Ama küçük burjuva parlamentarist sol kendi siyasal yaklaşımlarını, kendi siyasal projelerini topluma dayattı. Kitleleri ikna etmek için ellerindeki tüm olanakları ve demagojiyi seferber ettiler. Bu oyunun kurucularından olan burjuva muhalefet (CHP) ise, büyük bir iştahla kollarını ortalama sola açmakta gecikmedi. Ama kitleleri ikna etmede belirleyici olan, yine de küçük bujuva sol muhalefet oldu. Sadece CHP’yi ayağa kaldırmakla kalmadılar, kitleyi sandığa gitmeye ikna etme işini de onlar üstlendi; CHP’nin bu yöndeki telkinleri, küçük burjuva sol muhalefetin telkinleri sayesinde meşrulaşıp anlam kazandı.

İkna edebildiler mi peki? Hayır. İkna edemedikleri içinde uzlaşma yoluna gidildi. Tek maddelik bir uzlaşma; sandıklara sahip olunamazsa gereğinin yapılması yani sokaklara çıkılması üzerineydi bu uzlaşma.

Kitleler bu uzlaşmaya dahi kolay ikna olmadı. Tüm muhalefet, sandıklara muhakkak sahip olacaklarına dair yemin üzerine yemin ettiler. Ama, kitle bu sahip olma işinin nasıl olacağına bir türlü ikna olmuyordu. Bu yüzden seçim, oy, sandıklarının güvenliğinin sağlanacağına dair yeminler edilmekle kalınmıyor, tüm adaylar, meydanlarda avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. “ey YSK… eyy valiler, sakın sakın ha yanlış bir şey yapmayın, yaparsanız sokaklara dökülürüz” diye. Her ağızlarını açtıklarında sandıkların üzerine durmaktan, seçim kurullarının önüne yığılmaktan, sandalye atmaktan, cüppelerin hazır olmasından bahsettiler. Halka verilen güvence buydu. Önce sandığı deneyelim olmadı sokaklardayız. Mitinglerde en büyük alkışı bu sözlerle aldılar. Bunun sonucu kitleler, mitinglere hiç görülmediği kadar çok ve coşkulu katılım sağlayarak; dostlarına cesaret, düşmanlarına korku salmaya özen gösterdi. Sözün özü, halk, seçimlere öyle veya böyle var olan siyasi iktidara son verme ruh hali içinde hazırlandı. Sandıkta mutlaka yeneceklerini biliyor, ama zaferlerinin yine sandıkta çalınacağını da bir o kadar hissediyor ve buna hazırlık yapıyorlardı.

Bu mesajları siyasi iktidarın aldığı açıktı ki, muhalefet Maltepe mitingini yaparken, kendi kanallarından kendi Maltepe mitinglerinin tekrarını yayınlama ihtiyacı hissedecekti. Onlar da kendi tabanlarına, korkmayın biz de çoğuz demeye çalışıyordu. Kimileri de ormana gömdüklerini çıkarmaktan bahsediyordu. Tabi tüm bunlar aynı zamanda muhalefete de gözdağı anlamı taşıyordu. Muhalefete, sakın ha kendini kitlelerin ruh haline kaptırırsan olacaklardan sen sorumlu olursun deniliyordu.

Her şey çok açık cereyan etti. Devrim ve karşı-devrimin toplumsal tabanı açıktan birbirine meydan okudu. Devrimin toplumsal tabanının tek gafleti kendini arkadan hançerleyecek olanın yanı başında olduğunu görememesiydi. Ki bunda halka kızılacak bir şey yok. Çünkü, suikastçiyi yanı başına yerleştiren küçük burjuva parlamentarist sol olmuştu; ve halk onlara güvendiği için yanındaki tehlikeyi unutuverdi.

Şüphesiz ki, muhalifiyle, iktidarıyla burjuvazi, aynı gemide olduklarının ve bu gemi batarsa toptan batacaklarının bilinciyle süreci takip etti. Bir yandan herkesin seçim sonuçlarına saygı göstermesi üzerine sürekli açıklamalar yaparken öte yandan seçim güvenliğinden dem vurdular.

24 Haziran akşamına işte böyle gelindi. Ne olursa olsun, iktidardan vazgeçmeme kararlılığını sandık sonuçlarıyla ortaya koyarken siyasi iktidar, muhalefete, her zaman olduğu gibi sokakları bloke etme işini bıraktı. Ama 24 Haziran’a öyle bir sürecin sonunda gelinmişti ki, muhalefetin, şaibe-hile veya benzeri bir şeyi çağrıştıracak en ufak bir şeyi dahi ağzından kaçırmaması gerekiyordu. Çünkü bu sefer kitleler, kazandıkları zaferi siyasi iktidara kaptırmamaya; atı alan üsküdarı geçti diyerek aşağılanmalarına izin vermemeye kararlıydılar.

Muhalefeti ile iktidarı ile, bir toplumsal ayaklanmanın önünün kesilmesine o kadar odaklanılmıştı ki, 24 Haziran akşamı tüm adaylar ve siyasetler, neredeyse ölü sessizliğine büründüler. Ağzımızdan bir şey çıkar da, halk bundan bir ayaklanma vesilesi çıkarır diye, çıtlarını dahi çıkarmadılar. CHP’nin iki sözcüsünün yaptığı açıklamalar ise, biz her şeyin takipçisiyiz, işler iyi gidiyor; söylenenlere bakmayıp, sakin olun minvalinin ötesinde değildi. Seçime katılan diğer partilerden ise çıt bile çıkmıyordu. Anlaşılan kimse sokağı tetikleyen olmak istemiyordu. 6-8 Ekim’den çıkarılan sonucun “bir daha asla” olduğu açık!

Ama AA’nın duyurduğu sonuçlar toplumun nabzını ve sabırsızlığını öylesine yükseltmişti ki, bu sessizlik ortamı bile, tetikleyici bir işlev görmeye doğru gidiyordu. Tehlike görüldüğü için Muharrem İnce, canlı yayındaki gazeteciye bilinçli olarak attığı mesajla, yenilgiyi kabul ettiğini açıklamak-duyurmak zorunda kaldı. “Adam kazandı” diyordu.

Kimin aklına gelirdi bu! Neredeyse her seçim sonrasında seçimleri şaibeli ilan edenler, bu sefer, yenildik diyordu! Demek zorunda kalıyordu. Aksi halde sokakları tutamayacaklarını biliyorlardı. Sessiz bile kalamadılar. Çoktan İnce kaçırıldı söylentileri yayılmaya başlamıştı bile. Sistemi kurtarmak adına, kendini yeniden çukura gömme pahasına, muhalefetin ortak adayı tek cümle ile usulsüzlükleri, sahtekârlıkları aklamakla kalmıyor; kitlelerin ayaklanma bahanesini de elinden çekip alıyordu. Kitleler kendilerini her olasılığa hazırlamışlardı ama bu hiç akıllarına gelmemişti. Küçük burjuva parlamentarist solun kendi yanı başına yerleştirdiği adamın, suikastçı olacağını düşünememişti. Ne yapacaklarını şaşırıp, şok olmaları bundandı.

Yeniden en başa dönüp tekrarlayacak olursak, “huylu huyundan vazgeçmiyor”. Siyasi iktidar sandık oyunlarından, burjuva muhalefet toplumsal ayaklanmanın önüne geçmek için her şeyini seferber etmekten, küçük burjuva parlamentarist sol ise burjuva muhalefeti yaşatmaktan ve peşine takılmaktan vazgeçmiyor…

Burjuva muhalefet 90’lardan bu yana sistemi koruma adına yaptığı tüm hamlelerle etki gücünü iyice daralttı. Onu şimdi reformist-oportünist sol ayakta tutuyor. Sosyal reformist parti ve örgütler bunu yapmaya devam ettikçe, kendi inandırıcılıklarını çok daha hızlı kaybedecekler. Yapmayın, etmeyin demek fayda etmiyor. Uzlaşmaya, burjuvazi ile orta yol bulmaya kesin kararlılar. Gözleri başka bir şey görmüyor. Öyleyse diyecek tek şey kalıyor: “Daha fazla yapın, daha cüretkar yapın”. Yapın ki kitlelerin gözünde her şey daha hızlı netleşsin.

Devrimci proletaryaya düşen, bağımsız sınıf çizgisini ısrarla korumak, daha yoğun teşhire yönelerek bu süreci hızlandırmak; devrimin güncel görevlerini halka daha fazla anlatmak.

Devrimci kitlelere, sosyalizm bilinci ile tanışmış olan kitlelere düşen sorumluluk da var. Devrimci siyasetle uzlaşmacı siyaseti bir birinden ayırmak ve devrimci siyaseti büyütmek için daha fazla özen, dikkat ve çaba göstermek.

Devrim, özgürlük ve sosyalizm, ancak herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesiyle mümkün olabilir.

devam edecek

İ.Cevat Çetiner