Tarihsel süreç büyük bir hızla ilerliyor. Zamanın atlılarının yavaşlamaya hiç niyeti yok; doludizgin bir gidiş, her şeyde belirgin bir öge olarak öne çıkıyor. Gidişatın nereye doğru olduğu ise, hala en çok tartışılan konu...

Burada Hegel'in "zeitgeist" dediği, "zamanın ruhu" kavramı belirginlik kazanıyor. Tarihsel gelişmenin yönünü tayin edebilmek için şimdinin, içinde yaşadığımız sürecin/dönemin "hakim olan düşünme ve hissetme tarzı"nın doğru bir tanımlamasının yapılması gerekiyor.

Kimileri buna "çağı yakalamak" diyorlar. Marksist- Leninistler tarafından "proleter devrimler çağı" olarak tanımlanan 20.yüzyılın geride kaldığını, 21.yüzyılın "bambaşka bir yüzyıl" olduğunu, bir çok şeyin değiştiğini, değişmesi gerektiğini; geçmiş yüzyılın ideolojilerinin bu yüzyıla cevap veremediğini, veremeyeceğini yineleyip duruyorlar ve "zamanın ruhunu doğru okumak gerekir" diyorlar.

Ortalık "teorik belirlemeler"den, "teorisyen"lerden geçilmiyor. "Yeni" birşeyler söylemek adına teoriye kelimenin gerçek anlamında işkence ediliyor; körün fili tarifi gibi herkes olay ve olguları, olası eğilimleri kendi tutabildiği noktadan değerlendirmeye kalkıyor ve bu şekilde ortaya "21.Yüzyıl Sosyalizmi", "Piyasa Sosyalizmi", "Demokratik Komünalite", "Ekolojik Toplum", "Kaos Aralığı", "Bilgi Çağı", "Teknoloji Çağı", "Yapay Zeka Egemenliği", "Algoritma Diktatörlüğü" vb gibi adlandırmalar saçılıyor. Öyle ki, eğer bunlardan birine yakın durmazsanız, "çağı anlamamakla", "zamanın ruhunu kavramamak"la eleştiriliyor; "eskiye takılı kalmakla" itham ediliyor, "devletçi sosyalizm" anlayışından kurtulamamakla suçlanıyorsunuz.

20. yüzyılın sonunda da "küreselleşmeyi anlamamakla", "yenilenememekle", Gorbaçov'un ortaya attığı tezleri görmezden gelmekle, "glasnost ve perestroikanın gerekliliğini görememekle" eleştiriliyorduk. Proletaryaya "elveda" diyenleri eleştirdiğimiz için topa tutuluyorduk. Leninist parti anlayışından ve proletarya diktatörlüğünden vazgeçmediğimiz için pek bir "dinozor" sayılıyorduk... Dünya gericiliğiyle ağız birliği edip Lenin ve Stalin'e saldırmadığımız, tam tersine onları daha çok sahiplendiğimiz için; anarşizm, troçkizm, maoizm gibi sapma akımlara prim vermediğimiz için fazlasıyla "klasik" bulunuyor, zamanın ruhsuzları tarafından "zamanın ruhu" denilen elbiseyi giymediğimiz için demode sayılıyorduk.

Oysa aradan fazla bir zaman geçmeden "globalleşme/küreselleşme" denen şeyin ne menem bir şey olduğu anlaşılacak, sosyalizm içine "piyasa", "rekabet", "reklam" vb'ni sokmaya çalışanların ipliği pazara çıkacaktı. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere eski sosyalist ülkelerde "geçmişe duyulan özlem" günden güne artacak; proletarya diktatörlüğünün zayıflatılmasının nasıl dünyanın burjuva ve küçük burjuvalarına dünya sosyalist sistemini tahrif etme olanağı sağladığı daha iyi görülecekti. Marx, Engels, Lenin ve Stalin gibi önderlere duyulan sempati, eski sosyalist sistemler başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde gelişecek ve sosyalizm yeniden güncel hale gelecekti.

"Yaşayan tarihin diyalektiği", tüm yaşayanlara sosyalizmin tahrifatının nasıl tüm dünyayı bir felaketin eşiğine getirdiğini ve bu durumdan kurtulmanın kapitalizmi tarihin çöplüğüne göndermekten başka bir yolunun olmadığını fazla uzun olmayan bir sürede gösterdi.

Bir zamanlar, Çavuşeskuların kurşuna dizilmesi, Berlin Duvarı'nın yıkılması, Glasnost ve Perestroika, "zamanın ruhu" olarak lanse ediliyordu; bunlara karşı çıkanlar, "akıntıya karşı kürek çekmek"le, "rüzgara karşı yürümek"le eleştiriliyorlardı; şimdi de "dünyanın içinde bulunduğu kaos ortamı"nı anlamayanlar, küresel çapta bir devrimci durumdan, küresel iç savaştan, bir dünya devrimine doğru gidişten bahsedenler, konjonktürü değerlendirememekle, gelişmeleri doğru okuyamamakla vb eleştiriliyorlar. Dünya üzerinde artan toplumsal huzursuzluk ve öfkenin bir sıçrama noktasına geldiğini, emperyalist-kapitalist sistemin bir çöküş içerisinde olduğunu söylemeye bir türlü dilleri varmayanlar, "yaşayan tarihin diyalektiği"ni görme yeteneğinde olmayanlar ve zamanın devrimci ruhunu anlayamayanlar, hala "eskiyi aşma" adına ucube teorilerle uğraşıyor; burjuvazinin önlerine koyduğu gündemlerle haşır neşir oluyorlar.

Aslında tükenmişlik sendromu yaşayanın işçi sınıfı ve emekçi halklar, gerçek devrimci ve komünistler olmadığını, tam tersine sermaye sınıfı ve kapitalist sistem olduğunu görmemek için deyim yerindeyse gözlerini sımsıkı kapatıyorlar. "Gün Gelecek Devran Dönecek..." şeklinde sloganlar atarak devrimi hala çıkmaz ayın son Perşembesine ertelemekten vazgeçmiyorlar. Ama gerçekler inatçıdır ve kendilerini er ya da geç kabul ettirme gibi bir özellikleri vardır. Irak'tan Şili'ye, Fransa'dan İran'a, Lübnan'dan Hindistan'a kadar dünyanın dört bir yanında gelişen ayaklanmalar dünya devrim sürecinin nasıl sıçramalarla ilerlediğini, bir devran beklemeye tahammülü olmadığını gösteriyor. Dünya üzerinde emperyalist-kapitalist sistemin, içinde bulunduğu Yeni Evre'de, bir çöküşe doğru gittiğini ve onun mezar kazıcılarının nasıl bir heyecanla işe koyulduğunu görmek için, gerçekten devrimci bir bakış açısına ve "zamanın ruhu"nu doğru kavrayacak diyalektik düşünme yetisine ihtiyaç var.

Geçmişten bugüne bir değerlendirme yapıldığında görülecektir ki, üzerinde yaşadığımız topraklarda bu her iki özelliğe birden sahip olan sadece proletaryanın devrimci sınıf partisi, Leninist Parti var.

"Zamanın ruhu"nu kimlerin doğru kavradığını görmek isteyenler, gelişmelerin kimin öngörülerini doğruladığına bakmalıdırlar.

Ali Varol Günal