Tarihin sıçramalı gelişmelerle yol aldığı bir dünyada bırakın her gün aynı ya da birbirine benzer şeyleri yapmayı, aynı şeyleri düşünmek bile mümkün değildir. An'ın bile durağan olmadığı bir dünyada hiç bir şey durağan değildir.

Tarih hızla ilerlerken, durduğun yerde durmak; aynı şeyleri söylemek ya da aynı şeyleri yapmak rutine teslim olmaktır. Rutine teslim olmak, devrimciliğin(aynı zamanda devrimcinin) ölümüdür. Günlük yaşam içinde zaman zaman herkesin kendisini rutine kaptırdığı, belli işleri yaptıktan sonra bir rahatlama duyarak yeni bir iş yapmaya istekli olmadığı zamanlar olabilir; böyle bir anda şöyle bir silkelenip "ben ne yapıyorum?" diye kendimize sormak gerekir. Devrimci çalışma, mesai doldurma değildir. "24 saatin şu kadarını devrim için çalışmaya ayırabilirim" şeklinde bir şey söylenemez; çünkü devrimcilik "sadece boş zamanlarını, hazım zamanlarını değil, boylu boyunca ömrünü vermektir" devrime. Her an devrimi düşünmek, devrimin zaferi için ne yapılması gerektiğine kafa yormaktır. Diğer türlü memur zihniyetine düşmek işten bile değildir. Yapılacak, yapılması gereken, yapılması söylenmiş işler vardır. Bunlar yapılır; görev tamamlanır; mesai biter. Evli evine köylü köyüne gider! Bir sonraki mesaiye kadar en az sahip olduğumuz şey, zaman, en savurganca harcanır. Memur zihniyetine sahip olanlar için devrimci çalışma sanki yaşamının sadece belli bir kesitini alır; geri kalan zaman kendisine aittir. Gün boyunca her şey belli bir rutin dahilinde yapılır; gidilecek yere gidilir; görülecek insanlar görülür ve sonra "harç bitti yapı paydos!". "Yapabilecekleri bu kadar"dır; "elinden gelen bu"dur; "herkes onun kadar bile yapmıyor"dur vb vb. Gerekçeler üretmek, rutine teslim olmanın en kolay yoludur. Oysa başarılı insanların planları olur, başarısız insanların gerekçeleri! Bir kez gerekçe(ler) üretilmeye başlanırsa, bunun sonu gelmez. Bir işin olması, gerektiği gibi yapılması için her şeyden önce o işin yapılması gerektiğine dair kafalarda tam bir inanç olması gerekir. Bu olursa nasıl ol(a)mayacağına değil, nasıl ola(bile)cağına yoğunlaşılır ve yapılması için gerekli gayret gösterilir. Elbette doğru işin doğru insan(lar)a verilmesi de gerekir; ama bir iş yapılması için ortaya konmuşsa her şeyden önce onu yapmak için gönüllü olmak gerekir. Sonra o işin nasıl yapılacağına kafa yormak, sonra da o işi yapmaya girişmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, en iyi projeler bile yaşama geçirilmedikleri sürece sadece birer proje olarak kalırlar. Burada söylemek ve yapmak arasındaki mesafenin hızla kapatılması gerekir. Halk arasındaki tabirle "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz". Devrimci odur ki, konuştuğu kadar iş yapar ve yaptığı kadar konuşur.

"Ben bir insanın yaptığıyla söylediğine bakarım" diyor devrimimizin önderlerinden Hüseyin İnan. "Bir insan ne yapıyorsa onu söylemeli, ne söylüyorsa onu yapmalı. Eğer bir insan bir şey yapıyor ama başka bir şey söylüyorsa veya bir şey söylüyor ama başka bir şey yapıyorsa, o insan benim için makbul bir insan değildir. Ben istersem her insanda kusur bulabilirim; yolda yürümesinden tut yemek yemesinde, yatmasında kalkmasında, konuşmasında, hatta parmak oynatışında bile kusur bulabilirim. Önemli olan kusur bulmak değil, önemli olan özü ve sözüyle, yaptığı ve söylediğiyle uyumlu olmaktır. Ben arkadaşlarımı böyle kişilerden seçerim".

Devrimci, sadece söylediğini yapan değil aynı zamanda söylediği ve yaptıklarıyla kendisini aşandır. Mitolojideki Sisyphos gibi, ağır bir taşı dağın en tepesine kadar sırtında taşıyıp, orada bırakan sonra aşağı yuvarlanan taşı inip tekrar sırtlanarak yine aynı dağın tepesine çıkarmaya çalışan kişi devrimci adını hak etmez ne yazık ki! Çalışkan olmaya çalışkandır; ama rutine teslim olmuştur ve bu nedenle de yaratıcılığını yitirmiştir. Bir noktadan sonra yeteneklerinde de körelme başlar ve daha önce yapabildiği şeyleri de yapamamaya başlar; ilerlemeyen geriye düşer; çünkü yaşam daima ileriye akar, rutini aşar; çünkü yaşam devrimcidir.

Her zaman yeni şeyler düşünmek, denemekten korkmamak; çok yönlü olmak bir devrimcinin olmazsa olmaz özellikleridir. Her şeyin düşünmek, hayal etmekle başladığını unutmamak gerekir. Statükoculuğun gelişmenin önündeki en büyük engellerden biri olduğu unutulmamalıdır. Halinden memnun olma, alışkanlıkların gücüne boyun eğme, risk almaktan korkma, yaratıcı çalışmadan uzak durma, var olanla yetinme, inisiyatif geliştirememe ya da gelişmek isteyenin önünde engel olma sonunda insanı rutine teslim olmaya götürebilir. Oysa her yeni gelişme beraberinde yeni imkanları da getirir. Önemli olan dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek bir donanıma sahip olmak, sahip değilsek olabilmek için hiç durmadan çalışmaktır. Kapitalizmin sınırlarına gelip dayandığı, burjuvazinin bir sınıf olarak gerilediği koşullarda geleceği temsil eden proletarya ve onun politik temsilcileri, kendilerini her yönden geliştirmeli ve yeni toplumu kurabilecek düzeyde olmalıdırlar.

Önümüzde uzanan ufuk çizgisine ulaşmak ve ufkun da ötesine geçebilmek için kendimizi her an yenilemeli, söylediklerimizi gerçek kılmak için her an hareket halinde olmalıyız. Şimdi bize gerekli olanın kıpır kıpır bir devrimcilik olduğunu unutmamalıyız. Rutini kırdıkça, kendimizi aştıkça, günlük  pratiğimizi devrimin gereklerine göre düzenledikçe devrime daha çok yaklaşacağız.

Ali Varol Günal