Ne zaman faşist devlet saldırılarını, katliamlarını artıracak olsa, bizim kendinden menkul “sol”, “sosyalist” cenahımızda bir tartışmadır başlıyor/ başlatılıyor. “Toplumsal Uzlaşı Arayışları”, “Yeni Bir Toplumsal Sözleşme” adı altında piyasaya sürülen bu düşüncelerin “Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı çevirin” anlayışından bir farkı yok aslında ama, ne yazık ki, İsa’dan bin yıllar sonra bile savunulabiliyor.

Bunun birincil ve öncelikli nedeni on yıllardır süren iç savaşta bir zafer kazanma olasılığını görememek, daha açık bir ifadeyle yorgunluk, bıkkınlıktır. Türkiye ve Kürdistan’da bu kadar uzun süren iç savaş birilerini fena halde yormuştur ve bunları “artık bitsin de nasıl biterse bitsin” anlayışına sürüklemiştir. Yıllar yılı süren özgürlük savaşına mesafeli duranlar, nihayetinde “barış” havarisi kesilmişler; uzattıkları barış eli her defasında havada kalınca da bundan vazgeçmek yerine “barışın ısrarcı savunucusu” olmak adına siyasi iktidara onlar için tehlikeli olmadıklarını gösterme yarışına tutuşmuşlardır. “Toplumsal uzlaşı arayışları” devrim düşüncesinden uzaklaştıkça yakınlaşılan bir anlayış olmuştur.

Ve ne yazık ki bu anlayış, savunucularını süreç içerisinde devlete akıl verme yarışına kadar götürmüştür. Ah bir “yeni toplumsal sözleşme” olsa neler olmayacaktır ki! “Kirli savaş” son bulacak, barış gelecek, akan kan duracak, şiddet/zor gereksizleşecek, ekonomik kaynaklar savaşa gitmeyecek; refah düzeyi yükselecek, siyasi krizler de bitecek, istikrar olacak her şey yeniden rayına oturacaktır! (Çıkıp sorsanız “peki bunca yol niye gidildi; bunca can niye feda edildi” diye verilebilecek bir cevap var mıdır? Sanmıyoruz. Zira Kolombiya’da “Barış Anlaşması” sonrası FARC’ın başına gelenler ortada!). Onlara göre bugün faşizme de, darbe mekanizmasına da neden olan, hep bu “toplumsal uzlaşı”nın sağlanamamasıdır; “ortak bir çözüm” arayışının olmamasıdır!

Bu bakışa sahip olanlara göre, “bu istikrarsızlık sarmalı”nın “Türkiye’nin kötüye gidişi”nin tek nedeni “ortak yaşam aklı”nın devreye sokulamayışı, “tekçi zihniyet”, “tek parti iktidarı”, “AKP-MHP Faşizmi”dir. Öyle ki AKP-MHP iktidarı “faşizan politikalarda daha fazla ısrar etme”se her şey çözülecek, her yer güllük gülistanlık olacaktır! Bu nedenle “AKP-MHP faşizmini geriletme” politikası güncel mücadelelerinin ana eksenini oluşturuyor. Ne pahasına olursa olsun “toplumsal uzlaşı” arayışları burjuvazinin bir cenahı ile başarılamayanı diğer cenahı ile başarma çabasına dönüşüyor. Faşist “devlet aklı”nın nasıl çalıştığını göremeyenler, havada asılı duran eli ilk kim tutarsa onunla “yeni bir sözleşme” yapmaya hazır olduklarını ayan beyan ortaya seriyorlar.

Aslında istedikleri daha geniş bir uzlaşı; ama karşı tarafın tavrından dolayı daha azına da razı oluyorlar. Ve bunu, “Tüm çıkar gruplarının yeni bir toplumsal sözleşmeye ulaşılması hesabı içinde olduğu”nu söyleyerek yapıyorlar ve “toplumsal aktörler”i göreve çağırıyorlar (Bkz. Aydın Ördek’in Gazete Duvar’daki “Yeni Bir Toplumsal Sözleşmenin İmkanları” yazısı). Bu aklıevvellere göre, Kemalistler, Kürtler, İslamcılar, “Solcular” herkes bu durumun daha fazla böyle gidemeyeceğini görüyor, “yeni toplumsal sözleşmenin gerekliliğini” anlayabilecek durumdalar ve “katılımcı bir anlayışla müzakere”ye gelebilirler. Zaten toplumdaki sınıfların da, burjuvazi olsun, küçük-burjuvazi olsun ve hatta proletarya da “yeni dengesine bir türlü ulaşamayan siyasal sistemin başına çökecek olmasından endişeli” olduğu için böyle bir uzlaşıdan yana olacaktır!

Bir “toplumsal uzlaşı” ile “eşitsizlikleri giderecek kaynak tashihi” de sağlanabilirdi ve onlar muratlarına ererler biz de kerevetine çıkardık! Ne de olsa “Türkiye’nin çıkarları” (siz bunu TC devletinin çıkarları diye okuyun) bunu gerektiriyordu. “Demokratik olmayan”, devrim vb gibi şeylere girişmenin bir anlamı yoktu.

“Yeni Toplumsal Sözleşmenin İmkanları”nı araştırmaktan yorulmayan bu zatlar, emek-sermaye çelişkisini çelik çomak oyunu sanıyorlar herhalde. Oyunbozanlık edenleri oyuna dönmeyi ikna ederlerse her şeyin hallolacağını sanıyorlar. Emek-sermaye çelişkisi baylar, öyle çekip sündürülecek, içi boşaltılacak, sulandırılacak, hafifletilecek, uzlaştırılabilecek bir çelişki değildir. Bu tarihsel ve uzlaşmaz bir çelişkidir. Birinin yararına olanın diğerinin de yararına olma ihtimali yoktur. Bugünün sınıf çelişkileri ve çatışmalarının temel nedeni budur. Sınıflar mücadelesi yerine sizin gibi “sınıf uzlaşması”nı vaaz edenler de bu gerçekliği değiştiremezler.

Bugün Türkiye ve Kürdistan’daki temel sorun özgürlüğe susamış olan işçi sınıfı ve emekçi halklar ile bu özgürleşmeyi her ne pahasına olursa olsun bastırmak isteyen tekellerin devleti arasındaki uzlaşmaz/ uzlaştırılamaz mücadeleyi kimin, nasıl kazanacağıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin sizin sunduğunuz “toplumsal uzlaşı” vb gibi önerilerle kazanamayacağı, tam tersine eğer böyle bir arayış içerisine girerse büyük kaybedeceği tarihte defalarca görüldüğü gibi çok açıktır.

Bu nedenle önümüzde duran seçenek bir “toplumsal uzlaşı” değil, toplumsal devrimdir. Kendimizi birincisine değil ikincisine hazırlamak zorundayız.

Ali Varol Günal