Yeni binyılın başında emperyalist-kapitalist sistem büyük bir sorunla karşı karşıya; göçmen akınları sorunuyla. Kuşkusuz geçen binyılın da önemli sorunlarından biri olan göçmenlik sorunu, bu binyılın başında çığ gibi büyümüş, göçmen akınları emperyalist-kapitalist devletlerin surlarını dövmeye başlamıştır.

Emperyalist-kapitalist devletler, bu sorunu çözmeye çalışmak yerine, birbirlerinin üzerine atmak suretiyle zaman kazanmaya çalışıyorlar. Daha doğrusu, hepsi sorunun çözümsüz, sistemden kaynaklı olduğunu biliyorlar; ve bu tür sorunlarla her karşılaştıklarında yaptıklarını yapıyorlar: ya sorun yokmuş gibi davranıyorlar ya da kendileriyle ilgili değilmiş gibi…

En son bir sene önce Aylan Kürdi'nin minik cesedi kıyıya vurduğunda insanlık bir kez daha göçmenlik sorunuyla yüzleşme gereği duymuştu. Ama gelin görün ki, aradan geçen bir yıl boyunca hiçbir şeyin değişmediğini Aylan Kürdi'nin babası söylüyor. O, önceleri "büyük ülkeler"in sorunla ilgilenirmiş gibi yaptıklarını, sonrasında üç maymunu oynamaya devam ettiklerini söylüyor. Yine kısa süre önce Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçmek isteyen göçmenler, önemli bir krize neden olmuş, Türkiye'ye verilen "sus payı"ndan sonra kriz, geçici de olsa ertelenmişti. Sorun bu kadar derin olmasına rağmen, gelin görün ki, politik hesaplara kurban edilebiliyor ya da ekonomik şantaj amacıyla kullanılabiliyor.

Göçmenlik sorunu, savaş, işsizlik, yoksulluk, açlık, kuraklık vb gibi köklü sorunlardan kaynaklanıyor. Frantz Fanon'un deyimiyle "yeryüzünün lanetlileri", artık zengin ülkelerin sahip oldukları zenginlik ve ayrıcalıkları tek başlarına sahiplenmelerine itiraz ve hatta isyan ediyorlar. Küreselleşmeden kendi paylarına düşenin hep daha fazla yıkım, daha fazla açlık, kan ve gözyaşı olduğunu görüyorlar ve buna sessizce katlanma dönemlerinin çok gerilerde kaldığını göstermek istercesine zengin devletlerin kapılarına dayanıyorlar. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 2010 yılı rakamlarına göre tüm dünyadaki göçmen sayısını 214 milyon olarak bildiriyor. Bu hesapla, dünya üzerindeki her 33 kişiden biri göçmen. Her yıl milyonlarca insan, çeşitli nedenlerle ülke değiştiriyor. Yine BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne göre dünyada 15.2 milyon mülteci var (Biz çoğu zaman, mülteci, göçmen, sığınmacı, kaçak göçmen kelimelerini birbirinin yerine kullanıyoruz; oysa bunların hepsi birbirinden farklı şeyler).

Göçmenlere tavır konusunda polisler, yerel yöneticiler, bürokratlar, tayin edici durumdalar. Son zamanlarda artan göçmen akınları nedeniyle metropol ülkelerde yabancı düşmanlığı, nefret söylemleri artmış durumda (hoş Türkiye'de de özellikle savaştan kaçarak gelmiş Suriyelilere reva görülen muamele bundan farklı değil). Zaten kaçak göçmenler, ya yollarda canlarından oluyorlar, ya yakalanıp ülkelerine geri gönderiliyorlar, ya da bir yere kapağı atmış olanlar kayıtsız ve kaçak işlerde karın tokluğuna çalıştırılıyorlar. Sığınmacıların hepsine değil ama bir kısmına kapı açılıyor; bunlar da en pis ve ucuz işlerde çalıştırılıyorlar. Bunlar gittikleri ülkelerin işçileri tarafından da iyi karşılanmıyorlar; çünkü düşük ücretle çalışmaya razı oldukları için emek pazarını ucuzlattıkları düşünülüyor; yine kira vb artışına sebep oldukları kanaati güçleniyor. Yine toplumdaki "suç" oranlarının daha çok bu kesimlerin gelmesiyle arttığına dair bir inanış hakim; işsiz olan, açlıkla karşı karşıya kalan bu insanların ya dilenciliğe ya da hırsızlığa başvuracağı düşünülüyor. Alkol ve uyuşturucu kullanımının, kumar ve fuhuşun bu kesimler arasında yoğun olduğu ve bunu yaygınlaştırdıkları varsayılıyor. Yabancıların kendi aralarında oluşturdukları gettolaşmanın entegrasyonu güçleştirdiği genel kabul görüyor. Yani emperyalist-kapitalist sistem, kendi yarattığı sorunların hepsinden giderek göçmenleri, "yabancılar"ı sorumlu tutma yoluna gidiyor ve kendi insanlarında da bu algıyı yaratıyor.

Örneğin Türkiye'de, özellikle Suriye savaşından sonra ciddi bir sorun halini alan göçmenlik meselesinde yukarıda bahsettiğimiz olaylar misliyle yaşanıyor. Türkiye'de şu anda 1 milyon 333 bin göçmen, 3 milyona yakın da sığınmacı var. Savaş başladı başlayalı Türkiye'ye resmi rakamlara göre 600 bin Suriyeli gelmiş. AKP hükümeti, son yaptığı açıklama ile ilk etapta bunların 30-40 binine, sonrada toplamda 300 binine vatandaşlık vereceğini açıkladı. Elbette "vatandaşlık vereceklerinin kalifiye elemanlar olacağı" vurgusunu ihmal etmeden! İnsanın aklına sokaklarda dilenen, çöplerden kağıt ya da plastik toplayan çocuklar geliyor. Bunların sayısı o kadar çok ve öyle korkunç tavırlarla, hakaretlerle, aşağılanmalarla karşılaşıyorlar ki, bunların sorunlarına kimin nasıl çözüm bulacağı sorusu vicdanları kemirmeye devam ediyor. Bugün Suriyeli sığınmacıların çoğu, 8-9 metrekarelik yerlerde yaşama savaşı veriyorlar. Bu insanlar vatandaşlık alsalar ne değişecek? Açlık, yoksulluk, vatandaşlık bilmiyor ki! Kaldı ki, "vatandaş" olanların hali de ortada! Kalifiye olanı da olmayanı da işsiz, yoksullukla pençeleşiyor.

Göçmenlik sorunu, ya da bugün somut haliyle göçmen akınları, kapitalist sistemin içinden çıkabileceği bir sorun değildir. Emperyalist-kapitalist sistem için giderek daha fazla sürdürülemez bir hal alıyor. Marx, göçmenleri "sermayenin hafif piyadeleri" olarak tanımlamış. Şimdi bu "hafif piyadeler", sermaye dünyasında isyan çıkarıyorlar. "Göçmen krizi", içinde bulunduğu Yeni Evre'de emperyalist-kapitalist sistemi daha fazla zorluyor; zorlamaya devam edecek. Göçmen akınları kapitalizmin sınırlarını dövdükçe, "yeryüzünün lanetlileri" açlıktan bir deri bir kemik kalmış tırnaklarını burjuvazinin o semirmiş boynuna geçirdikçe, çözümün de nerede olduğu daha iyi görülecektir.   Eylül 2016

Ali Varol Günal