilde bağlı olmasını sağlar yani doğrudan demokrasinin hayata geçmesini sağlamış olur. Emekçiler kaderlerini gerçekten ellerine almış, her anına hakim hale gelmiş olurlar. Devlet olmayan devlete adım atılmış olur.

Proletaryanın-onun devrimci sınıf partisinin emekçi yığınların, toplumların kaos içinde can çekişmesine son vermek için önerdiği işte budur: Demokrasinin en yüksek biçimi olan konseyler demokrasisi ile emekçilerin iradesini yaşamın her alanında egemen kılmak. Emekçilerin, proletaryanın önderliğinde kendi kaderlerini tayin etmesine dayanan bir siyasal düzen kurmak.

İ.Cevat Çetiner