Bu seferde Amerikan halkı ayağa kalktı. Onu Kanada, Fransa, Hollanda başta olmak üzere bir dizi ülkedeki emekçi sınıflar izledi. Bir süredir tanık olduğumuz şey, yine yaşandı. Bir yerde yaşanan ayaklanma, gelişen toplumsal hareket kısa zamanda hem o yerde yaygınlık kazandı hem de dünyanın dört bir köşesindeki ayaklanmaların, toplumsal hareketlerin fitilini ateşledi.

Floyd’un katledilmesiyle ABD’de başlayan ve ardından dünya geneline yayılan ayaklanmanın ilk sloganı, “siyahlarında yaşamaya hakkı vardır” idi. Ayaklanma, ırkçılığa karşı patladı. Gençleri, emekçileri, kadınları ve Afro-Amerikalılar dışında kalan halkları da kendine çekti. Hedefi, kısa zamanda, ırkçılığı besleyen temel nedenler olmaya başladı. Bu anlamda hareket, ırkçılıkla mücadelenin ötesine geçti. Şimdi, mevcut politik ve ekonomik düzeni hedef alan sloganlar atılıyor, talepler dile getiriliyor. “Amerika, yurttaşlarını, tanrıyı ve insanlığı hayal kırıklığına uğrattın. Tam boy devrimden aşağısını istemiyoruz” veya “Değişimi biz halk getireceğiz” gibi. Yani bir süredir tanık olduğumuz bir başka şey daha yaşanıyor. Ayaklanmalar, toplumsal hareketler hangi vesileyle başlarsa başlasın politik ve ekonomik düzeni yani kapitalist sistemi hedefler hale geliyor.

Bu iki durum da, toplumsal hareketlerin tipik özelliği haline geldi. Toplumsal hareketlerin üç aşağı, beş yukarı aynı gelişim sürecini (hem yayılma hızı, hem niceliksel gelişimi hem de niteliksel değişimi açısından) izlemesi, nesnel koşulların da dünyanın dört bir köşesinde üç aşağı beş yukarı aynılaştığını gösteriyor. Bu, yeni tarihsel koşulların oluştuğuna yani tarihin yeni bir evresinde olduğumuza işaret. Tarihin bu yeni evresinde, dünya bir devrim sürecine girmiştir. Emperyalist ülkeler de bu sürece dahildir.

Dünyanın devrim sürecine girişi, yeni evrenin bir sonucu ve aynı zamanda göstergelerinden biridir. Yaşadığımız yani yapıcısı olduğumuz tarihin anlaşılabilmesi için, oluşan yeni tarihsel koşulların (yeni evrenin) anlaşılması gerekiyor. Anlaşılmayan, kavranmayan tarihin devrimci yapıcısı, onun gelişiminin hızlandırıcısı olunamaz. Bilimsel sosyalizmin önderleri ısrarla, yaşanan tarihsel sürecin ekonomik kökleri kavranmadıkça, politik ve toplumsal önemi-sonuçları değerlendirilmedikçe, devrimci komünist hareketin ve toplumsal devrimin pratik sorunlarını çözmeye doğru tek bir adım bile atılamayacağını belirtirler.

Leninistler yeni evre çözümlemesiyle, yaşanan tarihi sürecin ekonomik karakteri ve politik toplumsal sonuçlarını göstererek; ekonomik – siyasal – felsefi olarak dünün bugünle, bugünün gelecekle bağını ortaya koyarak bugünün anlaşılmasını dolayısıyla tarihin akışını hızlandırıcı olmayı olanaklı kıldılar. Yeni evre kitabı, tüm yönleriyle tarihsel sürecin bir portresini ortaya koyması nedeniyle, yeniden ve yeniden incelenmeyi gerekli kılıyor.

Ortalama sosyalist bilinci aşamayan, aşamadıkları için de küçük burjuva sosyalizminin ötesine geçemeyenler bunu yapamazdı ve zaten bu yönde hiç gayretleri (Leninistlerin ve 3. Enternasyonalin tespitlerini anlamadan kullanmak dışında) olmadı. Bırakalım somut gelişmeler ışığında insanlık tarihinin gelişim sürecini ele almayı, bu topraklardaki sınıf mücadelesinin gelişimini dahi somut gelişmeler ışığında ele almaya hiçbir zaman yanaşmadılar.

1990’ların başında kimileri geçmişten devraldıkları kimileri de yeni yazdıkları reçeteler doğrultusunda “sınıf çelişkilerinin yumuşayacağından”, “halkın korkusundan hakkını dahi arayamayacak durumda olduğundan”, “milli burjuvazinin varlığından”, “Kürdistan’ın özgürleşmek için Türkiye devrimine ihtiyacı olmadığından” vb vb bahsediyorlar ve taktiklerini bunlara göre belirliyorlardı.

Görünürdeki onca farklılığa rağmen hepsinin ortak yanı, gözlerinin önünde gelişmekte olana bakmayışları, ilgi göstermeyişleriydi. İçine girilen tarihsel sürecin ekonomik köklerini kavrama ve bunun politik-toplumsal sonuçlarıyla ilgilenmemeleriydi.

Böyle olduğu için Gazi Ayaklanması gerçekleştiğinde ortalama sol ideolojik, politik sarsıntı geçirdi. Kimilerine göre, köylerden kentler kuşatılacaktı ama kentler, kentlerdeki işçi ve emekçiler ayaklanıyordu. İşçi sınıfı devrime pratik önderlik edemezdi (nicelik ve nitelik olarak böyle bir işçi sınıfı yoktu bu topraklarda) ama 90’lı yıllar baştan sona işçi sınıfının işgalleri, Ankara yürüyüşleri, sokak gösterileri ile geçiyor ve diğer tüm halk kesimleri işçi sınıfının peşinde sürükleniyordu. Güçlü bir parti suni dengeyi kıracak ve böylece halk korkularından kurtulup ayaklanmalara girişecekti ama suni denge olduğu yerde durduğu halde Gazi’de, Kürdistan’ın şehirlerinde halk ayaklanıyordu. Kürt halkı ve yiğit evlatları neredeyse destan yazıyordu ama Türkiye devrimi ile eşgüdüm kurulmadıkça arzulanan özgürlüğün elde edilemeyeceği görülüyordu. Sınıf mücadelesi yumuşayacaktı (EMEP, ÖDP vs iddiası) ama mücadelenin sertliği 70’li yılları bile aşıyordu... Milli burjuvaziyle ittifak yapılacaktı ama buldukları “milli burjuva” Perinçek, orduyla el ele kendi üzerlerine yürüyordu...

Yaşanan sarsıntının oldukça çok sonuçları oldu. Ama biz devrimin lehine olanını söyleyelim. Ortalama solun hiç olmazsa bir kısmında devrimci durumun varlığına dair tespitler görülür oldu... Örneğin Atılım Dergisi’nde. Ya da bugünkü “Halkın Okulu” dergisinin o yıllardaki yayınında ve daha sonradan Atılım dergisine dönüşecek olan bir başka dergide iç savaş tespitinin yapıldığına tanık olduk. Ama yaşanan toplumsal olayların üzerinden biraz zaman geçip olayların baskısından biraz kurtulunca, sakinleşip, sessiz sedasız eski reçetelerine ve rutin taktiklerine döndüler ve benzer durum, bu büyük toplumsal gelişmeyle tekrarlandı.

Yukarda belirttiğimiz gibi, kimi şok edici olayların neden olduğu geçici yalpalamaları saymazsak, genel olarak ortalama solun tarihsel sürece bakışını, “dün olan bu günde aynen vardır ya da bugün dünden daha kötüdür” şeklinde özetleyebiliriz. Böyle olduğu için de, toplumsal devrimin pratik sorunlarını çözmeye dönük gerçek bir adım atamadıkları gibi, her biri devrimin gerçek gücüne ulaşmasında bir engel haline dönüştüler. Üstelik aynı politika ve taktikleri küçük farklarla yinelemelerinin yarattığı toplam etki, aritmetik toplamlarının ötesine geçti. Sahip oldukları tüm etkinliği yıllar yılı kullanarak, devrimci kitleleri, devrimin dolaysız gelişim yolundan uzak tutmakla kalmadılar, bunu haklı göstermek için geri politika ve taktikleri kitlelere devrimcilik diye aktararak bilinçleri de karıştırdılar, körelttiler.

Ortalama sol, kapitalist sistemin çöküşü iyice belirginleşip devrim ve ayaklanmalar fırtınası tüm dünyada esmeye başlayınca, bu duruma daha fazla kayıtsız kalamadı. Dün bu topraklarda yaşananlar karşısında takındığı tavrı tekrarlamaya başladı. Kimileri burjuva liberallerin ve troçkist bilgiçlerin bilinen lakırdılarını süsleyip püsleyip tekrarlamaya kimileri de 3. Enternasyonalin kapitalizmin genel bunalımını ele alıp, yönteminden bihaber, lafzını tekrarlamaya başladılar. Özde yine aynı durum. Somut gelişmeler ışığında tarihsel gelişmeyi, gelişmenin geldiği evreyi anlamak yerine, bugün olanın dünden farklı olmadığını ispatlamaya giriştiler.

Aslında demeye çalıştıkları her daim aynı: Devrimci heyecan duyacak yeni bir şey yok, taktik ve politikalarımızı gözden geçirmemize neden olacak yeni bir şey yok. Mayakovski’nin deyimiyle, “sözlerin altındaki ruhu çekip çıkarmayı huy edinmiş” olanlar, dün olduğu gibi bugün de, ortalama solun yaklaşımının ardındaki 2. Enternasyonal ruhunu görmekte hiç zorlanmıyorlar elbette.

Uzun zamandır bu topraklarda ve dünyada iki farklı taktik politikanın mücadelesi sürüyor. Biri kapitalist düzene karşı saldırıyı temel alıyor. Diğeri ise savunmayı. Savunma çizgisi, tüm ortalama solun (devrimcisiyle, reformistiyle) ortak çizgisi. Reformisti uzlaşmadan yana kesin tavrını belirlediği; devrimcisi ise, dogmalarını aşamadığı için aynı taktik-politik çizgide uzlaşmış durumdalar. Gezide izlenen taktiğe bakın, bu görülür. Tüm küçük-burjuva sosyalist hareket, iktidarı sarsan ayaklanmayı, iktidarı yıkacak noktaya nasıl evrilteceklerini değil, sarsılan iktidardan bazı ödünler kopararak geri çekilme anlayışını-politikasını izlediler. Menşeviklerin 1905’de yaptığı gibi. Ve sadece Leninistler, sarsılan iktidarın devrilmesini sağlayana kadar mücadeleyi geliştirme, kitleleri bu yönde cesaretlendirme ve kitlelerin mücadelesini sürdürmelerini sağlayacak hedefler koymayı yani saldırı taktiğini benimsediler.

Leninistlerin taktiği, içinde olduğumuz tarihsel sürecin ekonomik köklerini ve bunun politik-toplumsal sonuçlarını değerlendirmeye ve kitlelerin yükselen devrimci mücadelesiyle bu değerlendirmelerin doğrulanmasına dayanıyor. Devrimci durum, devrimci kabarış ve küresel iç savaş olarak tanımlanan bu süreci zafere ulaştırmayı hedefliyor. Ortalama solun taktik-politikaları, halka güvensizliğe, devrimci kitlelerin bilincine, iradesine ve yapabileceklerine inançsızlığa dayanıyor. Hareketin alçalma, devrimin yenilgi koşullarında olduğu anlayışına dayanıyor. Bu yüzden kendilerini savunma konumuna göre konumlandırıyorlar.

Anlaşılacağı üzere tüm dünyada devrimci kabarışın bu denli görülür hale geldiği günümüzde, devrimci komünist hareketle küçük burjuva sosyalist hareket arasındaki mesafe düne göre daha da artmış durumda. Bu, dün söylediğimiz en büyük müttefikimiz devrimin, devrimin dönüştürdüğü kitlelerin kendisidir tespiti daha da geçerli hale geldi. Öyleyse Lenin’in şu tavsiyesine kulak vermeliyiz:

“...hedefe ulaşıp ulaşamayacağımız... şiarların işçi kitlelerinin gerçek mücadele gücü tarafından desteklenmesine bağlıdır. Partimizin tüm örgüt ve gruplarının tüm olağan, düzenli, günlük çalışmaları, yani ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışması, kitlelerle bağlarımızın sağlamlaştırılmasına ve genişletilmesine yönelmiştir. Bu çalışma her zaman gereklidir, fakat devrimci bir anda her zaman olduğundan daha az yeterli sayılmalıdır. Böyle bir anda işçi sınıfı, içgüdüsel olarak açık devrimci eyleme yönelir ve biz bu eylemin hedeflerini doğru koymayı öğrenmeli ve sonra mümkün olduğunca bilinmesini ve anlaşılmasını sağlamalıyız...”

Öğrenmenin olduğu gibi anlatmanın da en etkili yolu ise, devrimci pratiktir. Her alanda, her konuda, her vesileyle daha yoğun, daha etkin devrimci pratik. Kitlelerin yöneldikleri açık devrimci eylemlerle daha yoğun ve etkin buluşma; kitleleri açık devrimci eylemlere sevk etmek için daha fazla etkinlik, girişkenlik...

İ.Cevat Çetiner