< < İttifak Arayışları

   

23-24 Kasım olayları, birikmiş ayaklanma bulutlarını haber veren ufak bir esinti olarak kabul edilebilir. Yoksul emekçi kitlelerin ve Kürt halkının gerçek hareketinden çok her tondan örgütlü politik güçlerin örgütledikleri eylemlerdi daha çok.

Aniden ortaya çıkan ve bir kaç kente yayılan bu eylemlerin dinci faşist iktidar üzerindeki korkutucu etkisi yıkıcı gücünden değil, kitlelerin içinde bulundukları ayaklanmacı ruh haliyle uyum içinde olmalarındandı. Bütün bozkırı tutuşturan bir kıvılcım etkisi yaratabilir korkusuydu bu.
Dinci faşist iktidarın ve tekelci sermaye sınıfının ağzı yüreğine geldiyse de korktukları olmadı. Hareket geri çekildi. Yoksul emekçi kitleler ve Kürt halkı sokaklara çıkmadılar. Ama bir ayaklanma havasının tüm emekçi sınıfları ve yoksul kitleleri sardığının tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet dahil herkes tarafından kabul edildiği, sözle olmasa bile, ayaklanma beklentisiyle açığa çıkmış oldu.
Bu olgu, özellikle sosyal reformist partilerin “hemen seçim, erken seçim” taleplerini öne çıkarmalarına ve ittifak arayışlarına hız vermelerine yol açtı. Kim kimle ittifak kurmaya çalışıyor belli değil artık. Devrimci durum koşulları, ayaklanma havası bu partileri dahi halk iktidarı, devrimci demokratik cumhuriyet gibi talepleri öne sürmeye zorlamaya başladı. Hiç şüphe yok, yoksul emekçi sınıfları ve Kürt halkını aldatmak için.
Bir yandan halk iktidarı, devrimci demokratik cumhuriyet, tek yol devrim vb. sloganları atarken öte yandan “Millet ittifakı” denen gerici-faşist ittifaka iktidar yolunu açmak için, “Hükümet İstifa” sloganını öne sürmelerinin, erken seçim ya da hemen seçim diye propaganda ve ajitasyon yürütmelerinin; bir yandan halk iktidarından söz ederken diğer yandan CHP'yi “demokrasi ittifakı”na davet etmenin; seçim ittifakları peşine düşmenin başka hiç bir anlamı yok.
Şimdi devrim zamanı. Bütün olaylar ve olgular bu sloganın güncel durumu ifade ettiğini doğruluyor. Tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet kurumlarında görülen ayaklanma korkusu da bunu doğruluyor. Devrim zamanında, hangi gerekçeyle olursa olsun, seçimlerden söz etmek, seçim çağrısı yapmak, tekelci sermaye sınıfına, bu sınıfın egemenliğinin devamına ve sağlamlaşmasına hizmet eder.
Öbür yandan, dinci faşist iktidar seçimlerle gitmeyeceğini çoğu kez dolaylı, arada sırada ise, doğrudan ifade etmiştir. Dinci faşist iktidarın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun burjuva muhalefete, iktidarı size kim verecek, iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz” dediğini biliyoruz. RTE'nin ise, aynı burjuva muhalefete, “bunlar daha iyi günleriniz”, “sokağa bile çıkamayacaksınız” dediğini biliyoruz. RTE, burjuva muhalefet için kelimesi kelimesine şunları söyledi:
“Zaten bunların iktidar yüzü görmeye imkanları olmayacak. Milletim onlara böyle bir fırsatı vermez....Bu ülkede dikili bir ağacı olmayan bu muhalefetin bir defa 2023’te iktidarı almak gibi bir imkanları da olmayacaktır”
Artık bunları biliyoruz. RTE ve dinci faşist iktidarın blöf yapmadığını da... Bu yönelim tekelci kapitalist düzenin içinde bulunduğu koşullarla da uyum içinde. Türkiye tekelci kapitalizmi derin bir ekonomik ve siyasi kriz içinde; bu herkesin malumu ve genel kabul gören bir somut olgu.
Açlık ve yoksulluğun giderek arttığını, açlık ayaklanmalarının kapıda olduğunu; açlık, sefalet, işsizlik gibi felaketlerin önümüzdeki yıllarda değil, aylarda hatta haftalarda dayanılmaz noktalara geleceği biliniyor.
Tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet bu koşullarda ancak daha fazla terör, daha fazla baskı yoluyla burjuva egemenliği ayakta tutabilirler. Hazırlıklar da bu yönde. Tıpkı, 70'li yılların sonlarında artan kitle hareketini bastırmak, ekonomik ve politik krize çare olarak düşünülen 24 Ocak Kararlarını uygulamak için 1980 askeri faşist darbesine ihtiyaç duymuş olmaları gibi. Burada biçim olarak, askeri faşist darbeye başvuracaklarını söylemiyoruz. Ama askeri faşist darbeyi aratmayacak bir baskı ve terör dönemine geçmek istediklerinden söz ediyoruz.
Başında Kılıçdaroğlu ve Akşener faşistinin olduğu burjuva muhalefet ile dinci faşist iktidar arasında bir rol dağılımından söz etmek gerek. “Geliyor gelmekte olan” gibi boş ve palavra laflarla kitleleri aldatmaya çalışıyorlar; hepsi bu.
Öyleyse, seçimlerden söz etmek, kitlelerde seçimler yoluyla sömürüden, dinci faşist iktidardan, bu düzenden kurtuluş beklentisi yaratmak sadece burjuvaziye değil, aynı zamanda RTE ve dinci faşist iktidara hizmet ediyor. Bu hizmetin bilmeden ya da iyi niyetle yapılmış olmasının bir önemi yok.
İşte bu devrim zamanında istisnasız tüm sosyal reformist partiler ve onların etkisi altındaki çevreler, “seçimlerle sınırlı olmayan ama seçimleri de gözeten” ittifak arayışına girmiş vaziyetteler. Devrim değil, halk iktidarı değil, geçici devrim hükümeti hiç değil, ama RTE ve dinci faşist iktidarı yıkma hedefi hepsinin ortak paydası ve bu ortak paydanın yine hepsini getirdiği nokta, gerici-faşist “Millet İttifakı”na arkadan itki vermektir; yani gerici-faşist burjuva iktidarına payanda olmaktır.
Bu noktada kimin kimle ittifak yaptığının önemi ikinci plandadır; hatta önemsizdir demek mümkün. Çünkü bu ittifak, şayet düzenlenirse, seçim sandığının başında fiilen gerçekleşmiş olacak. Bu yüzden de “sağlam” bir ittifak diyebiliriz. Örneğin, iki sosyal reformist parti, henüz ortada fol ve yumurta yokken, “Millet İttifakı”nın göstereceği Cumhurbaşkanı adayını destekleyeceklerini taahhüt etmiş bulunuyorlar. Bu politik amaç birliğinden daha güçlü ittifak ne olabilir ki? Üstelik bu hizmetlerine karşılık “Millet İttifakı”ından tek istemleri, daha doğrusu ricaları, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir aday çıkarmamaları. Bunu daha önce yazdık.
Birlik, ittifak kavramları kurtuluş arayışı içindeki emekçi yoksul kitleleri cezbedebilir ama önemli olan birlik ya da ittifakların hangi politik amaçlar için yapıldığıdır. Sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin sorgulamaları gereken temel nokta budur.