< Araziye Uymak Ya Da Uymamak

Nedir yoldaşlık ilişkileri? -Konumuz Yen İnsan’la alakalı ama buradan başlanabilir.-

Kısaca tanımlarsak; ideolojik, politik ve kolektif birlik diyebiliriz.

Misal, 2017’de Novorusya Ordusu’na bağlı askerlerin de çokça kullandığı bir internet sitesinde paylaşılan bir fotoğrafta, el sıkışan iki asker ve alt bölümde de şöyle bir yazı olduğunu hatırlıyorum: “ ‘Her şey yolunda’ diyen değil ama, ‘Kötü giden şeyler olsa da, sonuna kadar seninleyim’ diyen bir yoldaşa ihtiyacım var.”

Devrimin ve sosyalizmin anayurdu olan bir ülkede, yoldaşlığın böylesine yalın, ama sloganvari söylemlerden uzak ve bir o kadar da vurucu bir biçimde ifade edilmesi, pek de şaşırtıcı olmasa gerek.

Eğer bu nokta atlanırsa salt ideolojik, politik ve kolektif birlik üzerinden kurulan (ya da kurulmaya çalışılan) bir ilişkide, meselenin ruhu ıskalanmış olur. Ruh dediğimiz şeyi ise istediğimiz gibi anlamlandırabiliriz. Sevgi, saygı, sorumluluk, sadakat, paylaşım, sahiplenme, eleştiri, özeleştiri, duygudaşlık vs.

Meselenin ruhunu yakalayabilmek ise, her devrimcinin en başta kendi gerçekliğinin farkında olması gerekir. Çünkü kapitalist sistemde, faşist bir düzende yaşadığımız için, katıldığımız mücadeleye tüm geri alışkanlıklarımızı da kendimizle birlikte getiriyoruz. Yani devrimci olmaya karar verdiğimizde, bizi tüm günahlarımızdan arındırıp vaftiz eden sihirli bir el söz konusu değil. Aksine bu da yine en başta bizim kendi ellerimizle ve sonra yanımızdaki yöremizden insanların sorumluluğudur.

Bu konuda Hayat Atölyesi adlı deneme kitabında Murathan Mungan “(...) Solcu olmak için çok şey yapmanız gerekir, sağcı olmak içinse neredeyse hiçbir şey. Solcu olmaya karar verdiğinizde, bir çok cephede savaş yürütmek zorunda kalırsınız; bu cephelerin en amansızı ise o güne kadarki öğrenmelerinizi (vba.) ve ezberlerinizi (vba.) değiştirmeye çalıştığınız kendi bünyenizdir” diyor ve ekliyor, “(...) Devrimin ilk nesnesi devrimcinin kendisidir.” (Sf.22)

Peki yoldaşlık bunun neresinde?

Aslında tam da burada.

Yoldaşlık, bir devrimcinin, kendisini, uğruna mücadele ettiği ideal için mücadele eden bir başkasını sevmek zorunda hissetmesidir1. Ama yoldaşının geri alışkanlıklarıyla uzlaşmadan sevmesidir. Çünkü devrimci bir birey bilir ki, yoldaşları da onu, kendisinde bulunan geri alışkanlıklarıyla uzlaşmadan sevmektedir. Yoldaşça sevginin anlamı budur.

Geri alışkanlıklar dediğimizde de, yine yazarın deyimiyle, “... ‘Özel mülkiyetin, ailenin ve devletin öğrettiklerinden [devrimcinin b.n.] bünyesine yerleşmiş ve başa çıkılması gereken zor ve vahşi bir malzeme (vba.)...” (aynı paragraf sf.22)’yi anlayalım. Yani uzlaşmaması gereken bir insanın kişiliği değil, ama kapitalizmin, insan kişiliğine sızmış ve onu çarpıtmış olan yansımalarıdır.

Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Her insan, devrimci olmaya ve mücadeleye katılmaya karar verdiğinde, başta kendi ve sonra da yoldaş(lar)ının geri alışkanlıklarıyla uzlaşmama ve mücadele etme sorumluğunu üstlenmiş olur. Bunu ona kimse söylemese de (ki illa ki, birinin bunu ona söylemesi gerekmez, ama söyleyen birisi de mutlaka olur), yahut tek başına kalsa da, bunu devrimcinin devrimci olarak kalması için asla savsaklamaması gereken (yaşamda kimi aksaklıklar olsa da) en başat sorumluluğudur.

Görev ve sorumluluk bilinci, yanında olduğumuz kişiye göre, birinin yanında olmak-olmamak veya tek başına kalmak koşullarına göre değişkenlik göstermez. Devrimci hangi koşulda olursa olsun, devrimci olmak ve devrimci kalmakla yükümlüdür. Kendi başına da hareket etmeyi bilmeli, öğrenmelidir.

Aslında bu durumun, Aleksandr Bek imzalı Volokolamsk Şosesi: Moskova Önlerinde adlı anı-romanda anlatılan görev-sorumluluk bilincinden pek farkı yoktur. Bilindiği gibi, kitabın bir bölümünde Üsteğmen Momysh-Uly, tek başına kaldığı bir koşulda yaşadığı ikilemi2, ilk başta basit görünen bir akıl yürütme ile aşar: “Acaba Yoldaş Panfilov, benim böyle bir durumda nasıl davranacağımı düşünürdü?”3 Ve bu şekilde, yanında bulunan Kızıl Ordu askerlerine geri çekilmeme komutu verir. (Sonrasında Panfilov’dan geri çekilme emri gelir, orası ayrı.)

Buradan çıkarılacak iki sonuç:

1-Momysh-Uly her ne kadar tek başına kalmış olsa ve Panfilov’la iletişimi kopmuş olsa bile, yine İvan Panfilov tarafından komuta edilmektedir.

2-Görünürde basit olan bu ikilem, Büyük Anayurt Savaşı’nın kaderini belirleyecek niteliktedir.

Momysh-Uly’nin yaşadığına benzer bir ikilem, Stalingrad’da 13. Muhafız Piyade Tümeni’ni yöneten Aleksandr İlyiş Bodimtsev’in Muhafızlar Ölümüne Direndi adlı anılarında da anlatılmaktadır.

Çavuş Pavlov, yanında üç askerle birlikte kontrol etmesi için gönderildiği evin önünde, içeride faşistlerin olduğunu görünce, aynen şu ikilemi yaşamaktadır: “İşte o an geldi. Seçimini yap; bölüğe dönüp Naumov’a evde Hitlercilerin olduğunu ve üç askerle onlara saldırma riskine girmediğini bildirebilirsin -böylece, görev tamamlanmış olacağı için kimse sana kızmaz. (...) Tam o an, Üsteğmen Naumov, Yakov Pavlov’a sesleniyor gibidir, “(...) Ama başka şekilde de davranabilirsin...”

Kuşkusuz Çavuş Yakov Pavlov da “Acaba Yoldaş Naumov bu durumda nasıl davranacağımı düşünürdü?” sorusunu aklından geçirmiş olsa gerek ki, kendisiyle birlikte hepi topu 4 kişiyle Volga Nehri kıyısındaki bir evi ele geçirip, farklı bir hücum grubu takviyeye gelene dek tutma kararı vermiş ve sonucunda yine Büyük Anayurt Savaşı’nın kaderini değiştiren bir zafere öncülük etmiştir.

Aleksandr İlyiç, Çavuş Pavlov’dan “Zeki, inisiyatifli ve kendi başına hareket etmesini bilen biri...” şeklinde bahseder. Her devrimci bireyin hedefi de böyle olmalıdır. Yön bir kez buraya çevrildiğinde her ne denli olumsuz durumlar ve eksiklikler olsa da zamanla aşılacaktır.

İnsan şöyle de düşünebilir: “Ben bu kadarım, daha fazlası olmaz. Bu durumda evet kimse ona kızmaz. Ama bu biçimde kaçılan her ikilem, başka koşullarda ve başka biçimlerde, daha zorlu ve daha yoğun bir içerikle insanın karşısına çıkar. O an üzerine gidilmeyen her ikilem, daha sonra mutlaka devrimciyi kendisiyle çok daha yıpratıcı bir savaşımın içine çekecektir. Uzlaşılan her ikilem (veya geri alışkanlık da denilebilir ki, uzlaşma, aslında geri çekilmedir burada) devrimcinin devrimciliğinden daha fazla taviz isteyecektir. Çünkü Yeni İnsan’ın oluşumu, Stalingrad ve Moskova Muharebesi kadar çetin bir mücadeledir. İçimize yerleşen burjuva sistem, gözümüzün yaşına bakmaz. Bu yüzden, her devrimci, önce kendi Moskova Muharebesi’nin Momysh-Uly’si, Stalingrad Muharebesi’nin Yakov Pavlov’udur. Ve bu bir süreklilik meselesidir.

Bir yoldaş bir keresinde aynen şöyle demişti: “Bulunduğun yerde, sen ‘işçi sınıfının kurmayı burada’ dersen, oradadır; demezsen orada değildir. Ne yaparsan yap ama araziye uyma.”

Dolayısıyla her devrimci, tek başına kaldığı durumlarda da işçi sınıfının kurmayının kendisine “Başka türlü davranabilirsin” diye seslendiğini aklından çıkarmamalıdır. Bu sesleniş, yeni insanı, devrimciyi, devrimci yaşamı koruyan bir sesleniştir.

Kendi Yeni İnsan oluşumunda belli bir yol kat etmiş yahut en azından bu doğrultuda bir yönelimi ve çabası olan devrimci bireyler, yoldaş(lar)ının da Yeni İnsan oluşumu mücadelesinde bir sorumluluk üstlenebilir. Bu, devrimcinin kendi gelişimi içinde zaruri bir faaliyettir.

Eğer kendi ve hem de yoldaş(lar)ının ikilemleriyle ve kendi geri alışkanlıklarıyla mücadele etmenin, aslında kapitalizmin-faşizmin insan kişiliğine sızmış ve onu çarpıtmış yansımalarına karşı bir mücadele olduğu hakikatini hak ettiği biçimde bilince çıkarabilirsek, hem kendi ikilemlerimize ve geri alışkanlıklarımıza ve hem de yoldaş(lar)ımızın ikilemlerine ve geri alışkanlıklarına karşı Moskova’daki ve Stalingrad’daki sıradan bir Kızıl Ordu askeri kadar (ki bu mücadelede illa ki Momysh-Uly gibi üsteğmen veya Yakov Pavlov gibi çavuş rütbesinde olmak şart değildir, çünkü her devrimci, konumu ne olursa olsun, gördüğü yanlışlığı düzeltmekle mükelleftir) uzlaşmaz olabiliriz.

Antikapitalist, antifaşist mücadele, önce kendimizde, sonra da en yakın çevremizde başlar.

Burjuva insan modeliyle kapitalist sisteme, faşizme karşı herhangi bir şekilde mücadele etmenin mümkün olan herhangi bir yolu yoktur. Bu mücadelede doğru adımlar atabilmek ve doğru kararlar verebilmek için Yeni İnsan’ın oluşumunda en azından bir çaba ve yönelim şarttır.

Yeni İnsan’ın oluşumunda ise konunun özü, araziye uymak ya da uymamaktan ibarettir. Ancak bunu tam anlamıyla içselleştirebilmiş bir devriminin bilinci Volokolamsk Şosesi kadar geçilmez olabilir ve “Pavlov’un Evi” kadar da “kale”ye dönüşebilir.

Bu hususta öyle anlar olabilir ki, Stalingrad’daki (gibi) 227 No’lu Emir (geri adım yok!) yürürlüğe girebilir; ama bu da, illa sonuç verecek diye bir kural yoktur. Zaten kendimiz dışındaki insanlara karşı üstlendiğimiz sorumluluklarda her zaman başarılı olamayabiliriz, hatta çoğu zaman ve uzun bir süre başarısız da olabiliriz. Ama her başarısızlığın insana kattığı bir çok şey vardır; ve önemli olan, başarısız olma ihtimalinin yüzde yüz olduğu koşullarda bile, illa ki, başarısız olunacaksa, doğru davranışı sergileyerek başarısız olmaktır. Çünkü tek başına bu bile insana içsel bir güç kazandırır.

1Bu tanım, Vefa Yoldaş’a ait. Ben yalnızca metne uyarladım. O’nun sözü şöyleydi: “Uğruna canını ortaya koyduğum şey için mücadele eden, canını ortaya koyan birini sevmek zorunda hissederim kendimi.” Bu sözü herkes birbirini sevmek zorunda mıdır? Sorusu üzerine açılan bir sohbette söylemişti. Ekim 2017’diydi diye hatırlıyorum.

2 Ki, ilk bakışta basit görünen ikilem şudur: “Yoldaş Panfilov, geri çekilme olasılığını bu durum için söylemiş miydi?”

3 Buna özdeşleştirme de denir. Kişinin doğruyu, bir başkasının düşünce sistematiğini kullanarak bulması yöntemidir.