Seçimlerin sonuçlanmasıyla birlikte, "bile bile lades" olanlarda öyle karamsar bir ruh hali oluşmuş durumda ki, sormayın gitsin! Anlaşılan o ki, HDP'nin barajı aşması da yaralara merhem olamamış, "züğürt tesellisi" olmaktan ileri gidememiş. En kötüsü ise, bundan sonra olabileceklere ilişkin kaygılı bekleyiştir.

Daha şimdiden sosyal medyayı "müstahaktır bu halka" paylaşımları sarmış durumda. Muharrem İnce'nin mitingine katılan kalabalıklarla umutlananlar, İnce'nin bir mesajla onları terk etmesinden sonra aynı hızla karamsarlığın çukuruna yuvarlandılar. Ortalık yine Aziz Nesin'in "bu halkın %70'i aptaldır" sözünün yinelenmesinden ya da J.J Roussou'nun " her halk, layık olduğu şekilde yönetilir" sözünün hatırlatılmasından geçilmiyor. Seçimlerle bir şeylerin değişebileceğine inananların, "parlamenter hayaller" peşinde dolananların kaçınılmaz yazgısıdır bu. Bin bir hile ve kumpasla manipüle edilen seçimlerden çıkacak sonuçlardan medet ummak, ölmüş eşeği tekmeleyerek canlanacağını düşünmekten başka bir anlama gelmiyorken, hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar almayı bekleyen insanların düştüğü duruma düşmek ne anlama geliyor acaba? Bu soruya cevap vermek için de herhalde bir Einstein olmak gerekmiyor!

Seçim sonuçları, kesinlikle insanların bu sistemden memnun oldukları, bu sistemle ve bu yöneticilerle yönetilmek istedikleri anlamına gelmiyor. Dün meydanlara akan büyük kitlelerin bilincinde, dinci faşist iktidara bakışında bu gün bir şey değişmiş değil. Bir hayal kırıklığı varsa, bunun müsebbibi, kitlelere dinci faşist iktidarın sandıkla gidebileceğini söyleyen; kitleleri buna inandıran sosyal reformistlerdir, oportünistlerdir, küçük burjuva sosyalistlerdir. Ama onların yol açtığı bu hayal kırıklığının kitlelerde yaratığı tahribatın etkisi uzun sürmeyecek.

Böyle olmayacağını eşikte bekleyen büyük ekonomik krizin sonuçları hane halkına yansıdıkça daha iyi göreceğiz. Enflasyonun artış hızı, kurların şimdilik düşmüş gibi görünen ateşinin fazla uzak olmayan bir gelecekte yeniden yükselişe geçecek oluşu, kredi kartı faizlerinin ve diğer faizlerin hızla artıyor oluşu, kapıdaki vergi ve zamlar; yani hepimizin bildiği ve gündelik yaşamımızı doğrudan etkileyen ekonomik kriz derinleştikçe kitleler, "gerçeklerin çölüne hoş geldiniz" mottosuyla karşılaşacaklar ve o zaman çözümü, parlamentoda ve düzen partilerinde değil, başka bir yerde arayacaklar.

Şimdi dinci faşizme, tekelci sermayeye kin ve nefretle yüklü milyonlar, geride bıraktığımız süreçte kimin ne dediğine bakacak ve notunu verecekler. Sosyal reformist partilerden oportünistlere, oradan her türlü küçük burjuva sosyalistine kadar, hepsi CHP’nin kuyruğunda 24 Haziran’ı kurtuluş olarak gördüler ve emekçi sınıflara, Kürt halkına, yoksullara böyle gösterdiler.

Bunlar 24 Haziran seçimlerine özel anlamlar (hatta "demokratik devrim" vb gibi uç anlamlar) yüklediler. Leninistler, bu koroya hiçbir zaman dahil olmadılar. Aksine, yüreğin sesinin eksik olduğu bu çok sesli koronun devrimin toplumsal güçlerini aldatmaktan başka bir şey yapmadığını güçleri yettiğince ortaya koydular. O yüzden şimdi onların kapıldığı umutsuzluk ve karamsarlığın zerresi Leninistlerde yok. Lenin'in o ünlü sözünü burada bir kez daha hatırlatmakta fayda var: "Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur."

Elbette devrim, tek boyutlu, tek bir an'a sıkıştırılmış bir eylem olarak ortaya çıkmayacak. Devrim mücadelesinin uzun erimli bir mücadele olduğunu, devrim yolunun engebelerle dolu, inişli-çıkışlı bir yol olduğunu bir an için bile akıldan çıkarmamalı. Bu bakış açısına sahip olmayanların, burjuva sınıfla uzlaşma arayışı içinde olanların umutsuzluk ve karamsarlık gibi yıkıcı duygulara kapılmaları kaçınılmaz.

Şimdi Leninistlerin görevlerine dört elle sarılmaları zamanı. Hiç kuşku yok, bu görevlerin başında örgütlenmek geliyor. Nerede olursak olalım, ne iş yapıyor olursak olalım, öncelikli işimiz ve görevimiz örgütlenmek olmalı. Doğruluğu yaşam tarafından defalarca ortaya konan Leninist politikalar ve sloganlar bu faaliyette en büyük silahımızdır. Bu politika ve sloganları kitlelere, gençliğe götürmek yaşamsal önemdedir.

Leninistlerin devrimci ideoloji ve politikalarını günlük yaşama yansıtmalarının yolu buradan geçiyor. Şimdi her birimizin bütün faaliyetlerini ve günlük yaşamlarını buna göre düzenlemesi gerekiyor. fabrikalarda, atölyelerde, gecekondularda, köylerde, üniversitelerde etkili olmalıyız.

Gazete dağıtımından, gazeteye haber yapmaya kadar, eylem örgütlemekten insan örgütlemeye, kadro yetiştirmeye kadar, yazı yazmaktan ajitasyon ve propagandaya kadar her işi kendi işimiz olarak görmeli, başkalarının yapıp yapmadığına bakmadan, tam bir özdisiplinle ve Stalin'in deyimiyle, "amerikan pratikçiliğiyle" işe girişmeliyiz.

Devrim, nasıl ki tek boyutlu, tek zamanlı bir eylem değilse, örgütlenmek de tekdüze bir eylem değildir. Enerjiyi doğru yerde, doğru insanlara ve doğru yönde kullanmak gerekir. İnatla ve sabırla, asla yılgınlığa ve karamsarlığa düşmeden, bugün yaptığımız günlük küçük işlerin bile (örneğin telefonla bir insanı arayıp "merhaba" demenin bile) yarının büyük sıçramalarını yaratacağını bilerek emek vermek gerekiyor.

Nazım'ın Küba'da duyduğu ve tekrar tekrar söylemeyi çok sevdiği sözlerle bitirelim:

Somos sosyalistas, palante, palante... Biz sosyalistiz, (durmak yok) ileri, ileri...

Ali Varol Günal