Olaylara devrimci bir açıdan bakmayanlar, Gramsci’nin “Eskinin ölmekte olduğu, ama yeninin henüz doğmadığı” biçimindeki sözlerini sıkça yinelemeyi çok severler. Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu ifadenin kaynağı, sınıf savaşımları deneyimleridir. Deneyimler değerlendirilirken, doğru kavranmalı ve değişen tarihsel koşullar mutlaka gözönünde tutulmalı.

Devrimci bir sınıfın yeni bir topluma geçmek için mücadelede kesin kararlılığını göstermediği zaman veya devrimci bir sınıfın toplumsal bir güç olarak henüz tarih sahnesine çıkmadığı dönemler, toplum sonu gelmez iç kapışmalarla kendini tüketir, çürütür. Lenin, bu deneyimlerden sonuçlar çıkararak, devrimci proleter kitlelere seslenerek, onlardan devrimci kararlılık göstermelerini ister. Toplumda değişim bir zorunluluk olmuşsa, fakat değişim gerçekleşmemişse, o zaman toplumda çürüme başlar. Çürüme, toplumun en canlı güçlerini de etkisi altına alır. Koşullar bir devrim için ne denli olgunlaşmış olursa olsun, devrimin olması için devrimci sınıfın devrimi gerçekleştirme kararlılığını ortaya koyması gerekiyor.

Karşıtların birliğine dayanan kapitalist toplumda, emek-sermaye çelişkisi, toplumdaki gerilimin temelidir. Gerilim ancak, köklü toplumsal dönüşümle, eski birliğin yerini insanın insan üzerindeki sömürünün ve baskının her biçimi olanaksız olduğu zaman sona erer. Bunun koşulu emeğin toplumsal örgütlenmesinin daha üst bir tipidir. Gerilimin, kaos ve toplumsal krampların sona ermesi için varolan gerçekliği değiştirmek gerekiyor. Gerçeklik, bireyler arası ilişkinin ürünüdür. Yerine hiçbir şeyin bireylerden bağımsız olmadığı yeni bir gerçeklik yaratmalıyız.

Rusya işçi sınıfı 1917 Ekim’inde Sosyalist Devrim gerçekleştirme kararlılığını gösterdi. Eski ölürken, yeni olan da doğdu. Böylece işçi sınıfı, eskinin çürürken, yeni toplumu doğuracak canlı güçleri de çürütmesini engelledi. Eski tarihsel ilerlemenin sürekliliğini sağladı. Sovyet proletaryası, Rusya’da toplumsal devrimi başarmakla kalmadı, böylece, yeni bir çağı, proleter devrimler çağını, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağını da başlattı. Yeni toplumu doğurma ya da onun ortaya çıkışını hızlandırıcı eylem, Rusya ile sınırlı kalmadı. Avrupa bir dizi ayaklanma, toplumsal devrim ve işçi (fabrika) konseylerine sahne oldu. Devrimci sınıf savaşı, faşizmin iktidara geldiği koşullarda devam etti. Faşizme ve sermayeye karşı sınıf savaşı, savaş şartlarında çeşitli biçimlerde sürdü ve 1944’de zafere ulaştı. Eski ölürken, yeni bir sistem, sosyalist sistem oluştu. Yüzyılın sonlarından itibaren dünyada yeni bir toplumsal devrimler çağı başladı. Eski ölmekte, yeni doğmakta. Tarihin ileriye doğru gidiş yasası işliyor.

Gramsci’nin değerlendirmesi içinde olduğu politik durumun dolaysız etkisini yansıtır. Dönemi en ileri yönleriyle değil de, en geri yönleriyle anlatır. Gelişmekte olanı, devrimci hareketin mücadelesini, antifaşist güçlerin kahramanca eylemlerini ifade etmez. Tarihsel iyimserlikten yoksundur. Rosa Luxemburg ise, başka bir şey söylüyor. “Ya sosyalizm, ya barbarlık” diyerek emekçi kitleleri sosyalizm uğruna açık mücadeleye çağırıyor. Rosa, böylece Lenin’le aynı özde değerlendirmeler yapıyor.

Bu topraklarda, 12 Mart ve 12 Eylül sonrası mücadeleden uzaklaşanlar, durumlarına teorik bir kılıf bulmak için, “yenildik” edebiyatı yaptılar. Halbuki 70’lerde, devrimci mücadele daha önce görülmedik bir yükseliş içindeydi. 12 Eylül’de devrimci mücadele çeşitli biçimlerde sürdü. Doksanlara daha varmadan Türkiye ve Kürdistan’da devrimci eylemlerde tam bir patlama yaşandı. Doksan sonrası sosyalist sistem dağıldı, fakat emperyalist-kapitalist sistemde, kimi yerler yarım yüzyılın, kimi yerlerse bir yüzyılın en büyük kitlesel devrimci eylemleriyle çalkalandı dünya. Kadın hareketinin en kitlesel ve küresel başkaldırısı bu süreçte ortaya çıktı.

Yenilgiyi kabul edenlerin durumu, Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ta anlattığı, ilk çarpışmayı kaybedince son çarpışmayı da kaybedeceğini düşünen ve bu ilk çarpışmada “eyvah mahvolduk” diyen bozguna uğramış orduların durumuna benziyor. Mücadeleyi sonuna kadar götürme kararlılığı gösteren tutarlı devrimcilerde, bu anlayışın izine bile rastlanmaz.

Kralların orduları, burjuvazinin orduları, daha ilk çarpışma karşısında ya da daha büyük bir yenilgi karşısında böyle düşünüp davranırken, nitelik olarak, sınıf karakterleri olarak tamamen farklı bir ordu, emekçilerin ordusu, Kızıl ordu en zor koşullarda, büyük kayıplar verdiği savaşlarda, başka türlü düşünür ve davranır. O, savaşı her koşulda sonuna kadar götürme kararlılığı ve kendine güveni gösterir. Böyle bir ordu, tarihte ne olmuştur, ne de olabilirdi. Faşist Alman ordusu Moskova önlerindeyken, Moskova’dan başka bir ses yükseliyordu: “zafer bizim olacak!” Burada tarihsel materyalist bakış açısı var: Gelecek Mutlak Sosyalizmdir! Onlar bu güvenle savaştılar ve kazandılar.

Biz Leninistler, aynı şeyi söylüyoruz: Kapitalistlerle, onların devlet güçleriyle, ilk çarpışmanın sonucu ne olursa olsun savaşacağız ve kazanacağız. Zaferimiz kesindir. Ancak devrimci bir bakış açısına sahip olanlar, tarihsel materyalizme dayanan tarihsel iyimserlik içinde olanlar böyle düşünür.

“Eyvah mahvolduk”çuları kendi gerilikleriyle baş başa bırakalım, biz mücadelenin her aşamasında, her durum ve ortamda kabına sığmaz bir devrimcilik sergileyen Lenin’in sınıf mücadelesindeki tutarlı devrimci proleter tavrına bakalım. Lenin, proletaryanın sınıf düşmanlığıyla süren çabanın geleceğine büyük bir güvenle bakar: Siz, bizi yüz kez yenebilirsiniz, fakat biz, savaşmaya devam edeceğiz ve yüz birincisinde sizi yeneceğiz. Yine büyük bir devrimci olan Comandante Fidel Castro diktatör Batista’ya karşı sürdürdüğü savaşa nasıl yaklaştığını yalın fakat kesin bir dille ortaya koyar: “Batista kaybederse biter, ben kaybedersem yeniden başlarım.” Fidel yoldaş, Sierra Maestra’ya ilk buluşma yerinde büyük bir saldırı sonucu çok kayıp vermesine bakmaksızın bir avuç kararlı ve cesur devrimcinin anlaştıkları yere gelişi karşısında, Che’nin belirttiği en kısa konuşmayı yapar: Bu savaşı şimdiden kazandık. Fidel, savaşın ilk plandaki sonucuna bakmaksızın, savaşı kazanacağından emindir. Tıpkı, “tarih beni beraat ettirecek” sözleri gibi. Geleceğe büyük bir güvenle baktı her zaman. Devrimden sonra karşılaştığı her güçlük karşısında sosyalizmin geleceğine daima güven duydu.

Bu topraklarda, Fidel ve Che ile aynı tutarlı devrimci anlayışı taşıyan gerçek devrimciler, Deniz'lerden bu yana, devrimci mücadeleyi her şartta sürdürme etkileyici devrimcilik gücü gösterdiler. Bu mücadelenin ilk sonuçları ne olursa olsun, sonucu biz belirleyeceğiz.

“Eyvah mahvolduk” anlayışı, kapitalizmin gelişimi ve bunun sonucu olarak, tekelci kapitalizm aşamasına ulaşılmasıyla, ekonomik yaşamı mahvolmaya sürüklenen küçük mülk sahiplerinin büyük yıkım karşısındaki tavrını yansıtıyor. Ekonomik yaşamı pamuk ipliğine bağlananları, durumlarını etkileyecek her ekonomik ve politik gelişme karşısında tedirginlik gösterirler. Bu anlayış, aynı zamanda, rahatına düşkün eğitimli ve kültürlü denilen küçük burjuva çevrelerinde de hakim.

Bunların değerlendirmeleri özneldir. Görüşleri, toplumsal gelişimin nesnel yasalarının bilimsel bir çözümlenmesine dayanmaz. Toplumsal gerçekleri gelişmenin kendi hareketi içinde ele alıp, onun nesnel anlamını ortaya çıkaracaklarına, gerçekliğe kendi kafalarına göre bir anlam verirler. Dolayısıyla, yanılgıdan yanılgıya düşmekten, oradan oraya sürüklenmekten kurtulamazlar.

Bu çevreler, günümüzün teknik olanakları sayesinde dünyadaki gelişmeleri günü gününe takip ediyorlar. Çünkü emperyalist-kapitalist sistemdeki olaylarla kendi durumları arasında yakın bir ilişki var. Her ülke dünya pazarına bağlanmıştır ve uluslararası işbölümüne tabidir. Bu yüzden dünyadaki politik değişimleri çok yakından gözlemler, politik değişimlerde, kendi gelecekleri için bazı sonuçlar çıkarırlar. Öznel yaklaşım, bu alanda da onların düşünce biçimine egemendir. Örneğin ABD gibi kapitalizmin oturduğu, tekellerin güçlü sınıf egemenliğini oluşturduğu ülkelerde, devlet başkanları, kişiler değişince, sermayenin sınıf egemenliğince oluşturulan politikaların da değişeceği hatasına düşmekten kurtulamazlar. Oysa, politik planda yapılan her tür değişimi sınıf egemenliğinde, egemenlerin çıkarlarında aramak gerekir. Siyasetle ekonominin bağı koparıldığı zaman siyasi değerlendirmeler, gerçeklikten kopmuş olur. Gerçeklikten kopuk bir görüşün teorik değerinden söz edilemez.

Siyaseti ekonomiden kopararak ele alış, bu topraklardaki reformist ve oportünist hareketlerin başvurduğu baskın bir yöntemdir. Politikanın ekonomik yapı üstünde güçlü bir etkisi var. Fakat kapitalist toplumda, politikanın ekonomiye müdahalesi burjuva içeriktedir. Politik egemenlik sistemi ekonomiye, tekelci sermaye çıkarına etki ve müdahalede bulunur doğası gereği.

Ekonomiyle politikanın bağı koparılırsa gerçek gözardı edilir. Siyasi iktidarın yerine muhalefet geçince politikanın, sermayenin ve emperyalizmin yararına ekonomiye müdahalesi değişime uğramaz. Türkiye’de her burjuva siyasi iktidar, kendini besleyen kapitalist sistemin yararına davranmak zorundadır. Uzlaşmacı siyasi hareketlere sormak lazım, sizin hararetle çalışarak iktidara getirmek istediğiniz burjuva muhalefet başka bir şey mi yapacak? Burjuva toplumsal doğaları onların sınıf karakterine aykırı bir siyasete izin verir mi? Bırakalım burjuva muhalefeti, küçük burjuva muhalefet de, kapitalist sistem de kendi küçük burjuva reformlar programını bile uygulayamaz. Böyleleri kapitalizmin karakterini kavramamıştır. Toplumsal devrim ve toplumsal dönüşüm anlayışı doğrultusunda hareket etmeyenler, sonunda teslimiyetçi bir politika izlemeye başlar.

Burjuva muhalefetin iktidarı için militanlık yapanlar, bu güçlerin sınıf karakterini bilmiyor değiller. Elbette biliyorlar. Fakat, burjuvaziyle köprüleri atmak istemedikleri için teslimiyet politikası izliyorlar. Bütün bu gruplar, kendilerine ne kadar “devrimci”, “sosyalist” veya “komünist” deseler de pratikte izledikleri politik çizgi, sınıf işbirlikçidir.

İçinde bulundukları duruma “haklılık” kazandırmak için Marx’a başvurarak, Marx’ın görüşlerini anlamadıklarını göstermiş oluyorlar. “İçerdiği bütün üretici güçleri geliştirme potansiyelini tüketmeden bir toplumsal oluşum tarih sahnesinden çekip gitmez.” Marx’ın söylediği bu durum, günümüz koşullarında oluşmuştur. Kapitalist üretim nihai biçimini almıştır. Toplumsal üretici güçler, ileri derecede gelişmiştir. Kapitalist toplum, bir bütün olarak, daha üstün bir toplum için olgunlaşmıştır. Maddi koşulların olgunlaşmasının yanında devrimin objektif koşulları da oluşmuştur. Emperyalist-kapitalist sistemde, devrimci durum ortaya çıkmıştır. Bu temelde, nesnel ve öznel koşulların bir araya gelmesiyle yeni bir toplumsal devrimler çağı başlamıştır. Tam da bu süreçte öznelciliğe düşmeden, fakat devrimci iradeyi sonuna kadar kullanarak yepyeni bir gelecek gerçek yapılabilir. Devrimci kitleler tarihin etkin öznesidir.

Yaşam bizden yana. Gelecek bizden yana. Burjuvazi ne yaparsa yapsın zaferimiz kesindir.

C.DAĞLI