Zor bir süreçten geçiyoruz; daha zorları oldu mutlaka ama bu sürecin ayırdedici yanı siyasi iktidarın dinci faşizmi bütün yönleriyle toplumun bütün gözeneklerine yayması diyebiliriz. Üstelik bunu ellerine geçirdikleri medya tekelleri aracılığıyla yapabildikleri algı operasyonlarıyla gerçekleştiriyorlar. İşçi sınıfı ve emekçi halklara anlatılan masal, vatanın, milletin tehlike altında olduğu, "üst akıl" dedikleri "dış güçler"in Türkiye'yi bölüp parçalamaya çalıştıkları bu nedenle "milletçe, hep beraber" hükümetin, dahası "reis"in etrafında kenetlenip yeni bir kurtuluş savaşı vermek gerektiği...

Yaratılmaya çalışılan bu algı, şimdi adeta her türlü sömürünün, sahtekarlığın, yolsuzluğun, vurgunun, baskı ve katliamın üzerini örten bir şal işlevi görüyor. Kurlar, tepetaklak oluyor; ama "dış güçler yapıyor". Enflasyon yükseliyor, ekonomi çöküyor; ama hepsi "dış güçlerin oyunu"... Dinci faşizm, sanki bütün bir toplumu gaz odalarına kapatmış, üstten ağır ağır bir zehirli gaz bırakıyor; bu zehirli gaz her yana yayılıyor ve insanların üzerlerine yapışıyor, sıvaşıyor. İnsanlar, yavaş yavaş öldürülüyorlar; ama bunun farkında olamıyorlar. Öğrenilmiş değilse de öğretilmiş bir çaresizlikle karşı karşıya bırakılıyorlar.

Dinci faşizm, diğer taraftan da insanları bir sadaka kültürüne mahkum ediyor. İşsiz bıraktığı, açlığa sürüklediği milyonlarca insana sadaka dağıtırcasına "yardım eli"ni uzatıyor. Ya bugünler için ayrılmış sosyal yardım fonlarından onlara yiyecek, giyecek, yakacak vb yardımı yapıyor; ya da onlara maaş, "bayram yardımı" vb veriyor. Yani daha önce söylediğimiz "açlıkla terbiye politikası"nı sürdürüyor.

İnsanlar, bu siyasi iktidar tarafından işsiz ve ekmeksiz bırakıldıklarını, sömürü çarklarının arasında kıyasıya ezildiklerini, kelimenin gerçek anlamında yaşamdan kovulduklarını göremesinler diye onlara açlıktan ölmeyecek ya da soğuktan donmayacak kadar bir sosyal yardımda bulunuluyor. Bu sosyal yardımları alan insanlar, aslında kendilerini o duruma sokmuş olan siyasi iktidara minnet ve şükran duyguları besliyorlar. Bir de buna dinin toplum üzerindeki köreltici, kayıtsız şartsız itaati vaaz eden, şükretmeyi emreden, isyan etmeyi yasaklayan etkisi eklenince geçici bir süre de olsa toplumun bir kesimi paralize edilmiş oluyor. Geçici bir süre; çünkü Engels'in dediği gibi böyle bir sömürüye her zaman katlanacak bir toplum yoktur.

Burada bir şeyin altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekiyor: Kapitalizm, insanı bencilleştiriyor, bireycileştiriyor, yalnızlaştırıyor; başka insanlara ve hatta insanın kendisine yabancılaştırıyor. Kapitalist sistemin insanları, ilişkileri atomize edici, dağıtıcı etkisi biliniyor. İnsanlar giderek daha fazla kendi kabuğuna çekiliyor, kendi sorunlarıyla ilgilenmenin dışında bir şey yapamaz hale geliyorlar. Bunun son sınırı, insanların sosyal medya başında geçirdikleri zamandır. Denilecektir ki, bu bir çelişki değil mi, sosyal medya insanların birbiriyle iletişim kurdukları, sosyalleştikleri yer değil mi? Görünüşte öyle; ama ne yazık ki, sanal alemde her şey sanallaşıyor. İnsanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler bile...

İnsanlar, toplumsal duyarlılıklarını dahi sanal alem üzerinden göstermeye başlıyorlar. Bir karikatürde apartmanların arasında bir sokakta bir kadın bir erkek tarafından şiddete uğruyor, apartmanda oturanlar inip müdahale etmek yerine cep telefonlarından internette "direnkadın" hastagı paylaşıyorlar. Evet bu işin karikatürize edilmiş hali; ama ne yazık ki, içinde bir gerçekliği de barındırıyor. Yine insanlar internet üzerinden eylem ve etkinliklere "katılıyor"lar; ama gerçekte katılmayabiliyorlar. Böylece sanal alemde vicdan rahatlatılıyor; ama gerçekte bambaşka bir şey yaşanıyor. Sosyal medya, sosyalleşmenin bir aracı olacakken, giderek içe kapanmanın, pratikten ve insanlardan fiziki anlamda kopmanın da bir aracı olabiliyor.

Oysa insan, gerçek anlamda toplumsal bir varlıktır; kendisini ancak başkalarıyla kurduğu toplumsal ilişkiler içinde varedebilir. İnsanın başkalarına ve giderek kendine yabancılaşması varoluşsal bir soruna dönüşebiliyor. Son zamanlarda artan intihar olaylarının asıl nedenini burada aramak gerekiyor. Yaşamını toplumsal bir amaçla dolduramayan insanlar bir boşluğa düşüyor; yaşamayı anlamsız bulmaya başlıyorlar; bu da sonun başlangıcı oluyor.

Bütün bunlardan komünistlerin kendilerine göre çıkaracağı sonuçlar olmalı. Bu elbette sosyal dayanışma platformları, evleri vb oluşturmak değildir. Bu siyasi iktidarın yaptığını kendi cenahımızdan yapmaya kalkmaktır ki, Ufuk Urasgiller başta olmak üzere ortalama solun bir çok kesimini götürdüğü nokta ortadadır. Biz her zaman devrimin güncelliğini ve zorunluluğunu ortaya koyarak, ezilen ve sömürülen milyonlarca insanın tüm sorunlarının ancak örgütlenmek ve devrim yoluyla ortadan kaldırılabileceğinin propagandasını ara vermeksizin yaparak yığınları ayağa kaldırabiliriz; bunu yapabilmek için de insanlara ulaşmamız gerekiyor. İnsanlara ulaşabilmenin ise tek bir yolu yok, onlarca yolu var.

İnsanlarla dayanışabilmek, en çok ihtiyaç duydukları zamanlarda bizzat onların yanında olabilmek gerçekten önemli. "Dayanışma ezilenlerin inceliğidir" diyor Che. En zor anlarında insanlara bir el uzattığımızda, insanlar tuttukları bu eli hayatları boyunca unutmayacaklardır. Dayanışma denilince çoğunlukla maddi yardım anlaşılıyor; oysa en önemlisi en zor zamanlarında insanların yanında olabilmek, acılarını ve sevinçlerini paylaşabilmektir. İnsanlara bu dünyada asla yalnız olmadıklarını ve olmayacaklarını göstermektir. Onlara kolektifin ve kolektivizmin yaşayan devrimci ruhunu götürmektir.

Eduardo Galeno bir yerde "hayır işlerine inanmıyorum, dayanışmaya inanıyorum. Hayırseverlik çok dikey, yukarıdan aşağıya iniyor; dayanışma yataydır, ötekine saygı duyar" diyor. Evet, günümüzde doymak bilmeyen, insanı tüketim kültürüne hapseden kapitalizme karşı işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülenlerin , "yeryüzünün lanetlileri"nin birbirleriyle daha çok dayanışması gerekiyor. Kapitalistlerin kar hırsı, dünyayı ve insanlığı bir felakete, yok oluşa sürüklerken, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen halkların, gençlerin ve kadınların dayanışması, mücadeleyi yükseltecek, insanlığın geleceğini kurtaracaktır. Ve elbette dünyanın her tarafında sınıf mücadelesini yükseltmek en büyük yoldaşlaşma, dayanışma olacaktır.

Unutmayalım, "umut oldukça, hayat vardır"...

Ali Varol Günal