Başlığa bakınca bazıları bizim yeni bir tespit yaptığımız sanısına kapılarak, "ticaret savaşları yeni bir şey değil ki, yüzyıllardır sürüyor" diyebilir. Hemen baştan belirtelim: "Ticaret savaşları" derken meramımız tüccarlar, tekeller ve hatta ülkeler arasındaki rekabet vb değil. Biz, bir tespit yapmaktan çok günümüzde işin geldiği boyuta dikkat çekmek istiyoruz.

Dünya Ticaret Örgütü başkanından tutun da ABD başkanına, hatırı sayılır ekonomistlerden köşe yazarlarına kadar bir çok kesim bu konuyu mercek altına almış bulunuyor. Elbette herkes kendi bulunduğu yerden soruna yaklaşıyor; ama bu kesimlerin ortak noktası, kapitalizmin temel mottolarından biri olan "krizi nasıl fırsata çeviririz?" sorusudur. Tabii her krizi fırsata çevirme düşüncesi krizi daha da derinleştiriyor ve ticaret savaşlarını daha da yaygınlaştırıyor. Dolayısıyla bu soruyu soranlar, her defasında uçmak isterken yere çakılmaktan kurtulamıyorlar.

Bugün emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu krizi ve küresel çapta devam eden ticaret savaşlarını Yeni Evre'yi anlamadan tahlil edebilmek mümkün değildir. Kapitalizmin bu yeni sıçramalı çöküş evresi tek başına ticaret savaşlarıyla karakterize olmuyor kuşkusuz. Bugün dünya üzerinde yaşanmakta olan 3.Dünya Savaşı, hem ekonomik, hem politik, hem de askeri olarak sürüyor. Kısa süre öncesine kadar sadece Leninistlerce dile getirilen bu gerçeklik, artık bir çoklarınca kabul ediliyor. İşte son süreçte sıklıkla dile getirilen "ticaret savaşları"nı da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

Gelişmelerin ilk sinyalleri Trump, ABD başkanı olduktan sonra verildi. Zat-ı şahaneleri bizzat kendisi, ABD'nin bundan sonra bazı ülkeleri sırtında taşımayacağını (demek ki, bugüne kadar tam tersini savunanlar yanılıyormuş!), Meksika vb'nin bundan böyle ABD ekonomisine yük olmasına izin vermeyeceklerini söyledi ve hatta Meksika sınırına bir duvar inşa edileceğini duyurdu. Ve 2017 yılında bu duvar inşa edilmeye başlandı. Aynı dönem Trump, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA)'nı yürürlükten kaldıracağını açıkladı. "Amerika'yı yeniden harika yap" sloganı ile yola çıkan Trump'ın bütün bunları kafasına taş düşerek yapmadığı/yapamayacağı ortadaydı. O halde, ABD tekellerini ve devletini böyle "korumacı" politikalar izlemeye iten neden neydi? Her şeyden önce ABD'nin 18,5 trilyon dolarla dünyanın en büyük ekonomisi olması ve bir o kadar hatta daha fazla dış borcunun olması (20 trilyon dolar), bunda önemli bir yer tutuyor. ABD, "artan finansal kırılganlıklar"dan korkuyor ve yeni bir finans krizinin sadece finans alanıyla sınırlı kalmayacağını, bir kaç şirket ya da banka feda edilerek krizden çıkılamayacağını Olympos’un tepesinde olduğu için, herkesten daha iyi görüyor. Küresel arz zincirinin bozulduğunu, borç geri ödemelerinin yapılamadığını, kredi borçlanmalarının bütün dünya üzerinde had safhaya ulaştığını, borsaların her an tepetaklak olma riski taşıdığını, dünya üzerinde dolaşan "hayali sermaye"nin sürekli büyüdüğünü, balonun patlayacak denli şişmiş olduğunu ABD'den daha iyi kim bilebilir. ABD merkez bankasının faiz artırımına gitmesi karşısında küplere binen Trump'ın derdinin üretim yapanları korumak olmadığını anlamak için ekonomi-politik bilmeye gerek yok. Bütün işlerin durmaya doğru gideceğini, cari açığın daha da büyüyeceğini anlamak için müneccim olmak da gerekmiyor (ABD'nin şu andaki cari açığı, yani ithalatının ihracatından fazla olan kısmı, yılda 375 milyon dolar). ABD, ithal edilen ürünlere, özellikle de hammaddelere yüksek oranda vergi koymak suretiyle gümrük duvarlarını yükseltiyor.

Trump, 1 Mart 2018'de Amerikalı çelik ve alüminyum sektörü yöneticileriyle Beyaz Saray'da bir toplantı yaptı. Bu toplantıda alınan kararlara göre ABD, bundan böyle çelik ithalatında %25, alüminyum ithalatında da %10 gümrük vergisi uygulayacak (Bu arada belirtmek gerekir ki, ABD dünyanın en büyük çelik ve alüminyum ithalatçısı. Çin de en büyük çelik ve alüminyum ihracatçısı). Bununla öncelikli olarak Çin'in ticaretinin engellenmeye çalışıldığı görülüyor. Zaten bunu da saklama gereği duymuyorlar; zira Çin'e toplam 34 milyar dolar ek gümrük vergisi getirildi (ABD, Çin'in en çok ticaret yaptığı ülke durumunda). Bu adımlar karşısında Çin de bazı misillemelerde bulundu. Örneğin, ABD'den ithal ettiği soya fasulyesine ek gümrük vergisi getirdi. "Silahı ilk biz ateşlemedik" diyen Çin, ABD'yi Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)'ne şikayet etti; ABD'yi "ekonomi tarihinin en büyük savaşını başlatmakla" suçladı. Çin Ticaret Bakanı yardımcısı Wang Showen, "boğazlarına bıçak dayandığını" söylüyor.

Elbette Çin ve ABD arasındaki bu ticaret savaşının bir geçmişi var. 2014 yılında "dünyanın fabrikası "denilen Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ile birlikte BRICS'i oluşturmuştu. Daha o yıllarda BRICS üyesi ülkeler IMF'ye alternatif bir banka kurulması düşüncesini dile getirmişlerdi. Haliyle dolara karşı yeni bir rezerv para kullanma düşüncesi de gündeme gelmiş, 2015 yılında IMF, Yuan'ı rezerv para olarak kabul etmek zorunda kalmıştı (2. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Bretton Woods anlaşması ile dolar tek rezerv para olarak kabul edilmişti ve o günden bugüne bu egemenliğini korumuştu). Yine 2015 yılında Çin'in ICBC Bankası dünyanın en değerli bankası olarak kabul edildi. Bugün ilk 10 banka içinde ABD'den 5, Çin'den 4 banka bulunuyor (diğeri İngiltere'den). Bu artık ABD hegemonyasının sadece politik olarak değil, ekonomik olarak da çökmeye başladığının en açık göstergesi. Eğer işler böyle giderse dünya piyasalarında dolara olan talep daha da düşecek ve ABD'de enflasyon ve faizler yükselmeye devam edecek. Bu da kısa ya da uzun vadede ABD'de toplumsal olayların gelişimini tetikleyecek. Peki, dünyanın geri kalanının bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün olacak mı? Elbette hayır. ABD'nin "korumacı önlemleri"nden rahatsız olan AB ülkeleri, ABD'nin tutumunu "haksız ve gereksiz" bulduklarını açıkladılar. Onlara rahatlıkla Rusya'yı, Kanada'yı ve irili ufaklı daha onlarca ülkeyi de ekleyebilirsiniz. Bu arada belirtmek gerekir ki, "filler tepişirken olan çimenlere olacak" şeklindeki bir yaklaşım da artık geçerliliğini yitirdi; çimenler ezilmeye devam edecek ama filler de mezarlıklarına doğru gidecekler. Dünya üzerinde artık "krizin yönetil(ebil)mesi" dönemi geride kaldı. Artık, emperyalist kapitalist sistem,  bütün halinde bir çöküşün içerisinde. Biten/ çöken sadece “neo-liberalizm” değil, kapitalist sistemin kendisidir. "Dünyanın global bir köy"e döndüğü, sınıf çelişkisi başta olmak üzere bir çok çelişkinin bittiği, yerini uzlaşma ve kaynaşmalara bıraktığı şeklindeki küresel yalanlar da emperyalist-kapitalist sistemle beraber çöküyor.

Bugünün ticaret savaşlarının askeri anlamda savaşla sürmek zorunda olduğunu biliyoruz. Bu gerçek, bugün kendisini en fazla hissettiren şeydir. Küresel iç savaş, bu gerçeklik üzerinde hayat buluyor. Emperyalist ülkelerin ya da bağımlı ülkelerin, bugün "korumacılık"la ya da Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un dikkat çektiği"iktisadi milliyetçilik"le bu akıbetten kurtulmaları mümkün değildir. Ticaret Savaşlarıyla sarsılan dünya, belli ki çok daha zor dönemlerden geçecektir; ama karanlığın böylesine koyulaştığı dönemlerde şafağın da doğmak için sabırsızlandığını unutmamak gerekiyor.

Ali Varol Günal