Şöyle bir başımızı kaldırıp dünya üzerindeki olayların gidişatına baktığımızda günden güne daha bir hızlanan tarihin akışının Mahşerin Dört Atlısı'nın yani Açlık, Kıtlık, Savaş ve Salgın Hastalıkların koşumlarını giydirdiğini ve hatta şaha kaldırdığını görebiliriz.

Bugün dünyanın dört bir köşesinde insanlar, açlıktan; içilebilir suya, yeterli besine, barınma olanaklarına, gerekli ilaçlara vb ulaşamadığı için ölüyorlar; bu da yetmiyor artık emperyalist devletlerin biyolojik silah olarak kullandıkları virüslerle acımasızca öldürülüyorlar; proxy war denilen vekalet savaşlarında kitlesel olarak imha ediliyorlar. Yerküre, "doğal afetler"le sarsılıyor; ekolojik dengenin bozulması nedeniyle bir yanda kuraklık ve yangınlar vb olurken bir yanda aşırı yağışlar nedeniyle sel felaketleri, çığ felaketleri, tayfun ve kasırgalar oluyor; insanlar ölüyor, hayvanlar ölüyor, bitki türleri azalıyor; tüm canlılar bir yok oluşla karşı karşıya kalıyorlar. Bu durumu özetlemek için "dünyanın çivisi çıktı" dense yeridir.

Görülüyor ki, kapitalizm altında insanlığın daha fazla kat edebileceği bir yol kalmamıştır. Kapitalizm, varlığını sürdürdüğü her gün her saat ve her anda bütün bir dünyayı yok oluşla tehdit etmektedir. Ya insanlar bu gidişata dur diyecekler ve emperyalist kapitalist sistemin talanına, soygununa, tahribatına son verecekler ya da kendi elleriyle, kendi gözleri önünde dünyanın yok edilmesine göz yumacaklar. Artık tarih, sorunu bu denli keskin bir biçimde önümüze koymuş bulunuyor.

ABD'nin kendi İkiz Kuleleri'ni vurmasıyla başlayan 3. Dünya Savaşı'nın bugün tüm dünyaya yayılması; yenilerde Çin'de başlayan Koronavirüs Salgını'nın Ortaçağ'daki veba salgını gibi hızla yayılarak daha şimdiden binlerce insanın hayatına mal olması, insanlık adına kaygı verici gelişmeler. Savaştan, açlıktan, kıtlık ve salgın hastalıklardan kaçan insanların göç yollarına dizilmesi ayrı bir trajedi; insanlar, biraz olsun nefes alabilmek, kendilerine ve çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlayabilmek için doğup büyüdükleri topraklardan yola çıkarak binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelere göç ediyorlar. Bunlardan çoğu, daha yolda, hedeflerine ulaşamadan ölüyorlar. Kendilerini, görece daha gelişmiş bir ülkenin kapısına atanlar ise ya çadırlarda ya da göçmen kamplarında yaşamak zorunda bırakılıyorlar. İçlerinde çocuk ve yaşlıların da olduğu bu kafilelerin her gün yaşadıkları dram, televizyon ve internetlerden naklen izleniyor! İnsanlar, yarın bir gün aynı durumla kendilerinin de karşılaşmayacağını garanti edemeden kaygıyla gelişmeleri izliyorlar.

Bu demek değildir ki, insanlar kapitalist sistemin kendi elleriyle onlar için ördüğü bu "kader ağları"nı kanıksamıştır ve yapacak bir şey bulamamaktadırlar. Tam tersine, dünya üzerinde bunlar olurken aynı zamanda toplumsal huzursuzluk, öfke ve kargaşalıklar da artıyor. Engels'in dediği gibi, "her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri bir gereksinmenin bulunduğunu şimdi herkes biliyor".

Ve "yeryüzünün lanetlileri" deyim yerindeyse bu "makus talih"i değiştirmek için ayağa kalkıyorlar, isyan ediyorlar..."Sefaletin içinde eski toplumu alaşağı edecek devrimci yıkıcı yön vardır" diyor ustalar. Demek ki, açlığın, yoksulluğun, sefaletin, yıkım savaşlarının, ekolojik felaketlerin, salgın hastalıklarının tüm dünyayı kapladığı bu koşullardan insanların bir çıkış arayışı da sürüyor; işin doğası gereği sürmesi de gerekiyor. Bunun aksini düşünmek, yani insanların tam bir tevekkül içinde başlarına gelecekleri kabullenip oturup bekleyebileceklerini sanmak, insanlık tarihinden ve toplum bilimlerinden hiçbir şey öğrenmemiş olmak demektir.

Dünyanın her tarafında gelişen isyan ve ayaklanmalar, başkaldırılar, itirazlar gösteriyor ki emperyalist-kapitalist sistemin insanlara dayattığı geleceksizliği, insanlar kabullenmiyorlar ve kabullenmeyecekler. Bir Dünya Savaşı'nın yanı başında dünya devrim sürecinin de olgunlaştığını görmek gerekiyor. Karanlığın koynundan bir tan kızıllığının sökmekte olduğunu görmek için yüzümüzün gitmekte olana değil, gelmekte olana çevrili olması şarttır. Bugün insanlık yeniden "gelecek mutlak sosyalizm" diye şarkı söylüyor kentlerin büyük caddelerinde. Emperyalist-kapitalist sistem tarafından her gün her saat umutsuzluğun karanlık dehlizlerine itilen insanlar, nerede bir ışık görürlerse hemen oraya yöneliyorlar. Ve yeniden "Büyük Dedem(iz) Karl Marx", o bembeyaz saçı ve heybetli sakalıyla, o yüzüne yansımış aklının aydınlığıyla insanlara yol gösteriyor. Teorinin bir dogma değil, eylem kılavuzu olduğunu bilen herkes, bugün onun öğretisinin devrimci diyalektiğini kavrayarak, gelişmelerin olası yönünü kestirmeye çalışıyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin insanlığın geleceğinde bir yeri olmadığını öngörmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Dünya üzerindeki bütün olay ve olgular ve bunların gelişme eğilimi, kapitalist sistemi içinde bulunduğu bunalımdan kurtarmak için yıllar önce tarih sahnesine atılmış olan Keynes'in "uzun vadede hepimiz( kapitalizmin akıl babaları için söylüyor-bn)ölüyüz" sözünü doğrular niteliktedir. Mahşer'in Dört Atlısı ortalıkta böyle dolaşırken ancak "yoksulların bağrında saklı sosyalizmi" ortaya çıkarmak için Rozinant'ının sırtına atlayıp yola çıkanlar yaşamı savunabilir, "yaşam bizden yana" diyebilir.

Bugün yaygınlaşan intiharların, psikolojik sorunların, birbirine yabancılaşmanın vb hepsinin nedeni olan kapitalist sistem ortadan kaldırılmadan karanlığa gömülen insanlığın gün yüzü görmesi mümkün olmayacaktır. Kapitalist sistemi yıkmak içinse sistemli, kararlı bir mücadele gereklidir. Kapitalizme karşı mücadele öyle kıyısından köşesinden yapılacak bir mücadele değildir; deyim yerindeyse "ölümüne" olmak zorundadır; çünkü kapitalist sistem hayatta kalabilmek için yaşayan her şeyi öldürmekten çekinmeyeceği bir sınıra gelmiştir.

"Kararlılık, cesaretin zorunluluğunu gösteren zekanın eseridir" diyor Clauswitz. Bugün kapitalizme karşı savaşan herkes, yüreğin yanı sıra aklını da savaş alanına sürmek zorundadır. Yoksa doludizgin giden zamanın atlılarına yetişmek mümkün olmayacaktır.

Ali Varol Günal