< < İsyan Ve Devrim

Tekelci sermaye, toplumun egemen gücüdür, ekonomik olarak büyük bir güçtür. Ekonomik araçların tekeline sahip olduğu için, buna dayanarak siyasal araçları da tekelinde tutuyor.

Devlet sayesinde, siyasal olarak da egemen güçtür, böylece devlete dayanarak ezilen sınıfı sürekli baskı altında tutar. Yönetici sınıf hem ekonomik, hem siyasal bir güçtür. Bu ekonomik ve toplumsal belirlemenin güncel devrimci sınıf mücadelesi açısından anlamı şudur: ezilen sınıfın toplumsal devrimi ilk planda sermayenin ekonomik ve politik gücünü ortadan kaldırır. Sınıf mücadelesinin tayin edici aşaması olan bu aşamada, iktidar sorununun devrimci çözümü kritik bir rol oynar.

Ezilen sınıfın kurtuluşu bakış açısından iktidar sorununun çözümü siyasi üstünlüğü ele geçirmektir. Ezilen ve sömürülen sınıfın üstünlüğü, tarihsel inisiyatifinin süreklileşmesi demektir. Aynı zamanda siyasi üstünlük, burjuva devletin yıkılması, kapitalistlerin sınıf egemenliğinin yerine, emeğin devrimci iktidarının, halk demokrasili iktidarın kurulması ile gerçek anlamda sağlanabilir. Toplumu tamamen dönüştürecek toplumsal devrim, siyasi üstünlüğün elde edilmesiyle yani siyasi iktidarla başlar. İktidar sorunu halledilemediği için emekçi sınıf hiçbir ciddi sorununu çözemiyor. Bu sorunun üstesinden gelinemediği içindir ki, mücadele gelip gelip bu noktaya dayanıyor.

Bu topraklarda yoğun devrimci mücadele tarihi olan gerçek devrimci güçler, siyasi üstünlüğü ele geçirmek için, ısrarlı bir kavga içinde. Ezilen sınıf, emekçi kitleler, antikapitalistler devrimci mücadeleyi kararsızlığa düşmeden sürdürüyor. Burjuvazi, emekçi halk kitlelerinin süreklilik kazanan sosyal ve siyasal başkaldırısı, kesintisiz devrimci eylemleri karşısında siyasi egemenliğini ayakta tutamaz durumda. Tekelci sermaye güçlerine göre bugünkü siyasi iktidar, bu gidişi tersine çeviremez. Tersine, varlığıyla politikalarıyla durumu daha da kötüleştiriyor. Siyasi kriz ve siyasi çatışmalar gittikçe şiddetleniyor. Tekelci sermaye siyasi iktidarını yeniden sağlamak ve yönetici duruma gelmek için burjuva muhalefeti hazırlıyor. Muhalefet bloku, sarsılmış, yıpranmış, teşhir olmuş ve zayıf düşmüş olan devlet egemenlik sistemini, siyasi yapıda bazı düzenlemelerle yeniden güçlendirmek; böylece devleti, ezilen sınıfı sermayeye boyun eğdirme işlevine uygun hale getirmek amacıyla, yoğun bir faaliyet içinde. Siyasi iktidar gibi muhalefetin de sermayenin ekonomik ve siyasi gücünün hizmetinde ve emrinde olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Şu durum nettir: İster siyasi iktidar ve isterse iktidarla yer değiştirmesi halinde muhalefet güçleri, hiçbiri, kitlelerin ayaklanmaya kadar varan devrimci eylemleri karşısında burjuvaların siyasi egemenliğini, daha tam söylemek gerekirse, bütünsel egemenliğini yeniden sağlayamaz. Ne ezilen sınıfın ve diğer emekçilerin mücadelesi buna olanak tanır, ne de ekonominin işleyişi buna uygundur. Derin ve yıkıcı bir ekonomik krizi yaşandığı, yüksek bir işsizliğin olduğu, emekçilerin yaşam koşullarının daha da kötüleştiği, işçilerin yarınından emin olamadığı bir yerde, sermayenin güçlü bir siyasi egemenliğinden söz edilemez. Sonuç olarak burjuvazi ne devrimci krize son verebilir, ne de bu koşullarda muhalefet ona istediği gibi at koşturacağı bir ortam sağlayabilir.

Düzen gücünden başka bir şey olmayan muhalefet bloku, burjuvazinin bugünkü durumun devam ettirilemez olduğunun açık bir kabulü olarak, yeni ve yeniden bir “değişimden” söz ediyor. Düzen partileri her seçim döneminde bir değişim yapılması gerektiğini, tekrar tekrar gündeme getiriyorlar. Gerçekte ise burjuva partilerinin yapacağı hiçbir değişim yok. Onların değişim dedikleri, düzenlemelerle ayakta tutmaktır. Belirtmeye bile gerek yoktur ki, tekelci kapitalizm düzen partilerinin sınırlarını çizer. Bu toplumsal sistem, sınırlılıkları olan bir sistemdir. Yapılacak değişim, bu toplumun doğasına ters düşmez. Dolayısıyla muhalefetin adını ettiği değişim, tekelci sermayenin şimdi egemenliğini güçlendirmeye yöneliktir. Sermayenin çıkarına olanın, emekçi ve sömürülenlerin yararına olduğunu söylemek, tam bir aldatmacadır. Amaç aynı zamanda, baş kaldıran kitlelerde bir beklenti yaratmak ve onları kapitalizme karşı devrimci mücadeleden, devrimden uzaklaştırmaktır.

Bırakalım düzen partilerini, EMEP’in yer aldığı ittifakla Sol Parti ve TKP’nin olduğu ittifak iktidara gelse de, tekelci kapitalist egemenlik çerçevesinde emekçilerin lehine ciddi bir değişim olmaz. Sosyal reformist TKP, “Dünyaya Başkaldırıyoruz” dergisinden EKA’nın sloganı olan “Her Şey Değişecek”i alıp, kendine mal ediyor. Halbuki devrimci komünist güçler, devrimin yaratacağı köklü ve her alandaki değişimi açıklıyor. Burjuvazi ile sınıf işbirliği içinde olan uzlaşmacı bir siyaset izleyen TKP’nin ise, devrimcilikle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. EKA’nın Dünyaya Başkaldırıyoruz’da söylediği açık. Kadınlar devrimci üslupla konuşuyor: Her Şey Değişecek! Ezilen ve sömürülenlerin istediği ve yıllarca uğruna dövüştüğü değişim, devrimci değişimdir. Dünyanın devrimci tarzda değişimidir. Emeğin ve kadınların kurtuluşunu amaçlayan bir değişim.

Başkasının emek gücüne dayanan toplumsal ilişkilerde radikal, gerçek, eksiksiz bir değişim olmaz; başkasının emek gücüne dayanan toplumun kendisini kökünden değiştirmek, dönüştürmek gerekiyor. Burjuva toplum, başkasının emek gücüyle ayakta duruyor. Ezilen sınıflar, bu toplumda yapılacak bir değişimle zincirlerinden kurtulamayacağının bilincinde. O, devrimci bir sınıf olarak, ücretli emek düzenini temelinden havaya uçurarak zincirlerinden kurtulacağı bilinciyle savaşıyor. Ezilen sınıfın durumunu tamamen değiştirecek olan devrimci değişimdir.

Küçük burjuva sol çevreler, değişimi kamucu ekonomik yapılandırmaya kadar götürüyorlar. Tekelci kapitalist düzen yıkılmadıkça, savunulan kamuculuk kapitalist kamuculuktur, kapitalist toplumsallıktır; nitel değil, nicel değişimdir. Yalnızca bu siyaset, yakın tarihte dünyada yaygınlaşan ve esas olarak küçük burjuva hareketi arasında etkin olan antikapitalist siyasetin çok gerisinde kalıyor. Antikapitalist siyaset, hareketi sosyalizme kadar vardırmıyor, fakat kapitalizmin ötesinde geçme isteğini ifade ediyor. Ezilen sınıf sosyalizmi hedefliyor, sosyalizme geçme hedefiyle antikapitalist mücadeleyi yükseltiyor. Bu anlamda diğer antikapitalist gruplardan ayrılır. Gerçek anlamda toplumun devrimci değişimi, antikapitalist mücadeleyi halk demokrasisine ve sosyalizme kadar vardırmaktır.

Kamucuların sosyalizm anlayışı, kapitalizmin sınırlarında bitiyor, ama onlar bu anlayışlarında yalnız değiller. David Harvey İngiltere, Fransa ve Yunanistan'da ortaya çıkan olgulara dayanarak sosyalizm anlayışını açıklıyor: “Çağdaş sistem içinde sosyalizmin temel fikirlerinden biri bu; şeyleri kamusal alan içine dahil etmek. Britanya'da İşçi Partisi'nin (...) kamusal yaşamdaki birçok alanının piyasanın elinden alınıp, kamusal alan içine tekrar dahil edilmesi önerisinden cesaret alıyorum.”

İşçi Partisi’nin bu önerisi, sermayenin çıkarlarına aykırı değil, bazı koşullarda bizzat sermayenin giriştiği harekettir. Fransa'da da aynı şeyi görüyoruz: “Mitterand, 1981 yılında Fransa Cumhurbaşkanı olduğunda sosyalist bir programı hayata geçirmek için, devlet imkanlarını kullanmaya karar vermişti. Bankalar kamulaştırıldı ve pazarı denetlemek için ekonomide yeniden direksiyonun başına geçmeye başladı.”

Mitterand’ın kamucu girişimleri, kapitalist toplumsallıktan başka hiçbir şey değildir, ki bu örnekte görüldüğü gibi, kamuculuk, kapitalizm koşullarında tekelci sermayenin çıkarına ters değildir. Bu kapitalist anlayış, tekelci güçlerin egemenliğini bir dönem için güven altına alır.

Yunanistan'da Syriza'nın “sosyalist” hükümeti, sermayenin ve emperyalist güçlerin çıkarının hizmetinde olan bir işlevden başka bir şey yapmadı.

“Sonuç: Devlet iktidarı özel sermayeye tabi oluyor. Dolayısıyla kontrolü elinde tutanlar bizzat tahvil sahipleri değilse bile, tekelci büyük şirketlerdir.”

Sol Parti, TKP, TKH gibi reformist parti ve çevrelerin savunduğu kamucu ekonomi, tekellerin sınıf egemenliğini güvenceye almaktan başka bir şey değildir. Burjuvazinin sınıf egemenliğini devirmek için koşulların bu denli uygun olduğu bir sırada, sömürücü sınıfın içini rahatlatacak önerilerle ortaya çıkıyorlar.

Devrimci kitleler savaşçı kapasiteye sahiptir, olayların varlığı sınıf karşıtlığının ürünüdür. Olayların yoğunlaşması, ezilen sınıfın kendi koşullarının bilincinde olduğunu ve koşulları değiştirmek için ısrarlı bir kavgaya tutuştuğunu ortaya koyuyor. Ezilen sınıfın devrimci mücadelesi yıllardır sürüyor yani bir tarihi var. Devrimci mücadele, tarihi olayları ve çeşitli figürleri olan bir tarihtir. Birikimli, donanımlı, savaşçı olan bu sınıf, burjuvaziyi devirebilir.

Tekelci burjuvazi de baskılarını ve saldırılarını iyice arttırdı. Çünkü karşısında, çağımızın yeni bir toplumsal ayaklanmalar ve toplumsal devrimler çağına evrilen bir güç olduğunu öngörüyor ve bu gücü besleyen koşulların olgunlaştığının da farkında. Daha yüksek bir toplumun maddi koşullarının yeterince olgunlaştığını, bu koşulların daha üstün bir topluma geçişin olanaklarını yarattığını çok iyi kavramış durumda. İşte tam da bu nedenlerle, bu toplumu değiştirecek güçlere karşı, en azgın bir saldırı içinde. Fakat tarihin ve ezilen sınıfın devrimci mücadelesinin bugünkü aşaması, egemen sınıfa sonuç alma olanağı tanımıyor. Ezilen sınıfın zaferi kaçınılmazdır.

İktidarı ve muhalefeti ile bütün düzen güçleri, sermayenin egemenliğini isyan ve devrimden kurtarmak için sonuna kadar harekete geçti. Bunun için siyasal ve sosyal pek çok önleme başvuruldu. Ancak, aldıkları her karar, attıkları her adım, isyan ve devrimi büyütmekten başka bir sonuca yol açmıyor. Ezilen ve sömürülenlerin devrime ve daha ileri bir topluma yönelme ve bu uğurda savaşmaları için güçlü bir toplumsal ortam var. Bu ortamda yükselen devrimci kitle eylemleri, geniş yığınları etkileme, harekete geçirme merkezleri olma rolü oynuyor. Her eylemde daha çok güç harekete geçiyor. Her alanda en büyük etkinlik göstererek isyan ve devrimi büyütelim. Kitlelerin gerçek gücü, isyan ve devrimde açığa çıkar.

C.Dağlı