19 Aralık katliamının yıldönümünde, uzun yıllar Sağmalcılar Cezaevi’nde kalmış, 19 Aralık katliamında ağır yaralanmış olan bir Leninist tutsakla yaptığımız röportajı yayınlıyoruz:

 

19 Aralık katliamının üzerinden 3 yıl gibi bir zaman geçti, bugünden geriye dönüp bakıldığında devletin bu katliamla amaçladığı şey neydi? Yaşanan süreç neyi gösterdi?

Bu sorunun yanıtı gerçekte, oldukça kapsamlıdır. Devlet, F tipi zindan saldırısıyla “bir” şey değil, çok şey hedeflemiştir. Bugünden geriye şöyle bir göz atıldığında, devletin bu saldırıyla amaçladıklarını daha net görmek mümkün. Ama devletin amaçlarını görmek için bu kadar zaman geçmesine de gerek yoktu. Devletin F tipi zindan saldırısıyla neleri amaçladığı, daha o zamanlarda görülüyordu.

Devletin bu kanlı saldırıyla pek çok şeyi amaçladığını söyledik. Fakat, eğer tüm hedeflerini birleştirip bir tek amaca indirgeyecek olursak şunu söyleyebiliriz:

Devlet, uzun yıllar süren iç savaşı kazanmak ve böylece devrimi boğmak istiyordu. Bu, onun en temel, belirleyici, bütün araçlarını, politikalarını, yönelimlerini kendisine bağladığı amacıydı. Devlet, yıllar boyu süren ve giderek şiddetlenen iç savaşı kazanmak; devrimi boğmak için işe, devrimci tutsaklara saldırmakla başladı. Aslında, F tipi zindan saldırısı ve 19 Aralık katliamı, uzun bir sürecin kırılma noktasıydı. Yani saldırı uzun yıllar öncesinden başlatılmıştı. Adım adım geliştirildi ve süreç içinde 19 Aralık katliamı noktasına gelindi.

Şu sorulabilir: Tekelci sermaye sınıfı ve devlet, iç savaşı kazanmak için işe neden zindanlardan başladı? Bu sorunun yanıtı son derece yalın: Devrimci tutsaklar uzun yıllara yayılan mücadeleleriyle, zindanları devrim mücadelesinin bir mevzisi, devrimin birer moral gücüne dönüştürmüşlerdi. Başka bir ifadeyle, devlet örgütlenmesinin en önemli ayaklarından biri, uzun çarpışmalar ve mücadeleler sonucu felç olmuştu. Zindanlar, “zindan” işlevi görmez olmuştu. Bu yüzden tekelci kapitalist düzen, sermaye sınıfının diktatörlüğü, zindanların mevcut haliyle daha fazla gidemezdi artık. Tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist devletler durumun farkındaydı.

Ecevit, bu gerçeği, “cezaevlerini düzene sokmadan dışarıyı düzene sokamayız” yollu bir ifadeyle dile getirdi. Demek ki sorun, düzen için bir ölüm-kalım; varlık-yokluk sorunuydu.

Devletin, emperyalistlerin onayını alarak giriştiği katliamın boyutu, bu konuda net bir fikir veriyor.


Böyle bir katliama neden olan ekonomik ve siyasal olgular nelerdir?

Kısaca söyleyecek olursak, düzenin yaşadığı ekonomik ve politik kriz ile bu kriz temeli üzerinde yükselen iç savaş, bu kanlı katliamın koşulları oldu...

Sermaye sınıfının kendini nasıl bir tehlike altında gördüğü, Sakıp Sabancı’nın sözlerinde belli olmuştu. Hatırlanacaktır Sabancı, yoksul sınıflar için, “bunlar gecekondulardan gelip boğazımızı kesecekler” demişti. Bu, duyulan büyük ve derin bir korkunun dışa vurumuydu.

Düzeni ve kendi varlığını tehdit altında gören sömürücü sınıfın her türlü çılgınlığı, her türlü katliamı yapmasını beklemek gerek.


F tipi saldırısı engellenebilir miydi?

Bu soruya kesin bir yanıt vermek mümkün değil. Fakat, sermaye sınıfının ve tekelci kapitalist düzenin içinde bulunduğu koşulları düşündüğümüzde, devlet, düzeni korumak için ne olursa olsun böyle bir saldırıya girişecekti diyebiliriz. Çünkü, az önce de söyledim, sorun artık düzen ve devlet için bir varlık-yokluk; bir ölüm-kalım sorunuydu. Bu anlamda F tipi saldırısı engellenemezdi ama bu saldırı, saldırganların bozgununa çevrilebilirdi.

Evet, devrimci tutsaklar, devletin, düzenin, emperyalizmin bu saldırısını bunların bozgununa çevirebilirlerdi; böyle bir olasılık vardı. Üstelik bu, çok zayıf bir olasılık da değildi. Şüphesiz, böyle bir olasılığın gerçekleşmesi, devrim için büyük bir zafer olurdu. Fakat, bunun için gerekli koşulları hazırlamak gerekiyordu.

Her şeyden önce, geliyorum diyen saldırının çapını görmek ve buna uygun hazırlık yapmak gerekti. Ne yazık ki, hemen hemen bütün siyasi yapılar, saldırının çapını, derinliğini tahmin edemediler. Bir saldırının yaklaşmakta olduğunu görüyorlardı. Ama bunu, öncekilerin bir tekrarı, bilemediniz, biraz daha yoğunlaşmış bir tekrarı biçiminde görüyorlardı. Bu yüzden, bu saldırının da, 96’da olduğu gibi, Ölüm Orucu eylemiyle püskürtülebileceğini düşünüyorlardı.

Leninist tutsaklar dışındaki bütün siyasi yapılar bu düşüncedeydiler. Hepsi Ölüm Orucunu en etkili eylem biçimi olarak seçmişlerdi. Sadece TKEP/Leninist davası tutsakları bu düşünceye karşıydılar.

TKEP/Leninist davası tutsakları, giderek yaklaşan saldırının BAŞLANGIÇ olarak Ölüm Orucuyla değil, fiili eylemlerle karşılanması gerektiğini; Ölüm Orucunun ancak F tiplerine götürülme halinde doğru bir eylem biçimi olacağını; koşulların 96’ya göre çok değiştiğini, dolayısıyla 96’da Ölüm Orucuyla elde edilen sonucun şimdi elde edilemeyeceğini söylüyorlardı.

Ne yazık ki, Leninistler kimseyi ikna edemeyerek, tek başlarına kaldılar. Ölüm Orucundan yana olanlar, devletin kanlı bir katliama girişeceğine pek az ihtimal veriyorlardı.

Öyle ki, katliamdan bir gece önce böyle bir şeye ihtimal vermeyen siyasi yapıların olduğunu biliyoruz. Zaten bu yüzden fiili direniş için ciddi bir hazırlık yapılmamıştı. Şayet bu yapılmış olsaydı, durum çok daha farklı olabilirdi.

 

19 Aralık katliamı sonrası nasıl bir duygu yaşadınız? Devrimin gücü konusunda ne hissettiniz?

19 Aralık katliamı ortamı, tam ve gerçek bir savaş ortamıydı. Göğüs göğse, üstelik en eşitsiz koşullarda sürdürülen bir çarpışmaydı. Böyle bir ortamda insan elbette çok karmaşık duygular yaşıyor. Düşünün ki, yanıbaşınızdaki arkadaşınızın, yoldaşınızın az sonra ölüm haberini alıyorsunuz. Ama onu düşünme fırsatı bulamıyorsunuz, çünkü kurşun ve bomba yağmuru sürüyor ve ölüm haberleri sürekli geliyor. Ama tutsakların cesaretini, feda ruhunu, direnme gücünü gördükçe, katliamcıların amaçlarına ulaşamayacaklarını daha iyi anladım. Bir çarpışmayı kaybediyorduk ama teslim alınamıyorduk. Yani devrim yenilmemişti. İşte bu, devrimin gücüydü.


Murat Ördekçi ile aynı cezaevindeydiniz. Onun öne çıkan yönleri nelerdi, nasıl ölümsüzleşti?

Murat’ı kelimelerle anlatmak imkansız. O, gerçekten eşsiz kişilikte bir yoldaştı. Murat’ı tanıyan herkesin onun hakkında aynı şeyleri düşüneceğinden eminim. Devrime, partisine, yoldaşlarına bağlılığı; disiplini, özverisi, görevlerini yerine getirirken gösterdiği titizlik, çalışkanlığı herkes tarafından fark edilen, görülen özellikleriydi.

Saldırı başlar başlamaz, kurşun yağmuru altında barikat kurmaya öncülük ettiğini söylemem, onu anlatmaya yeter mi bilmiyorum. Ya da “teslim olun” çağrılarına “asıl siz teslim olun, sizin için kurtuluş yok” diye yanıt vermesi...

Murat’ı böyle bir söyleşide anlatmak, zordan öte, imkansız.


F tiplerinde Ölüm Orucu dışında başka eylem biçimleri mümkün müdür?

Şüphesiz, F tiplerinde Ölüm Orucu dışında eylem biçimleri mümkündür. Ancak ne kadar etkili olacakları ayrı bir konudur. F tiplerinde en azından şimdiye kadar gelen süreçte en etkili eylem biçimi Ölüm Orucudur. Yakın gelecekte de böyle olacağı anlaşılıyor.

Devrimci tutsaklar, F tipi zindanlara götürüldükten sonra Ölüm Orucu, en etkili eylem biçimine dönüştü. F tipi zindanlarda fiili direniş koşulları, eski zindan koşullarıyla karşılaştırılamayacak kadar zayıftır.

Onun için, Ölüm Orucu, eylem biçimi olarak öne çıkıyor.


Devlet yeni inşa ettiği D tipi (mezarlık tipi) cezaevleri ile neyi hedefliyor sizce? Yeni infaz yasasının uygulama şansı var mı?

Devlet, F tipi zindanları açarken neyi amaçladıysa, mezarlık tipi zindanlar da aynı şeyi amaçlıyor. Yani devrimci tutsakların direncini kırmak, teslim almak; bunun için onları yalnızlaştırmak, tecrit etmek, moral bozukluğuna sokmak vb. şeyleri amaçlıyor.

Bütün bunların gelip dayandığı bir genel amaç var: iç savaşı kazanmak, devrimi boğmak...

Bunlar sermaye sınıfının ve devletin amaçlarıdır. Ama bu amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri ayrı bir konudur. Yeni infaz yasasının uygulama şansı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani bu bir çatışmadır, bir savaştır ve doğal olarak, çatışmaların, savaşların sonucu güçler dengesine, güç ilişkilerine bağlıdır.

Çatışmadan, iç savaştan kimin galip ayrılacağı, tamamen bu ilişki tarafından belirlenecektir.

Bununla birlikte şunu söyleyebiliriz: Bütün dünyada emperyalist kapitalist sistem, sıçramalı çöküş sürecine girmiş ve burjuva diktatörlükler her ülkede çatırdarken, Türk tekelci sermaye sınıfının bunların dışında kalması, yahut kalacağı beklenemez. Zaman devrimin, emekçi sınıfların, proletaryanın lehine; burjuva diktatörlüklerinin, kapitalizmin aleyhine işliyor. Bu gerçeği, burjuva sınıfın elini çabuk tutmaya çalışmasından da anlayabiliriz. Dolayısıyla, belki yeni infaz yasasının uygulanma şansı hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz ama, devletin işinin hiç de kolay olmayacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz.

Çünkü, devrimci tutsaklar, bu yeni yasaya karşı da direneceklerdir.


Cezaevlerindeki devrimci tutsaklara bir mesajınız var mı?

Devrimci tutsaklar, proletaryanın, yoksul ezilen sınıfların bir parçasıdırlar. Devrimci tutsaklar, boyun eğmeyen yaşamları ve direnişleriyle devrimin moral kaleleri olmayı bildiler. Bundan sonra da aynı çizgide yürüyeceklerinden şüphe yok. Onlar, en ağır koşullarda dahi, emekçi sınıflara çok şey katmayı başardılar.

Devrimci tutsaklara diyebileceğimiz tek şey şudur: Direngen, boyun eğmeyen, teslim alınmayan kararlı duruşunuzla devrimin moral gücü olmaya devam ediyorsunuz.

Varlığınız, devrimimizin halkın derinliklerine uzanmış güçlü ve sağlam köklerinin ifadesidir.

Böyle köklere sahip bir devrim asla yenilmez.

 

Yeni Evrede Mücadele Birliği Dergisi, 10-24 Aralık 2003 tarihli 5. sayısında yayınlanmıştır