I

Bu seçimlere damgasını vuran, burjuva muhalefetin ve parlamentarist küçük burjuva muhalefetin etrafında toplandığı CHP ile HDP’den gelen aynı içerikteki açıklamalar oldu. Denilenin özü şuydu: hile vs yoktur, seçimlerin sonucunu kabul ediyoruz.

Her seçim sonrasında, yapılan usulsüzlükleri ve hileleri bir bir sayıp, sonuçları en azından şaibeli ilan eden muhalefet, bu sefer, hile mile yok deyip kenara çekildi. Neresinden bakılırsa bakılsın, şaşılası bir açıklamaydı.

Huylunun huyundan vazgeçtiği ne zaman görülmüştür ki!

Hani saf olup inanalım diyeceğiz de insanın aklına, daha oy verme işlemleri devam ederken Urfa’dan gelen haberler takılmıyor değil. Hele de, seçimlerin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra basına yansıyan bilgiler, herkese şu soruyu sordurdu; geçen seçimlerde yaşananların benzerleri yine yaşandığı halde, neden bu seçimlerin sonuçları aceleyle ve kesin bir dille aklandı? Ya da soruyu şöyle soralım: 24 Haziran akşamı, muhalefetin her zaman yaptığı açıklamayı yapmaktan özenle kaçınmasında ki amacı neydi?

Burjuva muhalefet partisi, iki ana amacı gözeterek bu açıklamayı yaptı. Birincisi, 24 Haziran akşamına yönelikti. İkincisi, Gezi ruhunu yok etmek ve sistemin mekanizmalarına yeniden rıza üretmek içindi. İlkinden başlayalım.

24 Haziran akşamı, kitlelerin sokağa, alanlara çıkmasına engel olmak amaçlandı. Bu ancak, kitlelerin üzerinde şok etkisi yaratacak bir hamle ile, kitlelere en hazırlıksız oldukları yerden saldırılarak başarılabilirdi. Burjuva muhalefet partisi, kitleler nezdinde, ortalama solun özellikle son birkaç yıllık desteği ile zar zor toparladığı inandırıcılığını yeniden kaybetme pahasına bu hamleyi yaptı. Bu hamlenin kitleler üzerinde neden şok etkisi yarattığını anlamak için ise, chp-seçim-sokak arasındaki ilişkinin nasıl oluştuğunu, dolayısıyla seçime nasıl bir süreçten geçilerek gelindiğini hatırlamak gerekir.

YSK’nın 2017 referandumunda yasaları alenen hiçe sayarak seçimlerin sonucunu değiştirmesinin kitlelerde yarattığı büyük öfke hatırlanacaktır. YSK’nın havası, kitlelerde seçime ve sandığa olan güvenin kırıntılarını dahi silip süpürmüştü. Yine hatırlanacaktır, kitlelerin YSK’dan daha fazla öfke duyduğu bir kurum daha vardı: CHP. Gezi sürecinden güç alan CHP tabanının yaptığı tüm baskıya rağmen, CHP yönetimi insanları sokağa çağırmamıştı. Ve böylece demokrasiden özgürlükten yana olan kitleleri sisteme bağlama misyonunu taşıyan iki önemli kurumun, sandık-seçim ve CHP’nin, itibarlarının son kırıntıları da ortadan kalkmıştır.

Öte yandan unutmamak gerekir ki, seçtiği vekiller zindanlara atılan ha keza belediyelerine kayyum atanan Kürt halkının, pamuk ipliğine bağlı olan sandıkla ilişkisi de, çoktan kopup gitmişti.

Tüm bunlar olurken, bir yandan da gerek içerde gerekse uluslar arası alanda yaşanan siyasal, ekonomik gelişmeler ve içerde yaşanan toplumsal olaylar; kitlelerin hoşnutsuzluğunu, öfkesini arttırmaya devam ediyordu. Bir minibüste iki kadın arasında yaşanan tartışma, bir parkta kadınlara yapılan müdahale, yobazların her fetvasından sonraki gelişmeler, işçilerin her sokağa çıkışında tanık olduklarımız, KHK eylemleri ve sıralamayla bitmeyecek irili ufaklı daha bir çok şey, özünde, dişlerini gıcırdatıp yumruklarını sıkmış olan devrim ile karşı-devrimin güç gösterisi haline dönüşüyordu.

Türk ve Kürt halklarının karşı-devrimle hemen hemen her gün irili ufaklı bir savaşı inatla sürdürmesi ve bunun, sandık-parlamento siyaseti yapan partilerin itibarsızlaştığı koşullarda devam etmesi, burjuvazi için her güne belirsizlik içinde uyanma anlamına geliyordu.

İşte bu koşullarda CHP harekete geçti, geçirildi. Kaybettiği güveni yeniden toparlaması isteniyordu, ki yeniden misyonunu oynayabilsin. Bu amaçla CHP, referandumdan günler sonra, yani YSK ve anayasa mahkemesinin koridorlarında top çevirdikten sonra, seçim sonuçlarını tanımadığını, aslında kendilerinin kazandığını ama çalındığını açıkça yüksek sesle ve sık sık söylemeye başladı. Ama o gün sokağa çıkma çağrısı yapılmaması öyle büyük bir öfke yaratmıştı ki, bu söylem kitlelerde ikna edici etki yaratmıyordu. Bunun üzerine, “sokağa çıkılsaydı, çok kan akacaktı ve biz bunu yapamazdık, sorumluluğu üstleniyoruz; ama önümüzdeki seçimleri alıp bu durumu düzelteceğiz” demeye başlandı. Fakat bu da kitleleri etkilemiyordu. Çünkü kitleler, CHP’nin eylemliliğe geçmeyeceğini, sokaklara çıkmayacağını, oysaki mevcut iktidara son vermenin yegane yolunun bu olduğuna kanaat getirmişler, dolayısıyla CHP’nin üzerine bir çizik atmışlardı. Durumun sistem için vahametini anlayan burjuva muhalefet, çıkış yolu olarak “adalet yürüyüşünü” düzenlemeye karar verdi.

Bu, ölüyü diriltme hamlesiydi. Ve kalp masajı yapma işini de, küçük burjuva parlamentarist sol üstleniverdi. Her düğünde damat her cenazede ölü olmaya hevesli olan ortalama sol, CHP’nin gel gel’ine nasıl kayıtsız kalabilirdi ki. Kendi eliyle mezarını kazmış olan CHP’nin üzerine toprak atacağına, onun yeniden doğrulması için koltuk değneği olmaya koşuştular. Tüm uyarılarımıza rağmen, günü birlik çıkarlar uğruna, burjuvazi ile yeni diyalog kanalları yaratma çabasından vazgeçmediler. Bırakalım toplumsal devrimi hedefleyen siyasetin, reformları amaç edinen ve sosyal-demokrasinin temsilcisi haline gelmek isteyen siyasi aklın dahi yapmayacağı bir politikaydı bu. Böylece Ankara-İstanbul yolunda sadece CHP diriltilmekle kalınmıyor, o günden 24 Hazirana kadar geçen süre içinde parlamentarist sol eliyle peyder pey CHP seviciliğinin yükseltilme süreci de başlamış oluyordu.

Bu süreçte, her şeye esip gürleyen, yasaklayan siyasi iktidar da, toplumsal öfkenin kontrol edilemez noktaya vardığını gördüğünden; bu yürüyüşü sessizce izleyerek, CHP’nin yeniden muhalefetin yatağı haline gelmesini umuyordu.

Toplumsal öfkenin ne denli biriktiği ve sadece sokağa önem verdiği ise, yürüyüşün sonunda maltepe’de yapılan devasa mitingle görüldü. Miting CHP tarihinde uzun zamandan beri yapılan en kitlesel miting olmanın ötesinde, canlı-dinamik bir ruh halini ortaya koyuyordu. Kitle, sokağa çıkmayı bu şekilde ödüllendiriyordu. Ve meydan, “bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganı ile inliyordu. Çok açıktı ki, Gezi ruhu tüm canlılığıyla varlığını sürdürüyordu. Kitleler hem kendilerine hem de siyasi partilere kararlılığını, gücünü gösteriyor, cesaret veriyor hem de siyasi iktidara meydan okuyordu.

Demokrasi ve sosyalizmden yana olan kitleler, güce karşı güç demiş ve bir toplumsal başkaldırı için genel bahanesini arar hale geldiğini açıkça göstermişti böylece. Ama bu süreç, bir yandan da, CHP ile kitlelerin bağının yeniden kurulma sürecinde oluyordu…

İşte bu koşullar altında MHP’den erken seçim çağrısı geldi ve gerekçesi durumun özeti gibiydi: ülke bu şartlar altında daha fazla yönetilemez. Seçimlerin 1,5 yıl öne alınması talibine ise, iktidarda bir gün dahi fazladan kalmak için her şeyi yapacağı bilinen siyasi iktidardan en ufak bir itiraz dahi gelmedi. Sermayenin tüm kesimleri ise, bu talebi ayakta alkışladı. Bir ayaklanmanın geldiği görülmüştü ve buna bir set çekmek isteniyordu. Bunda en önemli rolü üstlenecek olan CHP, yeni bir seçim oyunu için kendini en azından toparlamış, kitleleri sandığa çekme potansiyeline yeniden ulaşmıştı. Yani, düzen için seçim zamanıydı.

Bu gerçekliği tek tespit edebilen, daha seçim kararı alınmadan, toplumsal ayaklanmayı önlemek amacıyla seçimlerin gündeme getirileceğini söyleyen Leninistler oldu. Buradan hareketle Leninistler Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketini seçimlere değil toplumsal devrime yoğunlaşılması gerektiği konusunda uyardılar.

 devam edecek..

İ.Cevat Çetiner